top of page

LİSTE ŞENLİĞİ

Güncelleme tarihi: 18 Eyl

ree

Partimizin yiğit delikanlısı Himmet Azapçı'yı saygıyla anıyoruz.
Partimizin yiğit delikanlısı Himmet Azapçı'yı saygıyla anıyoruz.
ree
Beyeddin Özel
Beyeddin Özel

ELİF AŞILI Partimizin güzeli Elif'imizi kaybettik... Temmuz 2025
ELİF AŞILI Partimizin güzeli Elif'imizi kaybettik... Temmuz 2025


HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

16 Eylül 2025

 

AYAĞA KALKMADAN OLMAZ

 

Sol ve kendilerine sosyalist sıfatı veren yapılardan bazıları neredeyse 24 saat CHP’ye küfürler düzerken birden bire değiştiler ve CHP’nin arkasında deve katarı gibi sıralanıp boy göstermeye başladılar. Bu gerçeği doğru okumayıp ayağa kalkmaksızın bu tür yalpalamalardan ne yazık ki hiçbir sonuç çıkmaz.

 

On yıllardır CHP’lilerden duyduğumuz bir şey var.  Sol ve sosyalist yapılara denir ki tamam biz de sizin savunduklarınızı savunuyoruz ama bizi destekleyin biz iktidara gelelim sonra da siz istediğinizi elde etmek için mücadele edersiniz. Ancak CHP hiçbir zaman iktidara gelemez, ikinci parti yani Ana muhalefet partisi olarak kalır. Ancak aynı teraneler hiç bitmez. Dahası CHP’yi merkez sağa oturtmak isteyenlerin planı tıkır tıkır işler. Partinin bir de gediklisi vardır Önder Sav. Önder Sav’ın görevi partiyi tasarımlamak olduğu gibi bir de ikinci karar verici olarak birçok kişi onun oluru ile CHP’de Genel Başkanlık koltuğuna oturur.

 

Bu yüzden de CHP’nin eli kolu bağlandığı için ana muhalefet partisi olarak kalmakla yetinilir. İşte bu yüzden CHP’yi yönetenler yüzlerini asla sola dönmedikleri gibi sol ve sosyalistleri de düşman olarak görmek konusunda ellerine kimse su dökemez.

 

Sonuçta CHP son yerel seçimlerle birlikte AKP’den daha çok oy alarak seçimlerde birinci parti olmuştur ve de pek çok büyükşehir, il ve ilçe belediyelerini kazanmıştır. Çünkü halkın canına tak diyen bir ortamda yaşıyor olması elbette seçimini değiştirmeye itmiştir kitleleri. Bir şey daha var elbette. Kılıçdaroğlu döneminde önemli büyükşehirler kazanılmış, bazıları da kıl payı kaçırılmıştır. Bunun nedenleri de biliniyor. İyi Parti ile yapılan ittifak Bursa, Balıkesir, Manisa gibi ve de başka illerde ve ilçelerde seçimin yitirilmesine sebep olmuştur ama çok az bir oy farkıyla kaybedilmiş bu iller de. Kılıçdaroğlu ile ilgili eleştirilere baktığımız zaman bunlar görmemezlikten gelinerek isteyen ağzına geleni söylemekten çekinmemiştir.

 

31 Mart 2024yerel seçimlerinden Özgür Özel ve arkadaşları başarılı çıkmıştır tamam da aday gösterilirken de hiçbir şeyin gözetilmediği yaşanılan operasyonlarla birlikte su yüzüne çıkmıştır. Çünkü operasyon yiyen birçok belediyede belediye meclis üyeleri ya AKP’ye geçmiş ya da itirafçı olmak gibi bir tutum sergilenmiştir ki bunlar unutulacak basitlikte şeyler değildir.

 

Hem sağ politikaların şimdiye kadar kime hayrı dokunmuş ki bundan sonra dokunsun. Bir parti birinci olunca mı gider de Erdoğan ile “normalleşme” üstüne görüşür. Daha o günlerde Erdoğan ve arkadaşlarının CHP’ye karşı tuzak üstüne tuzak kurduğunun farkına varılmaz mı?

 

Konumuz elbette CHP değil, CHP’ye atıp tutmak da değil. Sol ve sosyalist yapılar başta kendimiz olmak koşulu ile ayağa kalkmamız gerekiyor. Belli bir kitle gücüyle de dinci, gerici ve faşist yapılara kök söktürmek de bizim işimiz olmalı. Çünkü kimsenin bu gerçekler ortada dururken bir eleştiride bulunsanız bile size verecekleri yanıt akıllara durgunluk verecek cinsten yanıtlar oluyor.

 

Sanki sözleşmiş ve trolleşmiş bir grupla karşılaşıyorsunuz ve onlar başlıyorlar size sövüp saymaya. Bunlara kulak asmamak gerekir ancak insanız, yalan ve iftira üzerinden yazı yazan ve böyle alışkanlıkları olanlara da sonuçta bir şeyler söylemek gereği duyuyorsunuz amma velakin kendi durumlarını bir kez olsun masaya yatırmamış olanlar sizi AKP’ye göndermeye kalkışmakla kalmıyor aynı zamanda da satılık olabileceğiniz konusunda savlar ileri sürüyorlar. Hani bizim çeliğimize su verildiği için bizler bu gibi yaklaşımlara karşı hazırlıklıyız da kendisi soldan çark edip CHP’ye kapağı attığı için sizin sosyalistliğinizi sorgulamayı kendisinde hak görüyor. Bu da mı tutmadı o zaman da işi kişiselleştirip olmayan bir şeyi varmış gibi göstererek sizin sinirlerinizin zıplaması için elinden geleni yapıyor ki bütün bu gerçekler ışığında TSİP olarak diyoruz ki herkes kendi işine baksın. Komünist olan komünist gibi davransın, solcu olan solcu gibi, sosyal demokrat olan da sosyal demokrat gibi. Ama hadsizleri asla barındırmamak koşuluyla…

 

Faşizme karşı mücadele mi, Cumhuriyeti savunmak mı, laiklik mi, emperyalizme arşı kararlı davranmak mı bu da birlikte mi olacak nihayetinde bu işin de ilkesi var nasıl olması gerektiği de bilinmeyen bir şey değil. Kimsenin boşa kürek sallayacak ne zamanı var ne de harcayacak enerjisi…



HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

14 Eylül 2025

 

DURUMU TARTARAK YÜRÜMEK GEREK

 

Ülkemizin çokbilmiş insanları İmamoğlu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanır kazanmaz görülmemiş bir kampanyaya giriştiler. Ülkede sanki hiç sorun yokmuş gibi CHP’yi tutan ya da üye olmadıkları halde destekleyen çok sayıda insan öyle bir kampanya başlattı ki ortalık toz dumana karıştı. İmamoğlu İstanbul’u kazandığına göre Cumhurbaşkanlığı seçimini de haydi haydi kazanabilirdi. Gruplar kuruldu, insanlar örgütlendiler ve İmamoğlu belediye başkanlığını yapması ve hakkıyla İstanbul’u düze çıkarması gerekirken belediye başkanlığının yanına bir de cumhurbaşkanlığı adayı konuluverdi.

 

Ekrem İmamoğlu İBB’yi kazanmıştı ama CHP belediye meclis üyeliği konusunda azınlıktaydı. İlk salvo “topal ördek” benzetmesiyle Erdoğan’dan geldi. Çünkü İmamoğlu kazanmıştı kazanmasına da belediye meclis üye çoğunluğunu elinde tuttuğu için gerektiğinde İmamoğlu’na iş yaptırmayarak halkın gözünden düşürüp İstanbul’u yeniden ele geçirebilirlerdi Erdoğan. İmamoğlu düşürülmediyse de yıllar engellemelerle geçti. Bir sonraki seçimde ise İmamoğlu arayı epey açarak Belediye Meclis çoğunluğunu da elde etti. Ancak Cumhurbaşkanlığı adaylığı hiç gündemden kalkmadı.

 

Üstelik bazıları da son seçimlerde Kılıçdaroğlu kendisinin adaylığını “dayatmasaymış” olsaydı İmamoğlu ile Cumhurbaşkanlığı kazanılır ve Erdoğan’da düşmüş olurdu propagandası ayyuka çıkarılırken Kılıçdaroğlu’na karşı ise yoğun bir kampanya başlatıldı. Sonuçta Kılıçdaroğlu genel kurulda kaybetti ve Özgür Özel ve arkadaşları yönetime geldiler. Kısa bir süre sonra da 31 Mart 2024 Yerel seçimleri yapıldı ve CHP birinci parti olarak seçimleri önde tamamladığı gibi büyükşehirlerin çoğunda olduğu gibi pek çok il ve ilçede de seçimlerden başarılı çıktı. Bu başarı Özgür Özel ve arkadaşlarının başarısıydı ama bir önceki seçimlerde Kılıçdaroğlu'nun büyükşehirlerde bazı seçimleri kıl payı kaybettiği birçok yerde de seçimleri aldığı unutulup Kılıçdaroğlu’nun adı başarısızlıkla anılırken yeni yönetim göklere çıkarıldı. İmamaolu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığı ise hiç mi hiç gündemden düşürülmedi.

 

Yeni yönetimin akıl vericileri çoktu. Akıl vericilere göre hemen erken seçime gidilmeli, gerekirse AKP ve saray iktidarı erken seçime zorlanmalıydı. Mecliste erken seçim kararı alınacak bir sayı yoktu muhalefetin elinde bu yüzden de geriye Erdoğan’ın erken seçim kararı alması zorlanabilirdi fakat gelişmeler bir işe yaramadığı gibi Erdoğan ilk iş CHP’nin kazandığı yeni eski belediyeleri silkelemekle başladı işe. Geçmişte AKP’nin elinde bulunan belediyelerin bile SSK borçları vs. alınmalıydı böylece harekete geçilerek CHP’li belediyeler ilk raunt sıkıştırılmaya ve iş yapamaz hale getirilmeye çalışıldı. Bir ölçüde de olsa başarılı da olundu.

 

Bu arada CHP erken seçime iktidarı zorlamak için İmamoğlu kartını masaya sürdü ve bir halk oylaması yöntemiyle aday belirlemesine gitti. 17 milyona yakın oy verildiği sonuçları açıklandıysa da AKP ve saray iktidarı erken seçim kararı için kılını bile kıpırdatmadı. Nihayet Erdoğan’ın deyimi ile turpun büyüğü gündeme getirildi ve yargının da yandaşlığı ile CHP belediyelerine yolsuzluk üzerinden operasyonlar başlatıldı.

 

Operasyonların geldiği nokta hakkında uzun uzadıya yazmaya gerek yok. Herkes biliyor ve yaşıyor. Bu kez Erdoğan ve çevresi attıkları adımdan kârlı çıkmıştı. Çünkü kanıt vardı yoktu bunları geçiyorum fakat toplumda bu yönde bir kanaatte oluşturulmadı değil.

 

Burada en önemlisi şu: CHP’li belediyelerin kimlere ihale verdiği ile ilgili resmen bir sorun vardı. Nitekim tutuklamalara kanıt olarak ileri sürülen dayanaklara baktığımız zaman bu sözünü ettiğimiz konu her yerde CHP’nin önüne çıkıyor. İşin ikinci kötü yanı ise şu. Bu yönetimin seçilmesine olanak sağladığı bazı meclis üyeleri de CHP’ye ayrı bir sille indirmiş olmalarıdır ki istifa eden, itirafçılığa soyunan, AKP’ye geçen bu dayanıksız ve korkakları kim aday göstermişti ve bugün AKP ve saray niye onların üzerinden yürüyordu bilmek lazım.

 

Bu durumda bile var olan yönetim bazı gerçekleri ince eleyip sık dokuyacağı ve konuyu enine boyuna masaya yatıracağı yerde parti içi kavgaları öne çıkaran bir tutum sergilemesi gerçekten de hayra alamet şeyler değil. Evet demokrasi güçleri AKP ve saray oyunlarını bozmalılar buna bir diyeceğim yoktur ancak biz sosyalistler de sistemin iktidardakileri zaten kaşımıza almışız ama iktidar dışındakilerin günahını da sırtımıza yükleyecek değiliz.

 

Hep aynı terane neymiş işler kötüymüş. Böyle dönemlerde Özgür Özel’in CHP’si desteklenmeliymiş. Yahu yeter be bu yaklaşım bizi canımızdan bezdirdi. CHP’liden daha CHP’li görünen solcularımıza da anımsatırız. Siz nasıl bir demokrasi güçlerinin oluşturduğu bir yapının içindesiniz ki deve katarı gibi bugün CHP mitinglerinde boy gösteriyorsunuz. Bugünkü CHP sokağa çıktı savıyla hareket ediyorsanız eğer bu da sizi arındırmaz çünkü gerçeklerin saklanamayacağı gibi bir huyu vardır ki sizler bunu bilmiyor olamazsınız…


HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

12 Eylül 2025

 

BUGÜN 12 EYLÜL

 

Bugün 12 Eylül faşizminin üstünden tamı tamına 45 yıl geçmiş. Şu oldu, bu oldu diye aynı şeyleri yazıp durmaktan artık kına geldi. Bugün bu konuda konuşanlar var ama ben hiçbir zaman onlar gibi düşünmedim. Garip değerlendirmeler yapanların özet olarak düşünceleri şu şekilde. 12 Eylül faşizmi sonrasında bile AKP dönemindeki kadar hukuksuzluk yaşanmadı. Bizler hangi rejimde işler nasıldı diye kıyas yapıp bize cehennem hayatı yaşatanlara karşı bu karşılaştırmayı yaparak sonuç alamayız.

 

12 Eylül faşizmi tartışmasız bir faşist diktatörlüktü. Dolayısı ile de faşizm doğası gereği nasıl yapması gerekiyorsa öyle yaptı. 12 Eylülcülerden sonra gelen iktidarlar ise burjuvazinin kendilerine resmen çekidüzen verme dönemiydi ve bir başka deyişle de bu iktidarlar 12 Eylül faşizminin devamı olarak iktidar oldular.

 

Ki bu yüzden de 12 Eylül faşizminin sistem için tehlikeli gördüğü ne varsa yasal ve anayasal olarak ortalığı bir şekle sokup sözüm ona yönetim sivillere geçtiği zaman iktidar 12 Eylül faşizminin yolundan yürüdü ve ülkemizin geniş emekçi yığınlarına da aynı cehennemi yaşattılar. Sonuçta kapitalizm çıkmaz bir yol olduğu için ülkenin bunalımdan çıkmasının olanağı yoktu ve ABD emperyalistler ülkede yeni bir iktidar peşinde olduğu için AKP iktidarı tezgâhlandı.

 

ABD tarafından AKP iktidarının tercihinin nedeni ise önceki iktidarlardan farkı ılımlı İslam anlayışına sahip olmasıydı. AKP 3 Kasım 2002 yılından günümüze kadar adım adım ABD’nin dümen suyunda yürümekle kalmadı aynı zamanda da bir yandan ülke resmen talan edilir ülke ekonomisi çökertilirken diğer yandan da dinci, gerici ve faşizan bir rejimin inşası için ne yapılması gerekiyorsa ol yapıldı.

 

Seçimlerde hileyi bu iktidarın döneminde yaşadık. Sayılmaması gereken oylar YSK’nın kararı ile sayılarak imzasız mühürsüz oylar sayılarak Anayasa değişikliği gerçekleştirilirken tek kişilik rejim de gözümüzün için sokula sokula fiilen yürürlüğe girdi.

 

Herkes için bağlayıcılığı olması gereken Anayasa’yı bu andan itibaren bir tek iktidar tanımadı. Yargı bağımsızlığı ortadan kaldırıldığı gibi özgürce karar vermeleri gereken yargıçların üstünde her türlü baskının önü açılmakla kalmadı. Yargı yandaşlarca dolduruldu ve görülmemiş bir kadrolaşmaya gidildi.

 

15 Temmuz Fetöcü kalkışmayı fırsat bilen iktidar hem demokratik hak ve özgürlükleri rafa kaldırdığı gibi muhalefeti de susturmak için hukuk dışı uygulamaları da tartışmasız uygulama yoluna girdi. Süreçte kayyumlar, görevden almalar, tutuklamalar her türlü hukuk dışı uygulamalar birbirini izlerdi. Mevcut anayasaya bile iktidarın uymaması demek anayasa suçu sayılması gerekirken yargıdan da dişe dokunur tepki gelmedi, gelemezdi de. Çünkü Yüksek Mahkemeler olarak isimlendirilen mahkemelerin üyelerinin neredeyse tamamı iktidarı elinde bulunduran iradenin eliyle atanıyor.

 

Sol yapılara gelince demokrasi güçleri olarak bugüne kadar bir araya gelmediği gibi bundan sonra da geleceğini gösteren bir görünüş hemen hemen yok gibi. Bunun nedeni üzerinde kısaca şunları söyleyebiliriz. 12 Eylül sonrası sol ve sosyalist yapılar bir kısmı liberalleşip sağa yelken açarlarken bir kısmı da komünist iddiasından vazgeçip sol kılığına bürünen yapılar haline geldiler. Kurdukları onca parti olmasına karşı bu partilerin hiçbirinin de tutmaması boşuna değildir. Sol sosyalist partilerin bizzat yöneticileri eliyle sağcılaştırılıp düzen içine çekilmesi yüzünden etkili bir mücadeleye tanık olunmadı. Var olan örgütlerin çoğu artık başka şemsiyeler altında politika yapmaktalar.

 

Son olarak CHP mitinglerinde üçer, beşer bayrakla boy gösterenlere gelince onları oraya çeken elbette demokrasi güçlerinin birlikte davranması gerektiği gerçeği değil. Onlar da kendileri açısından CHP’yi bir şemsiye olarak gördükleri için oralarda boy gösterir oldular. Bu yapılara sorsanız doyurucu bir yanıt vereceklerini sanmıyorum ama en azından şöyle diyeceklerdir. CHP sokağa indi. Üstelik en yığınsal örgüt olduğu için de desteklemek lazım. Peki, sonra desek yanıtları var mı? Bence yok. Bu yüzden de ilkel yapılanmalarla AKP ve saray iktidarının önü kesilemeyeceğini Gezi gösterilerinde yaşadıysak da pek ders alınmışa benzemiyor.

 

Sonuç olarak 12 Eylül 1980 faşist diktatörlüğü bize çok şey öğretmesi gerekiyordu amma demek ki öğrenememişiz. Sağcılaşarak sonuç alınacağı düşünülüyorsa eğer bu sokak çıkmaz bir sokaktır ve faşizm dağınık, gelişigüzel yapılanmaları bilinsin ki dağıtır. Bu yüzden de Türkiye Sosyalist İşçi Partisi olarak daha bir ciddiyet gerekir diyoruz haksız da değiliz…

 




HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

11.09.2025

 

ŞİMDİ NE OLACAK?

 

Anımsıyorsunuz değil mi? Cumhurbaşkanı adayı tartışmaları sırasında Meral Akşener, İmamoğlu diyor başka bir şey demiyordu. O dönemde iktidara karşı bazı partileri birlikte davranmaya ikna çalışmaları yapılırken Meral Akşener iki de bir de pırtıyor, fırsat buldukça da Ekrem İmamoğlu’na sarılıyordu. Sonra aday ne İmamoğlu oldu ne de Mansur Yavaş gösterildi. CHP yönetimi Kılıçdaroğlu’nu aday gösterdi ve devamında ise toz duman arasında Kılıçdaroğlu adaylık koltuğuna oturtuldu.

 

Ancak Meral Akşener’i kimse yerinde tutamıyordu niyeyse? Bir bakmışsınız orda, bir bakmışsınız bir başka yerde. İmamoğlu ise Akşaner’in resmen prensi gibi. Yaşananları yineleyip sizi yormak istemem ama görüntüler ana-oğul görüntüleri gibiydi ya da ne bileyim Abla-küçük haylaz, sevimli kardeş gibi. Akşener masayı devirdi. Aman yaman denilirken Akşener masaya geri geldiyse de artık o masada değildi ve aklı bambaşka yerlerdeydi. Deyim yerindeyse Kılıçdaroğlu’nun kazanmaması için ne yapılması gerekiyorsa onun örgütleyicisiydi.

 

Bu Kılıçdaroğlu ve muhalefet için taktik demiyorum basbayağı stratejik bir yanılgıya dönüştü ve Kılıçdaroğlu da seçimi kaybetti. Sonrasında Meral Akşener’in izlediği yolu hepimiz biliyoruz. Böylece Akşener’in “Hürriyet müsavat” diye çıktığı yol iktidarın dinci, gerici, faşizan anlayışı ile örtüşüverdi.

 

Peki, Sinan Oğan kimdi? O da MHP eskisi, Zafer Partisi tarafından Cumhurbaşkanlığına aday gösterilmiş, durum değiştirecek bir oyda alabilmişti. Ancak ikinci turda o da gidip iktidarın kucağına oturdu. Kendisinden nasıl söz edildiğini, neler karşılığında böyle davrandığı ise yazılıp çizildi.

 

Kılıçdaroğlu muharebe yitirmiş bir general derekesine bizzat kendi çevresindeki insanlarca getirilip her an sırtından hançerleneceği bir noktadaydı ama kendisi bunun ne kadar farkındaydı bilemiyoruz elbette. Sonuçta CHP Genel Kurulu yapıldı şu oldu, bu oldu kongreyi yitirdi. Ancak genel kurul sonrası ortalık durulmadı. İddialar odur ki o bilmem ne yapmış, öteki rüşvet dağıtmış, birileri pavyonda eğlenmiş, birisine iş sözü verilmiş, vs… vs… Bizim CHP’nin iç işlerine karışmak gibi bir derdimiz kesinlikle yoktur ancak ülkenin AKP ve saray iktidarınca kuşatılmış olması ve halkın kuru ekmeğe muhtaç edilmesi nedeniyle bu iktidardan kurtulması gerektiğinin bilincindeyiz.

 

Evet, bize göre iktidar kriz içinde bu yüzden de ülkeyi ekonomik, demokratik ve sosyal krize sokmuş durumda. Uygulamalara baktığımız zaman bu sorunun içinden çıkılması ancak ve ancak demokrasi güçlerinin güç ve eylem birliği ile olacak bir şey. Ancak ne yazık ki CHP yönetimi de kriz içinde. Çünkü ayrılıkları körükleyecek adımlardan uzak durması gerekirken tam tersi yapılıyor. Herkes hain, herkes AKP’li ve Erdoğan’ın adamı. Bu politikanın da bütünleştirici ve birleştirici bir yanı yok.

 

Daha dün CHP’ye oy verilmemesi için çağrıda bulunacağını söyleyen Ümit Özdağ CHP tarafından nasıl güvenilir bulunabiliyor. Bir televizyon kanalında Ümit hoca bilmem neymiş de Gürsel Tekin onun söylediğine göre bilmem neymiş. Bu nasıl bir iştir anlamadık gitti. Sağcılar, solcuların dinlediği kanalda programların müdavimleri olmuş birileri de CHP içindeki taraflardan birine her şeyi yakıştırma sevdasında. Yahu size söylüyorum siz CHP’nin bölünmesini mi istiyorsunuz yoksa hızla problemlerinin çözülerek birleştirilmesini mi? Bir bilebilsek siz kimsiniz bayağı rahatlayacağız da neyse devam… Nasıl olsa bir gün gelir herkes durduğu yerin hesabını da verir…

CHP İstanbul İl Örgütü'ne polis operasyonu
CHP İstanbul İl Örgütü'ne polis operasyonu

HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

09.09.2025

 

ÜLKEDE REJİM KRİZİ VAR

 

AKP ve saray iktidarı olağan bir burjuva iktidarı değil. Bu yüzden de bilerek ve isteyerek rejim krizi bizzat iktidarın eliyle yaratılıyor. Çünkü iktidar hem dinci, gerici ve yığınların üzerinde baskı ve zulüm uygulayan bir rejimin peşinde.

 

AKP ve saray iktidarının 23 yıllık iktidarına baktığımız zaman sürekli olarak ekonomi bozulmuş ve dibe vurmuş. İktidar kendi dışındakilere karşı neredeyse nefes bile aldırmak istemiyor. İktidarın dışında kalan sağ partilere baktığımız zaman ise üç aşağı beş yukarı her biri AKP’nin veya MHP’nin prototipi gibi. Bu yüzden de onların ne ülkede yaşanan sömürü ile ilgili bir dertleri var ne de demokrasi. Geriye bir tek sol ve sosyalist partiler kalıyor ki onlar da tek başlarına dinci gericiliğin ve faşizan uygulamaların önüne geçecek güçten yoksunlar. Bu durumda geriye bir tek CHP kalıyor ki CHP eşiği de aşıldığında iktidar istediği rejimi oturtacağını düşündüğü için CHP’yi hedef tahtasına oturtmuş durumda.

 

Bugün CHP’nin yaşadıklarının bir benzeri de Kılıçdaroğlu döneminde yaşanıyor, iktidar Kılıçdaroğlu’na ve CHP’ye karşı görülmedik bir düzeyde baskı uygulamaktan an olsun geri durmuyordu. Bu gerçeklere karşın CHP’nin bugünkü yönetimi Kılıçdaroğlu’nu hedef tahtasına koyup CHP’li ya da değil, pek çok kimsenin Kılıçdaroğlu’na karşı kampanya başlattıklarına tanık olduk. Kampanyanın dozu öyle yükseldi öyle yükseldi ki artık eleştiri sınırlarının çok ötesine geçti ve küfür ve hakaretlerinin bini bir para haline geldi.

 

Böyle bir kampanya hiç kuşku yok ki tarafları olabildiğince birbirlerinden uzaklaştırdı. Artan tansiyon CHP’nin bölüneceği ve tarafların birbirlerini yiyecekleri izlenimini yarattı.

 

Dolayısı ile İktidar CHP’nin tam da istediği kıvama geldiğini düşündü ve sözüm ona yargıyı yargı olmaktan çıkardığı için CHP’ye yargı yolu ile yapabileceklerinin hesabını yaptı ve harekete geçti. Devamını hepimiz biliyoruz.

 

Gülsel Tekin mahkemece çağırıcı olarak atandı. (Kayyum) Tartışma bu kez de bunun üzerinden başlatıldı. Gürsel Tekin partiden tedbirli olarak ihraç edildi. Merkez, İstanbul İl Merkezini teslim etmeme kararı aldı ve oraya CHP’lileri ve taraftarları çağırdı. Parti yöneticilerini ve milletvekillerini de gönderdi. Akşamdan polis ablukası, ertesi gün de Gürsel Tekin parti binasına gideceği için operasyonla bina boşaltıldı. Üst katlarda ise Özgür Çelik ve milletvekilleri barikat kurarak orada kaldılar.

 

Peki, ne oldu? Sonuç değiştirildi mi hayır. Sonra baktık gördük ki İstanbul İl Örgütü Bahçelievler İlçe Örgütü’nün binasına taşındığına dair ilgili yerlere dilekçe verilmiş. O il binası da Özgür Özel’in İstanbul çalışma Ofisi olarak bildirilmiş. Tüzükte yeri varmış ya da yokmuş tartışmaya bile gerek olmadığını düşünüyoruz. Bir yönetim ki hem mahkeme kararını tanımadıklarını söylerken hem de mahkeme kararının arkasından dolanarak kitabına uydurmak girişiminde bulunuyorsa durum ne olursa olsun sonuç olarak mahkeme kararına uyulmuş oluyor.

 

Sonradan CHP’nin Hukuk İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gül Çiftçi’nin açıklamalarıyla resmen şoke oluyoruz. Neymiş gerekirse başka bir partide kurulabilirmiş. Seçeneklerinin arasında bu da varmış. Şimdi anladınız mı Atatürk’ün partisi deyip duranlar nasıl seçenekler bulmuşlar kendilerine. Oysa böylesi kriz durumlarında CHP içinde kazan kaynatılması gerekmezdi. Krizi çözmekle sorumlu her kimse kalkar tarafları buluşturur, gerekirse birleştirir ve CHP’ye kurulan tuzağı boşa çıkarırdı ama CHP yönetimi bu yolu seçmedi. Tam tersine diğerlerine sövüp sayma yolunu seçti ve kimisini partiden atmaya kalkarken Kılıçdaroğlu başkalarına AKP’nin hizmetinde suçlamasını yaparak kapıları iyice kapattı.

 

Sizin anlayacağınız parti birlik bütünlük içinde AKP ve saray oyunlarını bozacağı yerde kalktı iç çekişmeyi en üst sınıra taşıdı. Böylece de kim ne söylerse söylesin AKP ve saray iktidarının kurduğu tuzak işlev kazanmış oldu. Bunlar yaşanırken CHP yönetimi ise sanki krizi alt etmiş gibi kalktı Özgür Özel parti merkezinde iktidar olduklarında neler yapacaklarını dile getiren açıklamalarını sıraladı.

 

Özetle CHP’nin yeni yönetimi Özgür Özel ve arkadaşları krizi yönetemedikleri gibi daha da ağırlaştırmış oldular. Bu gerçeği önümüzdeki günlerde nasıl olsa tüm gerçekliği ile CHP yaşayacak. Televizyonlarda aynı kişilerin ortalığı kızıştırır ve bir tarafa her şeyi söylerken iyi bir şey yaptıklarını düşünüyorlardı ya da kasıtlı davranıyorlardı bilemem ama onlara bir önerim var. Madem kaynayan kazanın altına durmadan odun attınız şimdi de hem zil takar hem de oynarsınız.

 

Not: Bir nokta daha var. Hikmet Çetin, Bahçeli ile niye görüştü aldığı yanıttan CHP’liler tatmin oldular mı bu da onlara yeni sorumuz… Ki ortalığa yayıldığına göre bazı şeyler, size yazıklar olsun o kadar. Bahçeli’den Hukuk dersi almanız da varmış kaderinizde… Bir de yeni parti kurma önerisi doğruysa CHP daha çok tartışılır çok.

 



HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

07.09.2025

 

SOSYAL MEDYA KÜFÜRBAZLARI

 

Bir söz vardır ‘BİR NALINA BİR MIHINA VURMAK’ diye. İşte tam da şu an CHP’de yaşananlar bu merkezde. CHP’ye kapak atmış eski solcusu, NATO’cu ve sermaye güven vermek için çırpınıp duran CHP’yi merkez sol çizgiye oturtmak uğraşısı içinde olanlar bir de sol görünüp selin önünden kütük kapmaya çalışanlar aynı davranışı sergiliyorlar. Sosyal medyada öyle bir küfür ortamı yaratmışlar ki bunları okuyunca diyorsunuz ki bu davranış biçimi tam da Erdoğan ve batma noktasına gelen partisi AKP’nin amacına birebir uygun düşüyor. Çünkü bu kapışmanın varacağı nokta CHP’yi asla birleştirmeyeceği gibi Erdoğan ve partisinin numaralarını da alt edip iktidara gelmesi çok zor.

 

Bütün bu olumsuzluklar yaşanırken sözüm ona solda yer aldığını düşündüğümüz sayıları saray medyasının yanında devede kulak birkaç televizyonda da bu iş resmen köpürtülüyor. Televizyona çıkanlara baktığımız zaman yazımızın girişinde söylediğimiz tiplemeler ekranlardan bir gün olsun eksik olmuyorlar. Şu an CHP yönetiminde bulunanları destekleyen kimselerin ise Özgür Özel ve yönetimdeki arkadaşlarına gaz verip övgüler düzmelerinden öte yapıp ettikleri bir şey yok.

 

Sosyal medyada yer alanlar ise terbiye sınırını dipten doruğa aşmış görünüyorlar. Örneğin Kılıçdaroğlu’nun annesinin isminden öyle bir yere varmak isteyenler var ki bunlar deyim yerindeyse tam anlamıyla ırkçı söylemler içindeler ama sol görünme masalı uydurup küfürlerini devam ettiriyorlar. Yok, Kılıçdaroğlu’nun annesinin adı Yemuş’muş da falan filan. Buradan nereye varmak ister ki bu zavallıcıklar? Varmak istedikleri yeri kısaca söyleyeyim ki zamanınızı almayayım. Bunlar tartışmasız şovenist ve iflah olmaz ırkçılar.

 

Öyle görünüyor ki bugünlerde en çok konuşulacak olan şey kesinlikle CHP’nin üzerinde fırtınalar koparılan ve yargıya intikal eden Genel Kurulu. Yargının durumunun analizini yapacak değilim çünkü yargı artık güçler ayrılığı olarak tanımlanan yerinde değil, yapılan bütün değişikliklerle birlikte resmen iktidarın bir hale gelmiştir. Bu yüzden de verilen kararların hukuki olarak ne değeri kalmıştır ne de saygınlığı. Bir düşünün bir ağır ceza mahkemesi Beykoz Belediye Başkanı’nı tahliye ederken bir diğeri tutuklanmasını sağlıyor gerisin geri içeri yolluyor. Bu denli birbirine zıt kararlar veren iki ağır ceza mahkemesinden söz ediyoruz ve ikisi de hukuk konusunda birbirlerinin zıtları konumunda. Durum bu olunca da görevini yapan ve de iktidarın emrinde yargıçlar olduğunu düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz. İşten bu yüzden kimse yargı önünde neyle karşılaşacağını bilemez durumda olduğu için tedirgin.

 

Yaşanan bir karmaşa da CHP’nin İstanbul İl Kongresi sonrası ortaya çıkan durumun geçersizliği. Yargı doğru karar vermiştir ya da vermemiştir demiyoruz fakat şurası bir gerçek ki yargının kararlarına güven duymanın ülkemizde olanağı kalmamıştır. Ancak bazen bir karar çıkıyor yorumculardan bazıları “ülkemizde hâlâ dürüst yargıçlar var” diyor. Bu bakış açısı bizce sakattır. Bir iktidar düşünün ki yargıyı işlevsiz kılmış, siz de çıkmışsınız “Dürüst yargıçlar” olduğunu söyleyerek gerçeğin üstüne kara çarşaf çekiyorsunuz.

 

Yarın 8 Eylül günü Gürsel Tekin ve arkadaşları mahkemece İstanbul İl Kongresi’nin geçersiz sayılması ile birlikte kayyum ya da ne bileyim çağrıcı olarak göreve getirilmişler ya İstanbul İl Merkezi’ne gidip görevlerine başlayacaklarını açıkladılar. Bu konu ile ilgili CHP’liler demediklerini bırakmıyorlar. Bu insanlar ki Turgut Altınok’un kaç dairesi ve serveti açıklandığında bile bu kadar üzerinde durmadılar şimdi Gürsel Tekin’e hem küfrediyorlar hem de kaç dairesi ve ne kadar serveti olduğunu dile getirip küfredip duruyorlar.

 

Ben ve benim gibilerin çoğu Ne Gürsel Tekin’i tanırız ne de oturup bir yerlerde konuşmuşluğumuz var. Ancak CHP için ne kadar koşturduğunu da biliriz. Yarın İl Merkezine geleceğini açıklıyor. CHP’liler ise il merkezine koymayacaklarını söylüyorlar. Peki, koymadılar diyelim sonucun nereye gideceği hesaplanıyor mu? Madem İş bu noktaya gelmişse niye o kadar belediye başkanını içeri yollarlarken engellemediniz? Birbirinize düşmek sanırım daha kolayınıza geliyor olmalı ki böyle davranıyorsunuz.

 

Bir de şu var, Hikmet Çetin kayyum olmak istiyor üzerine niye sesiniz çıkmıyor. Hikmet Çetin çok mu halkçı, çok daha mı CHP’li?

 

Durum anlaşılmıştır, sizin iktidar olmaya niyetiniz yok ki olsaydı eğer partinin bölünmesine yol açacak davranışlardan uzak durur bütünleştirici davranır sonuca kilitlenirdiniz. Madem böyle hakarete devam. Kim tutar sizi…

 




Turgut Koçak


TSİP Genel Başkanı



04.09.2025



ÖZGÜR ÖZEL FİGÜRÜ


Yargıdan pat diye İstanbul il kongresinin tedbiren iptali çıktı. Yerine kayyum olarak da Gürsel Tekin’le birlikte beş kişi görevlendirildi. Bunların hepsi de özellikle Gürsel Tekin ben beni bildik bileli CHP’li.


Özgür Özel yönetimi yargının attığı bu adımı elbette CHP’ye yapılmış ikinci darbe olarak niteledi arkasından da CHP Genel Merkezi’nde Halk TV’yi Genel Merkeze çağırarak bir program yaptı. Program öncesinde CHP’nin merkez yönetimi toplanıp konuyu görüştü ve atılan ilk adımsa kayyum görevini kabul eden Gürsel Tekin’in acilen tedbirli olarak üyeliğinin askıya alındığı ve Disiplin kuruluna sevk edildiği açıklandı.


Buradan da anlaşılıyor ki CHP yönetiminin amacı parti bütünlüğünü sağlayıp Erdoğan ve sarayın bütün entrikalarını boşa çıkarmak değil tam da onların bu darbe girişimine çanak tutmak olduğu görülmüş oldu. Kuşkusuz sosyalist bir parti olarak CHP’nin iç işleriyle ilgili ileri geri konuşacak değiliz. Zaten bu konuda anlı şanlı CHP’li olanlar görevlerini fazlasıyla yapıyorlar. Onların yazıp çizdiklerini ve söylediklerini görünce gerçekten de şaşkınlığa düşmemek elde değil. Ancak AKP ve saray iktidarının CHP’ye ve ülkenin geleceğine yönelik akıl almaz tutumlarını da engellemek için izlenmesi gereken yol parti içindekilerin birbirlerine düşmeleri değil, serinkanlılıkla konuyu ele alıp Erdoğan’ın yargı aracılığı ile yapmak istediklerini boşa çıkarmak.


Hem sonra bir kez olsun bu 52 miting bize ne kazandırdı diye insan oturup bir düşünmez mi? Evet, insanlar hem de gecenin bir saatinde miting meydanlarını dolduruyorlarsa eğer halkın artık burasına geldiğini de anlamıyorsanız bravo size. Eğer Erdoğan’ın kurduğu pusuya düşüp parti içi çatışmalara sonuna kadar kapı aralarsanız sonuçlarını da ağır bir şekilde görmezsiniz sadece aynı zamanda da yıkılmış giderek yığınların gözünden düşmüş AKP ve saray iktidarını da yeniden bu ülkenin başına bela edersiniz bunu da adınız gibi bilin…


Türkiye Sosyalist İşçi Partisi olarak bunca yanlışı düzeltme bildirileri falan yayınlayıp kuşkusuz popülist ve sınıf mücadelesi dışı akıl hocalığına da soyunmayacağız ancak ülkede AKP ve saray iktidarının bu yaptıkları karşısında umutsuzluğu kitlelere bulaştırıp bir kez daha, halkımızın umutsuzluğa düşürülmesine de izin vermeyeceğiz.


Evet, ülkede sistem değişikliğine gidip Cumhuriyeti yıkmış, laikliği hiçe sayan, ülkemizi aç ve yoksul bırakıp halkımızın canına okuyan, emperyalist dünyanın güdümünde dinci, gerici, faşist bir iktidara karşı palavradan ibaret sözlerin dışında bir şey mi oluşturuldu da sosyalistler olarak TSİP bu mücadelenin dışında kaldı? Ya da şöyle diyeyim emperyalizme karşı kim nasıl bir tutum içinde ki biz dışında kalmaya ayak diriyoruz.


Sorulunca hemen ne yârden ne de serden geçmeksizin AB’ci ve NATO yanlısı olduğunuzu pat diye iki de bir yineleyip duruyorsunuz. Sanki sizler bilmiyor musunuz bu ülkenin başına dinci gericiliği ve faşist bir iktidarı kim ya da kimler bela etmiştir?


Gerçekten mücadelede kararlıysanız mitinglerinizde bayrak sallayan sol yapılarla bizim farkımızı bilmeniz gerekir. Ki dile getirdiğim konularda samimi olursunuz o zaman her şey değişir. Durup dururken Bahçeli’den medet ummaya kalkmanız, milletvekillerinizin Bahçeli karşısında gerdan kırıp resim çektirme hevesine kapılmaları ve Özgür Özel’in siyaseten asla eli sıkılmayacak olan Bahçeli’nin elini sıkarak poz vermesi figürü başka başka mesajlar içeriyor ki biz sosyalistler de orada olmayız. Başkaları oluyormuş olmuyormuş onlar da bizim derdimiz değildir. Yüzünü sola dönmüş bir CHP’yi her zaman için önemseriz. Dönmemekte ısrarlı bir CHP’ye diyeceklerimiz olacaktır elbette…


TÜRKİYE SOSYALİST İŞÇİ PARTİSİ (TSİP)

SOCIALIST WORKERS PARTY OF Türkay



HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

03.09.2025

 

BİZ SÖYLEDİK

SİZ MİTİNG YAPTINIZ

 

AKP ve saray iktidarı ve küçük ortağı MHP’nin kim bu ülkenin hayrına bir şey yapacağını sanıyorsa ya yanılır ya da ülkenin bilinçli düşmanıdır ki sözlerine inanıp güvenmemek gerekir.

 

Tamam, bir genel kurul yaptınız ve Kılıçdaroğlu’nu ilginç bir gelişme ile devirdiniz ve CHP’nin başına da geldiniz anladık. Hem siz nasıl insanlarsınız ki genel kurulu böylesi şaibeli bir hale getirdiniz? İçinizden bazıları çıkıp genel kurulla ilgili ihbarlar yapıp dururken bunu Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptırttığını ileri sürerek içinizde bulunan ağzı bozukları sahaya sürüp Kılıçdaroğlu’na küfürler ve hakaretler yağdırarak ortalığı niye Kel Ali’nin bağına çevirdiniz? Daha da önemlisi genel kurula gölge düşürecek tutum ve davranışlara hangi kafayla kapı aralayıp AKP ve saray iktidarı gibi bir iktidarın işini bu denli kolaylaştırdınız?

 

Şaşa ile geldiğiniz yönetimde ilk işiniz niye “Normalleşme” adı altında Erdoğan’ın kapısını çalarak bir trafik başlattınız? Erdoğan’a niye ve hangi akılla sizi yerden yere çalacağı fırsatı yarattınız? Yerel seçimlerde tamam CHP birinci parti oldu bu iyi de sizler ne diye AKP devşirmesi sözüm ona “İş insanı” denilen Aziz İhsan Aktaş gibi onur yoksunu insanlara ihale verip birlikte iş yapmaya kalkıştınız? Sizler bilmiyor muydunuz AKP ve saray iktidarının devşirmelerinin kim olduklarını ve karakterlerini? Hem sonra bir zamanlar “Beşli Çete” diye kapılarına dayanan Kılıçdaroğlu’nun tersine niye bunlarla arayı sıcak tutmak için partinizin politikalarına ters düşecek bir anlayışa imza attınız? Ha bu arada partinizden tutuklu bulunan bazı belediye başkanlarınızı bu işin dışında tutuyorum.

 

Evet, AKP ve saray iktidarı bütün medyayı nasıl ele geçirdi bildiğiniz halde solda doğru dürüst çok az sayıda gazete ve televizyon varken bile o televizyon kanallarında yapılan programlar sizlerin gözünü boyadı ve Bahçeli her defasında partinize hakaret ettiği halde ondan medet uman CHP’yi de bu yönde yönlendiren kimi konuşmacılara ve de program hazırlayıcılarına bugüne kadar tek söz söylediğinizi de duymadık. Öyle umutlandınız öyle umutlandınız ki partinizin bazı milletvekilleri Bahçeli CHP’ye küfredip dururken bile Bahçeli’yi onure edip kırıtarak Bahçeli’nin yüzüne güldüler ve de birlikte resim çektirmediler mi? İyi Parti Musavat Dervişoğlu’nun hayret içinde baktığı bir sırada Özgür Özel’in Bahçeli ile el sıkıştığı resim karesi unutulabilir mi?

 

Haydi, bunları da geçtik. Bahçeli’nin İstanbul İl Kongresi ile ilgili karar alındığı gün CHP’ye ettiği hakaretlerde mi sizi ayıktırmadı?

 

Şimdi İstanbul İl Kongresi yargı tarafından ihtiyati tedbir kararı ile seçilen il yönetimi görevden alındı, 176 delegenin de delegeliği düşürüldü ve Gürsek Tekin’le birlikte 5 kişiye yetki verilir verilmez CHP Merkez karar organı toplanıp Gürsel Tekin’i partiden ihraç etti ve arkasından da Özgür Özel Halk TV’yi parti merkezine davet edip şu ana kadar 50 mitingde söylediklerinin dışında ne söyledi? Tabi Gürsel Tekin’in ihracını saymazsak. Haydi ihraç ettiniz de bu ihraç hukuki olarak kabul görür mü?

 

Şimdi soruyorum Erdoğan’ın bugüne kadar yapılanların tamamını planlamadığını mı düşünüyorsunuz? Düşünüyorsanız eğer gerçekten de Bahçeli konusunda saflığınızın da ötesinde safsınız? Çünkü Erdoğan’ın amacı CHP’lileri CHP’lilere kırdırmak olduğunu da mı düşünemediniz de tam da Erdoğan’ın düşündüğü gibi mi fitili ateşlemeniz gerekirdi? Niye bu darbe niteliğinde olan bu yeni gelişme ile ilgili serinkanlılıkla düşünüp partinin yetkilileri ile birlikte partiyi darma duman edecek bir karar almak ilk aklınıza gelen şey oluyor?

 

Haydi, diyelim ki Gürsel Tekin ve atanan diğer kişileri partiye sokmadınız? İşin nereye götürülmek istendiğini de mi göremiyorsunuz? Bırakalım Gürsel Tekin’i kayyum olarak iktidar yanlısı bilmem kimleri atasalar sonra da onların yanına bilmem ne kadar polis ve güvenlik görevlisi verseler ne yapacaksınız mitingden başka? Niye aklınıza sosyal medyada CHP’ye zararı dokunacak ağzı bozuklara fırsat tanıyorsunuz da kendi partililerinizle içtenlikle iletişim kurarak AKP ve saray iktidarının attığı adımları boşa çıkarmıyorsunuz?

 

Son bir soru daha soruyorum. Hikmet Çetin’i kim Bahçeli’ye gönderdi ve Hikmet Çetin CHP’nin geleceği için Bahçeli’yle ne konuşabilir? Yoksa kamuoyunun bunlardan habersiz kalacağını mı düşünüyorsunuz?

 

AKP’nin bu tür Alicengiz oyunları ile iktidar olamayacağı görülüp dururken izlediğiniz politika neyin politikası? Bir de Özgür Özel her mitinge çıktığında “Biz buraya eylem için geldik” diyor ya yapılan şey basbayağı miting olduğu halde mitinge başka amaçlar yüklemek de neyin nesidir acaba? Şimdi de Zeytinburnu’na miting yapacakmışsınız? Sizin gerçekte amacınız nedir? Hem yapılanları darbe olarak niteliyorsunuz sonra da çıkıp darbeye karşı mitingle yol alabileceğinizi düşünüyorsunuz. Size söyleyeyim siz Ne Erdoğan’ı tanımışsınız ne de Bahçeli’yi. Kendiniz bilirsiniz diyeceğim de ülke elden gitti ülke. Eğer dün TRT Haber’de konuşulanları bir dinlemiş olsaydınız de demek istediğimi daha iyi anlayacaktınız. Ya da anlamamak işinize geliyordur bilemem ancak AKP’nin yargı yolu ile partileri işlevsiz hale getirmek girişimi bence herkesi ilgilendirmeli herkesi…

 



HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

02.09.2025

 

BİTEN AKP SOLUĞU KESİLEN SARAY İKTİDARI


Gerçekten de AKP parti olarak dağılmadan bugüne kadar geldi ya bunu bir başarı saymak gerekiyor. Ülkeyi soktuğu cendereyi düşününce bu partinin bugünlere nasıl gelebilmiş olduğunu insan düşünmeden edemiyor. Ancak bu duruma çok da şaşırmamak gerekir. Çünkü karşımızda ülkeyi soyup soğana çeviren politik bir yapı olduğunun asla unutulmaması gerekiyor. Eğer bu yapı ülkeye bunca zarar vermişse bilinmeli ki ortada kimsenin düşünemeyeceği kadar birbirine bağlı kimsenin kimseyi ele vermediği bir çıkar organizasyonu var ki işte bu yapı bu yüzden kolay kolay çözülmeden bugünlere kadar gelmiş bulunuyor.

 

Hani “bu yollarda birlikte yürümek ve birlikte ıslanmak” tekerlemesi var ya bu söz gerçekte çok şey anlatıyor. Birlikte çalmak, birlikte zenginleşmek, bütün kötülüklerin birlikte ebeliğini etmek gibi bir yapıştırıcı ile yapıştırılmış bu AKP. Devletin bütün kademelerinde görev alanlara baktığımız zaman bunu çok daha kolay anlıyoruz. Kimse beceri sahibi değil, kimsenin elinden bir iş geldiği yok fakat hepsi AKP’ye sonuna kadar bağlı kimselerden seçilmiş. Devlet kademelerine gelmişler gelmesine de hiçbir konuda inanılırlıkları yok. Şu sahte diploma olayı çıkınca üstünü hemen örttüler örtmesine de eğer iyi bir soruşturma olsun AKP saflarında doğru dürüst yükseköğrenim görmüş kimseyi bulmak bile olası değildir.

 

Hatta devlet kademelerine alınan sıradan memurlar ve güvenlik görevlileri de özel olarak seçilmekte 85 milyonun neredeyse 60 milyonuna görev bile verilmemektedir.

 

CHP’li belediyelere atma suç isnat edilip görevden alınır ve tutuklama yapılırken niye AKP ya da ne bileyim cumhur ittifakını oluşturan belediyelerde en küçük operasyona rastlayamıyoruz. Rastlayamayız, çünkü böyle bir adım atılırsa AKP’nin dipten doruğa çözüldüğünü herkesin birbirini suçlayacağına açıkça tanık oluruz. Dolayısı ile iktidar olmak şimdilik bu yapıyı tıpkı paratoner gibi koruyor. Bu konuda bu partiye gönül verenler bu durumu çok iyi bildikleri için rahat görünseler de bu çürümüş yapı aslında içten içe kaynıyor.

 

AKP ve saray iktidarının tepesine gelince; gerçekte bu iktidarın sadece tepesi var. Bakanlar var, cumhurbaşkanı başdanışmanları ve yardımcıları da var fakat hunların hiçbirisi ne söz sahibi ne de kendi inisiyatiflerini kullanarak bir şeyler yapabilecek konumdalar. Adam yangın söndürme alanına gidiyor böyle bir durumda bile Cumhurbaşkanımızın emir ve müsaadeleri ile benzeri söz etmekten azıcık olsun utanıp sıkılmıyor bile. Yani sözün özü ortada ne bir silsile var ne de işlerin kotarılması için işbölümü? Ekonomiden, eğitime, sağlıktan ulaştırmaya, çevre sorunlarından imar işlerine kadar her şeyi bilen bir tek kişi var o da Erdoğan. Hatta Milli savunmadan, içişlerine, belediyelerin nasıl silkelenmesi gerektiğine kadar bir tek kişinin iradesi geçerli.

 

Ülke öyle bir hale getirildi ki hukuk yok üstelik hukuk da yok. Adaletin olmadığı yerde aşında, ekmeğinde, demokrasinin de olmaması anlayışı neredeyse tiye alınıyor. 1 Eylül günü Yeni yargı yılının açılışı nedeniyle söylenenlere baktığımız zaman ne kadar büyük bir sorunlar yumağı içinde kıvrandığımızı görüyoruz. Akın Gürlek sonuçta İBB operasyonunu değerlendirmiş ve demiş ki İBB yolsuzlukları ile ilgili olarak “yüzyılın en büyüğü”…

 

Hani diyelim ki öyle, onun bunun itirafçı olup iftira atmasını kanıt mı sayacağız da söylenen bu sözlere inanacağız? Ortada bir sürü kanıt olur da belki diyorum o da ancak o zaman bulduğunuz bir iftiracının söylediklerine bir değer atfedebilirsiniz. Kaldı ki bizler etkin pişmanlık kafasının bile hukuki olmadığını savunuyoruz.

 

Hukukun bu denli işlevsiz kılınması sonrasında hukuktan söz edenlerin dile getirdiklerinin ne değeri olabilir ki? Şimdi bizler bilmiyor muyuz AKP ve saray iktidarının yolun sonuna geldiğini ve çürümüşlüğünü. Bizler bilmiyor muyuz bu iktidarın olağan koşullarda iktidarını sürdüremeyeceğini? Bu yüzden de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni ve ilçe belediyelerine çekilen operasyonun ne amaçla çekildiğini.

 

Sonuç olarak AKP ve saray iktidarı bunca yasaları özellikle de evrensel hukuk kurallarını hiçe sayarak böylesi girişimlerde bulunmasının nedenlerini ve sonuçlarını görüyoruz işte.

 

Olağan koşullarda ülkeyi yönetemez hale gelen bir iktidarın giderken gitmemek için başvurduğu faşizan yol ve yöntemlerin nedeni başka nasıl açıklanabilir ki?

 

Bir parti iktidara gelebilir, gider de. Bizler isteriz ki gelmesi de gitmesi de demokratik kurallar içinde olsun. Yoksa zorla tepemizde kalacak bir politik harekete ve dümenlerine niye boyun eğelim ki?

 



HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

31.08.2025

 

31 AĞUSTOS KUTLAMALARI

 

Her yıl öyle ya da böyle Anıtkabir’de bildiğimiz hikaye tekrarlanır oldu. Erdoğan gelecek, bindirilmiş güruh alkış tutup Anıtkabir’de slogan atacak. Giderken de aynı sahne tekrarlanacak. Bu konunun bizce iki önemli yanı var. Birincisi Mustafa Kemal Atatürk düşmanlığı, ikincisi de Erdoğan’ın daha önemli olduğu savının topluma kabul ettirilmeye çalışılması.

 

Önce birincisini ele alalım. M. Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti için çok şeyi ifade eder. Şöyle ki Osmanlı dönemi de içinde ordunun en yetenekli subaylarındandır. Yeteneğinin yanında aynı zamanda da aydın bir kişiliğe sahiptir ve en zor dönemlerinde bile kitap okuyan, okuduğu kitaplar içinde çoğu Fransızca olduğu için Fransızca notlar alan biridir ki okuduğu kitaplar hakkında tek tek yoruma gerek yoktur. Çünkü daha çok ülkenin gelecekte nasıl bir yönetimle yönetilmesi gerektiği üzerinde bilgi sahibi olmaya yöneliktir. Ki o dönemde Osmanlı paşalarının ve subaylarının içinde M. Kemal Atatürk gibi subaylar neredeyse yok gibidir. Küçük bazı istisnalar ise hiçbir zaman M. Kemal Atatürk düzeyinde değildir.

 

Sonuçta M. Kemal Atatürk Kurtuluş savaşını örgütleyen çok önemli bir şahsiyet olduğu gibi Büyük Taarruz ve 30 Ağustos Zaferi’nin de başkomutanıdır. Tarih bilenler için kim ne söylerse söylesin ne yazarsa yazsın gerçek durum budur. Sonra Cumhuriyet’in ilanı, arkasından bir dizi dönüşümlere imza atılması da O’nun eseridir.

 

Bizler sosyalistiz. M. Kemal Atatürk’se sosyalist değildir. Bu dar çerçeveden bakarak elbette M. Kemal Atatürk hakkında gelişigüzel söz sarf edecek değiliz.

 

Niye derseniz Lenin SSCB’nin kurucu önderi olduğu için şu andaki bile Rusya’da saygıyla anılır. Oysa bugün Rusya sosyalizmle yönetilmemektedir. Daha da önemlisi Stalin hakkında onca kara propagandaya karşın İkinci Paylaşım Savaşı’nın zaferle bitirilmesi konusunda Stalin’in emeğini ve bilgisini kimse yadsıyamaz. Bu yüzden de bugünkü Rusya da kutlamalar yapılırken Stalin’e ne kimse hakaret etmeye kalkar ne de tören sırasında onun resimlerinin taşınmasına engel olunur. Orak çekiçli bayraklar bugün bile hem ordu mensuplarının hem de sivil halkın gönül yüceliği ile törenlerde taşındığını da unutmamak gerekir.

 

Az çok Rusya’yı bilenler için söylüyorum, İkinci Paylaşım Savaşı’nda en çok insan kaybı Sovyetlerde yaşanmıştır. Bu sayıya daha sonra yaralılar da eklenince 30-35 milyonu bulur. Ki o savaşta yaşamını yitiren Türki Cumhuriyetlerinde de Rusya haritasının tamamında da yaşamını yitirenlerin mezar taşında orak çekiçli semboller vardır.

 

Biz sosyalistler M. Kemal Atatürk’ü elbette bu yanıyla ve emperyalizmi dize getiriş kararlılığı ile önemseriz de anarız da.

 

Dinci gericilerdeki kötü gösterme girişimlerine gelince onun da gerçek anlamını çok iyi biliriz.

 

İkincisi bu dinci, gerici ve faşist düşüncelilerin geriye dönüp bir bakalım acaba önemsenecek tek bir öyküleri olsun var mıdır? Kesinlikle yoktur, olamaz da çünkü bunlar yurtsever olmadıkları gibi insanlığa yararlı bir tek düşünce ve eylemlerine de rastlamak olası değildir. Bu yüzden de bunların içinden ne bir tek ismini anacağım gençlik lideri vardır ne da toplum içinde öne çıkmış bir liderleri.

 

İşin daha da kötüsü bu kimseler yanlış isimlerle boy ölçüşmeye kalktıkları için derin bir travma yaşamaktadırlar. AKP’nin 23 yıllık iktidarı döneminde M. Kemal Atatürk’ü belleklerden silmek için ortaya koydukları çaba hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki yabana atılacak cinsten değildir fakat bütün bunlara karşın yine de başarısız olmuşlardır ki bu da eşyanın doğası gereğidir. İşte bu yüzden de Anıtkabir’de her yıl aynı konu gündeme gelip durmaktadır. M. Kemal Atatürk Diyanet’in yok sayma ve hakaretleri ile karşı karşıyadır ancak yenilen taraf ise hep onlardır.

 

Bu yüzden de diyoruz ki övünecekleri bir tek bile öyküsü olmayanların M. Kemal Atatürk’ü ne unutturmaları, ne de tarihten silmeleri ve kendilerine sahtae bir tarih yazmaya kalkışmaları sonucu değiştiremez. Bu yüzden M. Kemal Atatürk’ü biz sosyalistler kendi koşullarında ele alıyor ve önemsiyoruz. Önemsememiz için de sosyalist olması gerekmiyor.

 

Küçük bir not: Televizyon kanallarında MHP ile ilgili ilginç yorumlar yüzünden her gün iktidarda çatlaklar olduğu savı ileri sürülüp duruyor. Bu CHP’yi de bayağı etkilemiş olmalı ki arka arkaya bir şeyler yaşanır oldu. CHP’li milletvekilleri Bahçeli’yi gördüğünde övgüler düzüp resimler çektiriyor. Özgür Özel’in de el sıkışması görüntüsüne tanıklık ediyoruz. Bu arada içerden İmamoğlu’nun verdiği mesajı da unutmamak lazım.

 

Ancak bunun iki yüzü var. Ne Bahçeli’den bu ülkenin rejimi ile ilgili hayır gelir ne de içeri atılan CHP’liler Bahçeli’nin bir haydesiyle serbest bırakılır. Ne diyelim CHP demokrasinin hâla nasıl kökleşeceği konusunu kavramış görünmüyor. Bu yüzden de başka arayışlar içinde zikzaklarına devam ediyor.

 



HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

29.08.2025

 

VE OKULLAR AÇILIYOR

 

8 Eylül günü okullar açılacak ve eğitimin tüm sorunları öğrencilerimizin omuzlarına yüklenecek. Çantaydı, kalemdi, defterdi, okul formasıydı, kayıt parasıydı derken anne ve babalar tam anlamıyla ekonomik bir çöküntü yaşayacaklar. Daha pek çok soruna değinmiyoruz bile. AKP ve saray iktidarı ile birlikte bir de eğitimin şeklini değiştirmek söz konusu olunca çocuklarımız kimlerin elinde kaldı kimlerin. Hacısı, hocası, tarikatı, cemaati, dinci vakıfları ve dernekler okullarda cirit atmaya başladılar. Kalabalık sınıfları saymıyoruz bile. Daha da önemlisi çocuklarımızın okullarına ulaşması da ayrı bir sorun. Çünkü salt servisçilik kazansın diye çocuklarımızın oturdukları yerin çok uzağında okullara kaydının yapılması velilere ayrı bir yük ki bunun altından bile kalkılamaz.

 

Eğitime ayrılan bütçe Diyanetin bütçesinden çok daha az. 2016 yılında bütçeden eğitimi yüzde 19’luk pay düşerken bugün bu oran yüzde 13’e düşürülmüş. Oysa bu iktidarın faize ödediği pay bütçenin yüzde 16’sını alıp götürüyor. Sorsanız Milli Eğitim Bakanı’na kesinlikle para yoktur. Sonuçta bu bir anlayış meselesi olduğu için AKP ve saray iktidarının kafası da bu şekilde çalışıyor o başka.

 

Ülkede gelir dağılımına baktığımız zaman tam bir uçurumda olduğumuz açıkça belli. Bu yüzden de yoksul ve zengin ailelerin eğitim anlamında çocukları arasında da ayrıcalık açısından bir uçurum var. Öğretmen sayısı yetersiz. Sınıf sayısı  az öğrenciler kalabalık. Bu yüzden öğretmenler ne kadar isterlerse istesinler öğrencilerine istedikleri zamanı ayırmaları da olası değil. Bu denli bir ayrımcılığın isten istemez sayamayacağımız kadar sosyal sorun doğuracağını da bilmiyor değiliz fakat iktidarın işin bu yanıyla ilgilenmediği de görülen bilinen bir şey.

 

Ülkemizde çocuklarımız aç aç okula gitmekte bu yüzden de eğitimde düşünülemeyecek denli ağır problemler yaşanmakta. İktidara sorarsanız çocuklara bir öğün yemek verilmesi için para yok. Bu yüzden de muhalefetin konuyu sık sık gündeme getirmeleri iktidar tarafından gündeme bile alınmıyor. Eğitimde açlıkla sınanan çocuklarımızdan başarı beklenmesi bu yüzden gerçekten de insafsızlık. Hoş iktidarın zaten böyle bir derdi de yok ya neyse…

 

Evet, okullar açılıyor ama velilere bindirilen eğitim yükünün altından velilerin kalkılması olası değil. Devlet bu yüzden parasız eğitimin hakkını vermeli diyeceğiz de bu sömürü düzenini sapına kadar savunan bir iktidardan sonuçta ne beklenir ki?

 

Yüz binlerce öğretmen bugün işsizdir. Atanamayan öğretmenlere resmen cehennem hayatı yaşatılmakta, bu yüzden içlerinden pırıl pırıl çok sayıda çocuğumuz yaşamına kıymış bulunmaktadır ama iktidar bu olup bitenleri görmezden geldiği gibi dikkate bile almamaktadır. Bugün öğretmenler iktidarın elinde inim inim inletilmekte gerektiğinde oradan oraya sürülerek öğretmenlerden öç alınmaktadır. Sözleşmeli öğretmenlere verilen haksız maaş içler acısıdır. Bu özel okullarda çok daha problem olarak karşımıza çıkmakta olup öğretmenlerimiz neredeyse köle ücretine çalıştırılmaktadır.

 

Bugün yukarıda belirttiğimiz sorunları giderecek bir güce sahip ülkemiz ama kaynaklar harcanması gereken yerlere değil, soygunculara sunulmaktadır. AKP ve saray iktidarı ile birlikte kamuda yaşanan soygun yüzünden bugün ekonomi de batmış durumda, her türlü çöküntü de dibine kadar yaşanmaktadır. Ülkenin geleceği olan çocuklarımıza bu denli hoyratça davranılması kabul edilemez, edilmemelidir de. Oysa bu durum AKP ve saray iktidarının derdi bile değildir. İktidardakilerin tuzu kurudur. Bu yüzden de halkın çektiklerini değil görmek konu bile edilmesine katlanamamaktadırlar. Yukarıda söyleyeceğimizi söyledik de bu iktidardan bu isteklerin yerine getirilmesinin olanağı yoktur. Çünkü bu iktidar sömürü düzenini ayakta tutmak için canla başla muhalefete kan kustururken kendileri şaşa içinde yaşamaya devam etmektedirler.

 

Türkiye’de eğitimin çöktüğünü söylüyoruz ama bizim asıl söylediğimiz bu ülkenin geleceğinin yok edilmesidir olanlar. Bu yüzden de çocuklarımızın geleceğine yatırım yapmak zorunludur. Eğitimi bu denli tiye alan bir iktidarla zaten bir gelecekten söz edilemez. Bu yüzden gereken yapılmalı, bu iktidar nasıl gelmişse öyle iktidardan gönderilmelidir. Başkaca da bir seçenek sunmak iyimserlik olur ancak sizlerin de bildiği gibi cehennemin yolu iyi niyet taşlarıyla döşelidir…

 


HER

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

27.08.2025

 

AKP-MHP İTTİFAKI

 

Söze şöyle başlamak iyi olacak. Özellikle iktidara karşı muhalefet eden kanallarda Bahçeli’nin kimi çıkışlarını ittifakta bir çatlak belirtisi olarak görenler var ki bu tür değerlendirmelerden doğrusu bıktık usandık. Bu tür değerlendirmeler isteyenlerin gönlünden geçen bu da olsa doğru değerlendirmedikleri de bir gerçek. Çünkü bu birlikteliği önce sağlıklı olarak değerlendirmekte yarar var. Çünkü bu ittifakın asıl amacı açıkça belirmeliyiz ki bir rejim değişikliğine varıp dayanmıştır. Zaten bu konuda atılan adımlara baktığımız zaman bizi doğrulayan sayısız örnekler vermemiz olasıdır.

 

Bugün Cumhuriyetten söz edebilir miyiz? Hayır! Ya peki, laikliğin kırıntısı söz konusu mu? Değil! Eğitim olabildiğince gericileştirilmiş midir? Hem de nasıl. Ülke bir hukuk devleti de olmadığına göre geriye kala kala ne kalıyor. Bir tek bunların rejimin adını koymaları kalıyor ki onun da diyebiliriz ki eli kulağında. Şimdi bir soru soralım. Bahçeli’nin ideolojisi nasıl bir şey hem ırkçı hem de dinci. “Yani kendi deyişleriyle bunlar Hıra Dağı kadar Müslüman, Tanrı Dağı kadar Türk” olduklarına göre Ümmetçi AKP’den fazlalıkları var eksiklikleri yok. Hatta diyebiliriz ki fazlalıkları var o da ırkçı olmaları.

 

Bu kadarla sözü sınırlayamayız. Biz bildik bileli bu partinin tek başına iktidar olduğu hiçbir zaman olmamıştır. Fakat sağcı bir iktidarın işbaşında kalması için her zaman yandan çarklı iktidara destek sunmayı her zaman başat olarak ele almıştır. Peki, bu desteğin ya da küçük ortak olarak iktidarı kurduğu koalisyonun içinde yer alması ile elde ettikleri şeyler nelerdir?

 

Devlet içinde kadrolaşmaları bunların en önemli amaçlarından birisidir. Bu nedenle de her dönem devlet içinde hatırı sayılacak bir kadrolaşmayı başarmışlardır. Hatta 12 Eylül faşist darbesini gerçekleştiren cunta için bile bunlar; “Düşüncemiz iktidarda, biz ise içerdeyiz” diyerek hayıflanmışlardır.

 

Bahçeli ‘U’ dönüşü yapıp AKP ve saray iktidarını desteklemeye ve cumhur ittifakı içinde yer almaya başladığında var olan iktidardan ne alacağının hesabını çoktan yapmıştı. Devlet bürokrasisi ve alt kademelerinde kadrolaşmak aynı zamanda da dışardan da ülkeyi soyup soğana çevirecek olan bir olanağa sahip olmak. AKP artık eski günlerinde olmadığı için MHP’nin desteğine zorunluydu. Dolayısı ile MHP bu durumu çok iyi bildiği için sonuna kadar kullanma yolunu seçti ve cumhur ittifakına sakız gibi sık sıkı yapıştı.

 

Öyle ki Bahçeli’nin birtakım mafyatik çeteleri bile rahat rahat işlerine devam ettikleri gibi Bahçeli de onlara ağız dolusu “ülküdaşlarım” diyerek sahipleniyor olması boşuna değil.

Araya bir gerçeği daha sıkıştırmam gerekiyor. Bildiğiniz gibi geçen yıl Harp Okulu mezuniyetinde “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyen teğmenlere ne oldu? Onu bunu bilmem Erdoğan’ın emriyle ordudan atıldılar.

 

Şimdi anladınız mı Cumhuriyet’e ne olmuş?

 

Peki, 26 Ağustos’la ilgili  olarak bizim belleğimizde tazeliğini koruyan ne vardır. 26 Ağustos Büyük Taarruz’un başladığı tarih. Bu tarihi günde iktidarın içinde yer alan ittifak partileri neredeydi? DSP Genel Başkanı da dahil, Ahlat’ta değil miydi? Şimdi anladınız mı bu iktidarın neyin peşinde olduğunu? Bunların hepsi sistem değişikliğinde ortaklaşmış özetle Kurtuluş savaşı ve Cumhuriyet’in düşmanları değil mi öyleyse? Bir şey daha söyleyelim. “Atatürk’ün askerleriyiz” dedikleri için sen teğmenleri ordudan atacaksın.  Amma velakin Büyük Taarruz’la ilgili Atatürk’ü bu görüntünün içinden Emniyet Genel Müdürlüğü sitesinden silecekler gıkın bile çıkmayacak. Haydi, bunları da görevden alsanız ya alabiliyorsanız? Bu iş sizce gerçeği ifade etmiyorsa daha ne olması gerekir ki gerçeği anlayasınız?

 

Yazımızı şöyle bitirelim. Sizin boy ölçüştüğünüz kişi sadece cephede bile onca kitap okumuş kişi bir aydın değildir. O kişi aynı zamanda Fidel Kastro’nun söylediği gibi bir kahramandır da. Hem öyle bir kahraman ki “Savaş zorunlu olmadıkça bir cinayettir” diyecek denli insani yanı ağır basan bir ülke kurucusudur. Bu yüzden O’nun öyküsünün suyunun suyu bile olamazsınız…

 

Bunu bilin de ülkeye ihanetleri sabit olan padişahlarınızla Mustafa Kemal Atatürk’ü birbirine karıştırmayın!

 



HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

25.08.2025

 

CHP ÇITAYI YÜKSELTMELİ

 

CHP’ye karşı AKP ve saray iktidarının operasyonları hız kesmiyor. Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney’le birlikte tutuklu belediye başkanı sayısı 16’ya çıktı. Diğer tutuklu sayısı ise sanırım 300 yüzü bulmuştur. Bir iktidar düşünün ki yasaları hiçe saymış ve başlattığı tutuklama yoluyla önünde engel gördüğü CHP’yi etkisiz hale getirmek istemektedir. İktidarın saldırılarına CHP, sayısı 50’yi bulan mitinglerle AKP ve saray iktidarına karşılık vermeye çalışıyor. Partili veya değil mitinglere katılım sayısı ise bugüne kadar azalma göstereceği yerde katılım daha da bir artıyor.

 

Artıyor çünkü artık yığınlar AKP ve saray iktidarına katlanamaz hale geldi. Çarşı Pazar yangını öyle bir hal almış ki tek şeftalinin bile tanesinin 40-50 liraya satılıyor olması, diğer sebze ve meyvelerin ise yanına bile varmanın olanaksızlığına karşın TÜİK aynı teraneyi okumaya devam ediyor. İktidar enflasyonu aşağı göstermek ve emeklinin işçinin, memurun maaşlarına yapılacak zammı da aşağılara çekmek için milyonlarca insanımızla resmen dalga geçiyor.

 

Gerçi, gerçek enflasyonun ne olduğunu da doğru açıklamıyor iktidar ama hissedilen pazar ve çarşı enflasyonunun ne olduğu konusunu da yalanla kapatmaya çalışıyor olması halkın gözünde en tepedeki kişi Erdoğan başta olmak üzere AKP ve saray iktidarının bütün köşe taşlarının iyece gözden düşmesi sonucunu doğuruyor. Ev kiralarının ortalama 25-30 olduğu bir ülkede asgari aylığı 22 bin TL. Emekli aylığı ise 16 bir liraysa bizler bu iktidarın neyini konuşabiliriz?

 

Bunca olumsuzlukların üstüne adalet mekanizmasının çökmesini de eklediğimiz zaman elbette CHP’nin kitleselliği de artacak aldığı oy da. Bunu bugünkü CHP yöneticileri de iyi bildiklerinden mitinglere katılım konusunda şimdilik bir kaygıları yok. Ancak bu durum sürgit böyle devam edemez elbette ki. Giderse de CHP yöneticileri gün gelir rüzgârı arkalarına alamazlar ve de kitlelerin CHP’ye karşı güveni de suyunu çeker.

 

AKP ve saray iktidarının hissettiği falan yokta ister hissettiği için olsun isterseniz kimi baskılar nedeniyle toplumsal bir uzlaşı içine girer mi derseniz. Bu çok iddialı bir beklenti olur ki AKP’nin bunların hiçbirini yapamayacak kadar gözünü karartmış olmasının sayılamayacak kadar çok nedeni var. Var çünkü AKP iktidarı kaybetme korkusunu derinden yaşıyor. Çünkü o kadar çok hesap sorulması gereken dosya birikti ki sayıları belirsiz.

 

AKP ve saray iktidarının uygulamalarının kimse olağan uygulmalar olduğunu söyleyemez. AKP ve saray iktidarı ancak böyle bir uygulamayı dinci, gerici ve faşist uygulamalarla ayakta kalacağını düşündüğü için bunca kötülükleri yaşamaktayız. İşte bu yüzden AKP ve saray iktidarı baskılarını ve yaptırımlarını çok daha arttırmak zorundadır.

 

Bu durumda CHP’nin izleyeceği yol nedir acaba?

 

Her şeyden önce 6’lı masada yer almış partilerin hemen hiçbiri muhalefet görevlerini yapamamakta oldukları çok açık. Bunların dışında kalan sağ partilere ise toz zerresi kadar bile güven duyulamaz. Örnek çok da haydi parlatılıp duran Zafer Partisi’nden söz edelim. Ümit Özdağ içeri girip çıktıktan sonra kuzuya döndü mü dönmedi mi sizler zaten tanık oldunuz. Daha da önemlisi adam içerdeyken bile kendisini CHP’li vekiller ziyaret ettiği halde kalktı CHP’ye oy verilmemesi yolunda bir demeç verirken artık ne İçişleri ne de Adalet Bakanlığı önünde görünmez olduğu gibi parti olarak bile salon toplantılarını yapamaz hale geldi.

 

Geriye sadece sol ve sosyalist sol diyeceğimiz partiler kalıyor ki onları da CHP mitinglerinde üç-beş kırlangıç bayrakla görüyoruz o kadar. Başlangıçta gaza mı geldiler nedir katılımları fazlaydı şimdi ise neredeyse katılmaz oldular.

 

Bu durumda CHP sol ve sosyalist sol partilere ne kadar güven veriyor onu da tartışmak gerekir. Mitingler bir noktadan sonra geniş yığınların katıldığı iş yaşamının etkili bir şekilde genel greve gidilerek durdurulduğu bir noktaya sıçratılmazsa öyle görünüyor ki AKP ve saray iktidarı CHP’yi yargının da yardımıyla örselemeye devam edecektir ki seçim gelip çattığında örselenmiş bir CHP ile AKP ve saray iktidarının gönderilmesi mümkün olmayacaktır. İşte bu yüzden ülkemizi karanlık günler beklemektedir ki sonucun daha da kötüye gitmesi olasılığı büyüktür.

 

Şu konunun da altını çizmek gerekiyor. Mitinglerde İmamoğlu’ndan sayısız kez söz edilir ve söylediği her söz mitingin esasını teşkil ederken İçerde yatmaya devam eden Tunç Soyer’den neden bir kez olsun söz edilmez. Ya da Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar’ın adı geçmediği gibi niye sahiplenilmez. Bu sorulara yanıt vermesi gerekenler elbette CHP’nin yöneticileridir. Kimisine sahip çıkarken kimisinin adının bile anılmaması CHP’nin dinamizmini aşağı çekmez mi? Ya da CHP içinde kendi partilisine küfredenler de mi uyarılmaz. Bu tiplerin kendilerine ne faydaları var ki CHP’ye olsun…

 

Son zamanlarda insanlar neredeyse at yarışı oynar gibi Bahçeli’nin CHP’li belediyelere çekilen operasyonu yorumlama çabası içindeler. Bu konuda abuk subuk sonuçlar çıkarıldığına tanık olmaktayız ki Bu yorumları insanlar çok şey bildiklerini göstermek için mi yapıyorlar ya da ne bileyim CHP’ye yararları dokunacağını mı düşünüyorlar bilmiyorum da Bahçeli ve partisine güven duyanlar eli hamur karnı aç kalır.

 

Bu yüzden safsatayı bırakmak ve yeni bir yol haritası ile AKP ve saray iktidarının karşısına çıkmak gerekir. Bunun içinse CHP’nin bir yol haritasına gereksinimi olduğunu unutmamak gerekir. İşi mitinglerle götürmek de bir yere kadardı CHP o sınırı bana göre çok aşmış durumda.

 



HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

23.08.2025

 

BU KAFA İLE ORTAK BİR NOKTADA

BULUŞMAK ÇOK ZOR

 

Kenan Evren’i şu AKP’liler bir kez daha anımsattılar bize. Komisyon toplantısında bir ana Kürtçe konuşmak istemiş de sözü ağzına tıkayıvermişler. Neymiş efendim mevzuata uygun değilmiş. Ne diyeyim ki size sevsinler sizin mevzuatınızı. Diyelim ki o anne Kürtçe konuşsaydı yer yerinden oynar dünya mı yıkılırdı? Haydi diyelim ki Kürt sorunu ile ilgili çözümden yanasınız. “Biliyoruz değilsiniz de” Bu kafa ile varmak istediğiniz yer neresi olur acaba? Yoksa sizin “terörsüz Türkiye” dediğiniz şey herkesin bir dediğinizi iki etmeden sizin isteklerinize selam çakması mıdır?

 

Kürt sorunu ile ilgili en veciz sözler biliyorsunuz Kenan Evren’e aittir. Ne demişti Evren? “Aslında Kürt yoktur. Onlar dağlık bölgede yaşadıkları için karda yürürken “kart-kürt” diye ses çıkardıkları için kendilerine Kürt demişlermiş. Bu “bilimsel” tespit kimsenin işine yaradı mı hiç? Dönemin iktidarı 12 Eylül sonrası iktidarlarının hepsi de bu politikaya uygun davrandı da bir sonuç alındı mı? Bugüne kadar Kürtlerden ve Türklerden ne kadar insanımız yaşamını yitirdi bir rakam söyleyebilir misiniz? Söyleyemezsiniz çünkü ölenlerin içinde rakama girmeyenlerde oldukça çok.

 

AK iktidarı ve cumhur ittifakı olarak anılan saray iktidarı çözüm için ikinci kez masadalar ama her an masayı devirmek için bir bahane arayıp duruyorlar. Çünkü yaptıkları anket sonuçlarına göre bu politika da kendilerine bir şey katmadı. Bu yüzden de ülkenin başını geçmişte dolaştıran Hakan Fidan şimdi de Dışişleri Bakanı olarak her türlü incelikten bir haber durmadan atıp tutuyor. Gerektiğinde de ağzından çıkanı kulağı duymadığı için efelenip durmayı bir hüner sayıyor. “Siz bizi enayi mi sanıyorsunuz” ağzı ne ağzı?

 

Suriye’deki Kürt gruplara silah bırakmaları için baskılayıp duruyorlar ama Suriye’de olup bitenlerden bu iktidarın sanırım haberi yok. Bir avuç katil sürüsünün arkasında durup onların işin başına gelmesinde rol oynayan AKP ve saray iktidarının Türkiye’yi nasıl bir bataklığın içine ittiğini sanırım Hakan Fidan yeterince bilmiyor olsa gerek.

 

Dahası ABD ve emperyalistlerin BOP politikası gereği Beşar Esad’ı iktidardan kim uzaklaştırdı. Bir avuç katil HTŞ’liye iktidarı altın tepsi içinde kim sundu? Şimdi bu bir avuç HTŞ’li başta Aleviler olmak üzere Suriye’deki azınlıklara nasıl bir muamele çekiyor? Haydi diyelim ki PYD ve SGD güçleri olarak anılan ağırlıklı olarak Kürtlerden oluşan silahlı grup silah bırakıp HTŞ’ye tabi olsa başına gelecekleri bilmiyor mu? Aynı muamelenin onlarında başına geleceği gün gibi ortada değil mi?

 

Evet, Çözüm süreci pek çok nedene bağlı olarak bu denli zorken üstüne üstlük bir de AKP’nin politikaları bu işin üstüne biner ve çözüm süreci işlevsiz kalırsa girilecek korku tüneli nasıl bir tünel olacak acaba? Her anlamda ülke halkını kandırarak iktidarda kalabilen AKP ve saray iktidarı bu kez halka dönüp bir kez daha mı vatan millet Sakarya edebiyatı mı yapacak? Ya da ne bileyin her zaman olduğu gibi bu kez de mi “Bayrak inmez, ezan susmaz mı” diyecek.

 

Bir şeyi daha unutmamalıyız. Kürt sorunu çokça da özgürlüklerin ayaklar altında çiğnenmemesi ile ilgili değil mi? Bir tarafta komisyon çalışacak ama diğer yanda da iktidar kendilerinden olmayan belediyelere kan kusturacak öyle mi? Yargı ellerinde, iş insanı diye ortaya sürdükleri bir sürü zibil itirafçı ve iftiracının  CHP’ye karşı akıl almaz operasyonlar çekilmesinin bir parçası haline getirilmesi karar için maddi kanıt sayılacak öyle mi? Sonra da bu ülkede hiçbir şey olmuyormuş havalarında sorun çözmeye girişip iş bitireceğiz olacak şey mi?

 

Ya seçimle alınmış belediyelere AKP her türlü Alicengiz oyununu çevirip el koyacak bizler de bu olanları olağanmış gibi görerek gıkımızı bile çıkarmadan seçim deyip durarak iktidara ille de sandıkları halkın önüne getirin diyerek sonuç mu alacağız? AKP ve saray iktidarı boğazlarına kadar pisliğin içine batmışken mi olağan işlerliğe dönüp içinde bulunulan zorlukların üstesinden gelinmesi için politik bir nefes yolu mu açacak?

 

Sonuç olarak AKP ve saray iktidarı işbaşından gönderilmeden ne Kürt sorunu çözülür, ne de bir Demokratik Anayasa hazırlanır. Öyle ya kim Anayasa’yı takmayanlardan demokratik Anayasa üzerinde anlaşılabilen bir Anayasa hazırlanabileceğini düşünür.

 

Düşünenler varsa onlara da şunu anımsatalım. İşte karşımızda Özlem Çerçioğlu vakası. İşte Anayasa Profesörü Özbudun hikayesi ve de yüzlerce ağır suç niteliği taşıyan suç işleme özgürlükleri…

 

TÜRKİYE SOSYALİST İŞÇİ PARTİSİ (TSİP)

SOCIALIST WORKERS PARTY OF Türkay


HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

21.08.2025

 

HAKEM HEYETİ

 

Kamu alanında çalışan memur ve memur emeklileri tam anlamıyla iktidarın katakullisi ile karşı karşıya. Memurlar ve emeklileri ne yaparlarsa yapsınlar haklarını savunur konumda değiller. Çünkü ortada kamu çalışanlarının gücünü göstere göstere sonuç almasının olanağı yok. Masada oturanlar zaten iktidarın emrinde kimseler. İşin içine bir de iktidar yanlısı sarı sendikalar girince işin rengi iye değişiyor. Memurları temsilen masaya oturanlar sözüm ona iktidara karşı birkaç söz söyledikten sonra masadan çekiliyor ve çalışma Bakanı ise sanki hak veriyormuş gibi davranarak yüzde 1 oranında önceki teklifinin üstüne koyup güya sendikaların istemine olumlu yanıt veriyormuş havası takınarak maaş artışını yüzde 10’dan 11’e, ikinci dönem içinse 6’ya çıkarıyor. Böylece uyuşmazlık doğuyor ve konunun hakem heyetinde çözülmesi için oraya havale ediliyor. 11 kişilik hakem heyetinin 7 kişisini ise zaten Erdoğan seçmiş. Yani sizin anlayacağınız hakem heyetinin nasıl bir karar alacağı da önceden belli zaten.

 

Bir kez memurlar kendi aralarında bölünmüşler. Memur emeklileri ise bin parça. İşte bu yüzden iktidar karşısında bir güç göremediği için istediği gibi davranabiliyor. Verilen zam bizleri şaşırtıyor mu elbette şaşırtmıyor. Yalnız uyuşmazlık ortaya çıktığında iktidar yanlısı sendikalarda dahil bütün sendikalar kendi meşreplerine uygun olarak çeşitli eylemler koyuyorlar fakat herkes kendi bildiğince yapıyor eylemini. İş bırakma kararının ve uygulamasının hemen arkasından ise eyleme katılan memurların açık açık cezalandırılacağı açıklamaları yapılarak iktidar memurlara gözdağı veriyor. Oysa ülke yasaları ve uluslararası yasalar iş bırakma eylemini gerçekleştiren memurların cezalandırılamayacağı yönünde hükümler taşıyor.

 

Zaten memurların grev hakkı yok. Bu bilindiği için uyuşmazlık bilinerek istenerek yukarıda yapısından söz ettiğimiz hakem heyetine gidiyor. Hakem heyetinin kararları ise kesinlik taşıyor. Burada konuşulan şey daha çok maaş artışı olduğu için memurlar düzen içi sömürüden ne yaparlarsa yapsınlar yakalarını kurtaramıyorlar. Bir başka deyişle iş salt maaş artışında düğümleniyor o da yine iktidarın istediği neyse o oluyor.

 

Sendikalar dedik ya çeşitli ve parçalı bölüklü. Bu yüzden de her sendikanın eylem yöntemi de kullandığı dilde ve hatta eylemde hedefe koydukları bakanlık da farklı farklı oluyor. Egemen düzen bu işin farkında olduğu için anayasal haklar olsun, çalışma ve sözleşme özgürlüğü olsun hiç de tınmıyor bile. Yani istenilen şey memurların güvencesiz, işverenin çıkarına, ucuz, esnek bir kalıbın içine sıkıştırılmak isteniyor o kadar.

 

Dolayısıyla daha güçlü konumda olan işveren bu durumda çalışanlarla ilgili olarak istediği borazanı rahat rahat öttürebiliyor. Dolayısı ile çalışanların aleyhine işverenlerin istedikleri gibi at oynattığı bir iş yaşamı söz konusu. Doğal olarak işveren istediği gibi hak ihlalleri yapabildiği gibi sınıfsal bakışı gereği de daha çok kâr elde etmek için keyfi davranışlarını sonuna kadar uygulamaktan vazgeçmiyor.

 

Her şeye karşın ülkenin en eski komünist partisi olan Türkiye Sosyalist İşçi Partisi olarak iş bırakan kamu emekçilerinin sonuna kadar yanında olduğumuzu dile getirmekle kalmıyoruz aynı zamanda da onların onurlu duruşunu kutluyoruz.

 

Bizler biliyoruz ki konu salt ücret artışı anlayışı ile sınırlandığında sorun çözülmediği gibi kamu emekçilerine verilenlerin kat kat fazlası ülkedeki enflasyon nedeniyle misliyle geri alınıyor. Böylece çalışanların maaşlarına yapılan zammın kısa sürede eridiğini görüyoruz. Ekonomik mücadele aynı zamanda da sınıfsal anlayışla yürütülmediği sürece bir anlam taşımayacağına döne döne vurgu yapıyoruz.

 

Ülke ekonomisi sermaye sınıfının çıkarına işlediği için memur, sözleşmeli çalışan, geçici işçi, çocuk işçi, göçmen işçi, çalışan emekliler, emekli hemen hepsine bir bütünlük içinde baktığımız zaman kaçınılmaz bir ayrımcılık yaşandığını ve işsizliğin de giderek tavan yaptığına tanık oluyoruz. İşveren bütün bunlara bir kılıf bulmaya çalışsa da burada doğru olan sermaye güçlerinin düzeninin açmazıdır o kadar.

 

Kapitalist/emperyalist düzen daha fazla sömürmek zorundadır. Bu yüzden de geniş emekçi yığınlar üstünde baskı ve zorbalığı eksik etmeyecektir. Kurmak isteği egemenliğin bütün ayarı sömürü çarkının dönmesi üzerine olduğu için kapitalist düzenden hayır beklemek hiçbir zaman olası değildir.

 

Bugün verilen ekonomik mücadelede geniş emekçi yığınlar adeta köşeye sıkıştırılmış durumdadır. İşte bu yüzden ekonomik mücadele, politik ve ideolojik mücadele ile bütünleştirilmediği sürece mücadele sınıfsal bir karaktere büründürülemeyecektir. Böylesi bir düzende ise egemen güçlerin sömürü ve baskısı daha da azgınlaşacaktır.

 

Gitgide azgınlaşan kapitalizme karşı sonuna kadar sosyalist bir kararlılıkla karşı durmak bütün emekçiler ve sosyalistler için mücadele kaçınılmaz olduğundan bileği bükülmez geri dönmez bir savaşımı da zorunlu kılar.

 



HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

19.08.2025

 

İNAN GÜNEY TUTUKLAMASI

 

Her bir şey birer birer ortaya çıkmaya başladı. AKP ve saray iktidarı denetimine aldığı yargı ile birlikte habire tutuklamalara bir yenisini ekliyor. Dün en yığınsal mitinglerinden birisini de Aydında gerçekleştirdi. Çünkü eli yüzü bulaşık konumda olan Özlem Çerçioğlu durumun kritikliğini görünce topuklayıp AKP’ye geçerek kendi deyimi ile Erdoğan’ın himayelerine girdi. Böylece de himaye altında Aydın Belediye Başkanlığı görevini tıkır tıkır sürdüreceğini sanıyor. Aydın halkı ise miting alanına koşarak Özlem Çerçioğlu’nun biletini kestiğini gösterdi ki onu ayakta tutmaya göreceksiniz Erdoğan’ın himayeleri de yetmeyecek. Günü geldiğinde rant nasıl olurmuş hesap vereceksiniz nasıl olsa.

 

Gelelim Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney’i AKP ve saray iktidarının niye tutuklattığına. Bir kez Beyoğlu İlçesi rant için önemli bir ilçe. Ayrıca da ne kadar dinci, gerici, vakıflar varsa ve de ülkeye ait önemli tarihi yerler bu ilçenin sınırları içinde. Özetle AKP bu ilçeyi yitirmekle önemli bir rant kapısını da yitirmiş olduğu için bir şekilde bu ilçeyi yeniden almanın peşindeydi bunu biliyoruz. Böyle derken sakın ola kimsenin seçimler olacak AKP de çok çalışıp bu ilçeyi yeniden alacağı yolunda bir düşünce aklına gelmesin. Bu olay bitti çünkü. Bu ilçeyi yeniden almasının bir tek yolu vardı o da haysiyet cellatlığı yaparak ve yargıyı suçuna ortak ederek alabilirdi AKP ve saray iktidarı da bu yolu seçti.

 

Peki, bunu kısa süre içinde İnan Güney’in avukatları paylaşacak da Güney’in tutuklanmasını gerektiren savcı kanıtlara ulaşmış mıydı? Ya da şöyle soralım yargıcın önüne giden dosyada ne gibi kanıtlar vardı ki tutuklama yoluna gidildi. Yöntem aynı yöntem. Neymiş efendim İnan Güney ve arkadaşları suç örgütü üyeleriymiş. Bu konuda kurulan muğlaklığa kargalar bile güler fakat AKP ve saray iktidarı ve emrindeki yargı işin başından beri aynı yöntemi kullandığı için yukarıda dediğimiz gibi haysiyet cellatlığı yaparak kamuoyu nezdinde tutuklananların peşin peşin suçlu ilan edilmesi nedeniyle kendince kamuoyu yaratmak istiyordu bu yüzden de kanıta da gereksinim duymayacak denli hukuk dışı davranışları hukuk içiymiş gibi gösterme çabasındaydı.

 

Daha önce tutuklananlara baktığımız zaman da aynı şeyi görüyoruz. Yalancı tanıklar var ortada. Onların ifadeleri de öyle dayanaksız ki daha etkili bir şeyler bulmak gerektiği için kimi AKP’li adı sanı bilinen avukatlar aracılığı ile insanlar itirafçılığa zorlanıyor ki bunlardan iki tanesi hem de en utanmaz arlanmaz bir şekilde ortaya dökülüverdi.

 

Bununla da kalınmadı, itirafçılık teklif edilip de kabul etmeyenlerin her birisi uzak şehirlere gönderilerek ve sürekli tehdit ve tedirgin edilerek aynı şeyler yaşandı biliyoruz. Daha da önemlisi yasaların bile olur verdiği yaşamsal bir hastalığı bulunanların tahliyesi ile ilgili de sağlık alanında da birtakım türedi meslek erbapları ortaya çıktı. Bunlar M. Murat Çalık’ın tahliye edilmemesi için sağlık etiğine ters gelen çelişkili davranışlar sergilediler gördük. Gördüğümüz bir şey daha var ki o da insan yaşamı ile ilgili bunun için sağlık raporuna bile gereksinim yoktur savcı veya ilgili mahkeme bu yönde karar verebilir böyle bir karar da hem hukukidir hem de insanlık değerleri taşır.

 

Bütün bunlar yaşanırken CHP gücünü göstermek için mitingle başladı tepkisini mitingle devam ettiriyor. CHP’nin Aydın mitingi şimdiye kadar yapılanların 47’ncisi. Aydın mitingi de hiç kuşkusuz kitlelerde biriken tepkisi nedeniyle oldukça kitlesel bir miting oldu. Ancak yarın için hemen seçim olmayacağına göre böyle bir kararı da AKP ve cumhur ittifakını oluşturan partiler almayacağı için bu mitingleri devam ettirmek bir yerden sonra CHP’de enerji birikimini sonuna kadar kullanıp da bir kazanım getirmediğinde rüzgâr bilinmeli ki tersine esmeye başlayacaktır.

 

Siz Aydın mitingini büyük bir kitle ile yapıyorsunuz, AKP ve saray iktidarı ise hemen arkasından Beyoğlu Belediyesine operasyon çekip tutuklama yoluna gidiyor. Bunların böyle de süreceğini olup bitenlerden anlıyoruz. İşte bunun için diyoruz ki daha etkili sonuçları olan yol ve yordamlar gündeme getirilmelidir. Örneğin ülke genelinde etkili olacak bir grev çağrısı gibi. Yine ülke genelinde asgari ücrete mahkum edilenlerin ve emeklilere reva görülen yaşama öl maaşı gibi nedenlerle ülke genelinde etkiye çoğaltacak girişimlere gelmeli ki sıra saray iktidarı da demokratik ortama dönmek için adımlar atsın? Yoksa adamlar zaten dinci, gerici, faşist bir diktatörlük kurmak istediklerine ve demokratik bir ortamla işlerini askıya aldıklarına göre ne diye düşman ilan ettikleri Ana muhalefet partisi CHP’nin hak ve hukukunu tanıyıp istenilen çizgiye gelsin? Bunu Genel Başkan olarak Özgür Özel ile parti yönetimi düşünmeli deriz o kadar..

 



HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

17.08.2025

 

GÖZALTI YAP

TUTUKLA GİTSİN!

 

31 Mart yerel seçimlerinin galibi kuşku yok ki CHP’ydi. CHP birinci parti olunca ilk hatayı Özgür Özel “YUMUŞAMA” politikası ile yaptı ve ağzının payını da almış oldu. Bununla birlikte tartışmalar bir süre devam ettirildi sonra da karşılıklı düello başladı.

 

İktidar cenahının hiç kuşku yok ki ne hukuk taktığı vardı ne de ülkede bugüne kadar yerleşmiş olan kurallara uymak gibi bir derdi. Yargıyı da iyice emrine aldıktan sonra kim tutuklanacaksa yasalar hiçe sayılarak tutuklanıyor, uzun süre içerde tutulduktan sonra da ya serbest bırakılıyordu ya da bazıları susup bir köşeye çekilirse ancak yakayı kurtarabiliyordu.

 

Bir zamanlar toplantıdan toplantıya koşan yabancıların ülkeden gönderilmesi için sert sözler sarf eden Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın da biletini kesip içeri attılar. Ümit Özdağ bir süre içerde kaldıktan sonra serbest bırakıldı fakat o aslan gibi kükreyen Ümit Özdağ gitmiş yerine de iktidar karşısında kuzu kesilmiş bir Ümit Özdağ gelmişti. Tutukluluğu sırasında kendisini en çok ziyaret edenlerin başında CHP milletvekilleri geliyordu gelmesine de o Ümit Özdağ ki kalktı iktidara muhalefet edeceği yerde silahın namlusunu CHP’ye çevirdi ve halkın CHP’ye o vermemesi yönünde sözler söylemeye başladı.

 

Bizim asıl konumuz elbette Ümit Özdağlar gibiler değil. Değil çünkü bunlara güvenilmeyeceğini bizler Sinan Oğan’dan biliyoruz. Sahi o şimdi nerede neyin nesi kimin fesi olarak kimlere hizmet ediyor bilen beri gelip hakkında iki çift söz söylesin.

 

Gerçekten de iktidarın hedef tahtasında sadece CHP’nin bulunuyor olmasının bir nedeni olmalıydı ki Erdoğan her türlü kurguyu CHP’ye karşı yasaları da hiçe sayarak sahneye koydu. İBB Başkanı ve CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı gözaltına alınıp tutuklandı, Diploması iptal edildi. Onunla birlikte İstanbul ilçelerinin belediye başkanları da arka arkaya gözaltına alınıp tutuklandılar. Belediye’de çalışan CHP bürokratları ve hatta önemli önemsiz yerlerde çalışan yüzlerce kişi de bu furyaya bağlı olarak gözaltına alınıp tutuklandılar. Tutuklandıktan sonra da Belediye Başkanı veya üst düzey bürokratları çil yavrusu gibi uzak şehirlerin hapishanelerine dağıtılarak ayrıca cezalandırılmaları yoluna gidildi. Tutuklamaların haksızlığının yanında tutuklananlara ayrıca kötülük olsun diye olmadık davranışlarda bulunulmaya başlandı. Alın size M. Murat Çalık’a yapılanlar işkence değilse nedir acaba?

 

Peki, olup bitenler karşısında CHP’nin yaptıklarına bakalım bir.

 

CHP, haklı olarak mitinglerle başladı işe. Canına tak diyen on binlerce genç yaşlı kim varsa miting alanlarına koştu. Polisin onca hukuk dışı uygulamalarına ve gözaltı ve tutuklamalar yaşanmasına karşın insanlar yine de yıldırılamadı. Sayısını unuttum CHP sayısız miting yaptı şimdiye kadar. Yaptığı mitinglerde de meydanlar asla boş kalmadığı gibi mitinge gelenlerin sayısı azalacağı yerde artmaya başladı. Çünkü yaşananlar yüzünden halk artık mevcut iktidardan illallah demişti.

 

Sonra Çözüm süreci masasına CHP katılacaktı, katılmayacaktı denilirken CHP katıldı ve katılma gerekçesini de kitlelerle paylaştı. Ancak AKP, CHP’nin bu masada bulunmasını asla istemiyordu çünkü başarısızlığı üstüne yıkacağı CHP gerekliydi iktidara. CHP katılma kararı almıştı. Bu komisyonun adı bile CHP’nin önerisiyle demokrasi istemini çağrıştıran bir isim kondu. Artık iyi niyetlilerde yelkenler inmiş, bundan böyle sıranın CHP’li tutuklu belediye başkanlarının ve diğerlerinin bırakılmasına geldiği düşünülmeye başlanılmıştı ki Aydın Belediye Başkanı Çerçioğlu allem edilip gallem edilip AKP’ye geçmesi sağlandı. Altında nelerin olduğunu biz değil bütün Türkiye biliyor. Arkasından da Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Güney’e ve 44 kişiye operasyon çekilip şu an polis merkezinde ifadeleri alınıyor. Yarın mahkemeye çıkarılacaklar.

 

Şimdi soruyoruz. Ülkede demokrasinin kırıntısı yoksa yargı iktidarın kılıcına dönüşmüşse CHP atılan bu adımlara nereye kadar mitingle yanıt vermeyi düşünüyor acaba? CHP arkadaşlarının suçsuzluğunu savunmaktan bir adım geri durmadı tamam da bunun durumu değiştirme bağlamında bugüne kadar hiç yararı oldu mu?

 

Değil de diyelim ki suçlu olanlar var karşılığını alır diyeceğiz de var olan iktidarın hukukla bir işi mi var ki de böyle düşünülsün. Diyelim ki suçsuzlar, yargı da söylendiği gibi iktidarın emrinde ve o ne isterse öyle davranıyor, bunların kararının geçerliliği sineye çekilecek bir şey mi? CHP’liler bu gidişle yerel yönetimlere adam bile bulamayacaklarını acaba aralarında tartışıyorlar mı? Önümüzdeki dönem sopa ile bir parti iktidarda kalacak ve biz buna yasal çerçeveler kılıfı uydurarak seyirci kalacaksak ülkede iktidar değişikliği başka türlü nasıl sağlanacak ki?

 

Halk CHP’ye güvenmek istiyor. O güven de boşa çıkarılırsa halk açlığa, yoksulluğa, geçim sıkıntısına nasıl dayanacak da ülkede yaşamını sürdürecek? Bütün kurumlar çürümüş, yurttaşın hakkını arayacağı ortada hiçbir şey kalmamış. İktidarın üst düzey görevlileri içinde sahte diplomadan geçilmiyorsa ve de iktidar çevreleri bunu gayet olağan karşılıyorlarsa İmamoğlu’nun asla sahte olmayan diploması iptal edilebiliyorsa kim nereye derdini anlatacak?

 

Miting meydanlarında Özgür Özel’den hep aynı sözleri duya duya haber bile dinlemekten nefret ettik. En baba lafları da Yozgat’a gidiliyor “Yiğit Yozgatlılar” deniyor. Aksaray’a, Samsun’a, Tokat’a, Amasya’ya nerede miting yapılmışsa orada aynı palavradan tayyare sözler…

 

Sonra mı?

 

Sonra yeni bir CHP’li belediyeye çökmek için eli kulağında operasyonlar hazırlanıyor. Al bir kaya nerene dayarsan daya!

 

İşte biz bunun için halkımızı partimize çağırıyoruz. Çünkü sosyalistlerden ne dönek çıkar ne de çıkar için saf değiştirecek bir alçak. Bilmem anlatabildik mi?

 




HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

15.08.2025

 

ZÜBÜKLER!!!

 

Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı AKP’ye geçti. Geçtikten sonra bir konuşma yapıp “alnım açık, yüzüm ak… Bundan sonraki görevlerimi cumhurbaşkanımızın himayelerinde sürdüreceğim” dedi,

 

İyi Parti’den AKP’ye geçen bir belediye başkanı diz çöküp bel kırdıktan sonra Recep Tayyip Erdoğan’ın elini öptü.

 

İyi Partiden AKP’ye geçen Yalvaç Belediye Başkanı kürsüye çıkarken, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan; “Başkan çok şişmansın biraz zayıfla … Bir de çok çalış” önerisinde bulundu.

 

Şu belediye başkanlarına bakın bir, bunlar zübük değilse nedir acaba?

 

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu’nun avukatı içerde. Tutuklu kişilerden para almak ve onların davasını sürdürmek için yasal olmayan yollardan girişimlerde bulunan, işin içine savcıyı da katarak savcının sesini dinleten daha pek çok neden yüzünden Yunanistan’ın Meis adasına kaçmak isteyen Avukat Epözdemir yakalanıp getirildi. Tutuksuz yargılanmak için ev hapsiyle kendisi salıverildi.

 

İBB davası ile ilgili içerde bulunan iş insanı Kapki’ye gidip salıverilmesi karşılığında kendisine getirdiği ifadeye imzalatmak isteyen, üstüne de 2 milyon dolar vermesi gerektiğini söyleyen AKP’nin muteber adamı avukat Mücahit Birinci bugünlerde en çok konuşulan kişilerden. Bakalım onun için ne yapılıp kitabına uydurularak hakkında bir işlem yapılmayacak göreceğiz.

 

Mücahit Birinci denilen herif o kadar pişkin ki sanki devlet adına konuşarak diyor ki “Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Pek yakında göreceksiniz.” CHP Genel Başkanı Özgür Özel’i de tehdit edip ona da vermiş veriştirmiş.

 

Bu ve buna benzer o kadar çok suç teşkil edecek durum var ki ortada saymakla bitirilemez.

 

Örneğin Özlem Çerçioğlu tıpkı soyadı gibi tam anlamıyla soyadı gibi düşünüp sözüm ona kurnazca davranarak kendisine yönelecek suçlamalardan kurtulmak için AKP’ye kapağı atmakta bulmuş çareyi. Diyebiliriz ki şimdilik de olsa kurtarmıştır paçayı.

 

Şimdi araya bir not düşelim.

 

Diyelim ki demokratik yollardan iktidar değişti. AKP ve saray iktidarının işlediği suçlar yanlarına mı kalacak? Ya da onların politikalarına alet olup önlerine gelene iftira atanların yaptıkları es geçilip yoksa “Devri sabık yaratmayalım” mı denilecek? Yoksa ülkede bir temiz eller operasyonuyla suç işleyenler işledikleri suçların ve haksız kazançlarının bir bir hesabını mı verecekler?

 

Hani bizler bunu konuşurken ve dahi şu ”çözüm süreci” sürecinin daha ikinci toplantısı yeni bitmişken CHP’li belediyelere sürekli operasyonlar çekilerek CHP’ye karşı bir tasfiye süreci mi devam ettirilecek? Ya da ne bileyim, her şey çok olağanmış gibi yok noktasına getirilmiş TBMM bu haliyle görev yapıyormuş izlenimi verilerek halkımız kandırılmaya devam mı edilecek?

 

Merkez Bankası enflasyonla ilgili bir açıklama yapıyor ve şöyle diyor 2026 enflasyonu %24 olacak. Şaşma olasılığını da şöyle açıklamış. Tıpkı halk dilinde olduğu gibi  “üç aşağı, beş yukarı” üst sınırı 29 alt sınırı 20 olabilir demiş.

 

Bu zübük siyaseti yüzünden halkımızın yaşadıklarına bakar mısınız bir? İşçilerin asgari ücretlerine zam yapılmadı. Emeklilerle dalga geçilse ancak bu kadar olur. İşçilere zam teklifiniz utanılacak rakamlarda. Memur ve memur emeklilerine vermeyi düşündüğünüz zam oranı komik mi komik. Sahi sizin çarşı Pazar enflasyonundan haberiniz var mı? Ya da şöyle bitirelim yazımızı kira atışlarında zammın ne olduğunun farkında mısınız? Elektriğe, doğalgaza, vergilere ne oranında zam yapıyorsunuz da TÜİK’in yalan rakamlarıyla koskoca ülkeyi yaşanmaz hale getirdiniz?

 

Geçen gün Pazar esnafını sözde denetlemeye çıkan bir belediye başkanınız pazarcıya çıkışıyor. “Kaç lira domatesin size geliş fiyatı” diye. Pazarcı çekingen. Diyemiyor ki bunun nakliye parası var, Pazar kirası var, çürümesi erimesi var. Yakıt masrafı var, bir de sabahtan akşama burada dikiliyoruz bizim emeğimiz var…

 

AKP’li belediye başkanı nereden bilecek ki bütün bunları? Kendisinin tuzu kuru. Ayağındaki ayakkabının ederi 35 bin lira, tişörtü de 20-25 bin lira…

 

Şimdi de kalkmışsınız Beyoğlu Belediye Başkanı’nın da bulunduğu bilmem kaç kişiyi gözaltına alıyorsunuz. Böyle devam etmeniz lazım ki kamuoyunu oyalayabilesiniz. Ancak unutmayın bu kafa Hitler, Salazar, Franko, ve Mussolini kafası…

 

O zaman bizler de faşizme geçit vermeyiz. Bu da biz sosyalistlerin kafası…

 


HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

13.08.2025

 

TÜRKİYE’Yİ BELAYA SÜRÜKLEYENLER

 

Gelmiş geçmiş sağ iktidarların ve 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 faşist askeri darbe sonrası kurulan hükümetlerin ülkeyi resmen talan ettiklerini adımız gibi biliyoruz. Bu iktidarlar; Cumhuriyet’in kazandırdığı ne kadar kurum, kuruluş ve fabrika varsa satıp savdılar, yediler içtiler fakat yine de Cumhuriyet’in bu ülkeye kazandırdıklarını sıfırlamaları mümkün olmadı.

 

Yine siyaseten ülke NATO’ya sokuldu. Sokulurken de ülkemiz halkına o kadar “hür dünya” propagandası yapıldı ki ülkeye NATO’ya girmek bile az geldi başta emperyalist ABD olmak üzere ülkemizin stratejik bölgelerinde ABD askeri üsler kurdurulup ülke hem ekonomik hem de askeri, siyasi bağımsızlığından edildi.

 

Bütün bunlar yetmedi. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) gereği Türkiye’nin ayarlarıyla oynamaya devam edildi ve ılımlı İslam anlayışına uygun AKP kurdurularak ilk seçimde iktidar olması sağlandı. AKP ve saray iktidarı başlangıçta yavaş yavaş daha sonra hızlandırarak ülkenin sistemini değiştirip tek kişinin kararı ile her bir şeyi rahat rahat uygular hale geldi.

 

Cumhuriyet’in kazanımları olarak sayacağımız ne kadar fabrika, liman, kurum ve kuruluş varsa hemen hepsini satıp özelleştirerek öyle bir talan ekonomisi uyguladı ki, eskilerin deyimi ile söylersek “hazıra dağ dayanmaz” hesabı yedi içti ülke varlıklarını tek tek bitirdi. Resmen bildik müteahhitlere ihaleler verilerek ülke soyulup soğana çevrildi.

 

Oto yollar, tüneller, köprüler, şehir hastaneleri, havalimanları, Hızlı tren rayları vs. aklınıza ne geliyorsa ülke varlıkları ağzına kadar soyguna açıldı.

 

Durum bu merkezdeyken Türkiye ekonomisi kağıt üstünde büyüme gösterirken gerçekte böyle bir şey yaşanmadı. Aksine sürekli cari açık verilerek borçlar arşı âlâya çıktı. Borçların faizini bile ödemek için yeniden borçlanıldı.

 

 

Bütün bu gerçekler gözlerimizin önünde cereyan ederken olmadı bir de üstüne üstlük emperyalist heveslere soyunularak birçok ülkede askeri varlık da gösterilmeye başlandı. Dolayısı ile ülkemize böylesi bir politikanın ağır bedelleri oldu. Geçmişte Turgut Özal bir koyup üç alacaktı, o anlayışın bedelini Türkiye nasıl ağır ödediyse bugün AKP ve saray iktidarı da izlediği politikanın elbette bedelini ödeyecektir.

 

AKP’yi giderek toplumun gözünden düşüren politikaları kitle desteğinin de azalmasına yol açtığı için yapılacak ilk seçimi kaybedeceğinin çanlarının çaldığını kendileri de biliyor. İşte bu yüzden siyasal İslamcı politikaları ve dünya görüşünü kabul ettirmek için resmen antidemokratik uygulamaları olağan hale getirdi. Kuşkusuz bu uygulamaları olağan koşullarda uygulayamayacağı için belediyelere kayyumlar atıyor, arkası gelmez zorbalıklar uygulayarak kitlelere gözdağı vermek zorunda kalıyor.

 

Ülkede adalet yok, hukuk işlemiyor. Yürütme resmen yargıyı yedeğine almış tepe tepe kullandığı gibi yargı içinde hemen herkesi şaşkına çeviren çeteleşmenin de işi nerelere vardırdığı açıkça görür olduk.

 

Yakayı kaptıran bir iktidar yüzünden ülkemizde ve bölgemizde olup bitenlere karşı tavır bile konulamıyor. Bunlardan birisi İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırım ve bölge halkına karşı giriştiği savaş yöntemleri için gıkı çıkmadığı gibi Tom Barack’a bile müstemleke valisi gibi davranış sergilemesi karşısında söz bile edilemiyor. Yine önerilen Osmanlı tipi bir devlet anlayışı karşısında AKP ve saray iktidarı işine geldiği için bile olsa sus pus olmuş halde ki bu anlayış ülkeyi nerelere kadar sürükler belirsiz.

 

Son olarak ABD’nin Zengezur Koridoru ile ilgili Ermenistan ve Azerbaycan ile attığı adım ki bu yeni girişimin da kabul edilecek bir yanı olmamasına karşın iktidar büyük suskunluğunu bozmuyor. Bu durumda gösteriyor ki kapalı kapılar arkasında verilmiş sözler olmalı ki böyle bir davranış sergilensin. Son olarak ABD gibi bütün dünya halklarının baş düşmanı emperyalist bir ülke 100 yıllığına nasıl oluyor da burnumuzun dibinde ülkemize ve bölgeye karşı tehlikeli olacak bir politikaya girişiyor da Erdoğan ya da ilgili tek bir kişiden küçücük bir tepki de gelmiyor?

 

Türkiye saldırı ve savaş örgütü NATO’nun ensesinde soluğunu duymaya bu kadar hevesli ise Türkiye’nin de açıkça ateşe atıldığı bir politika karşısında niçin susuyor, neyin karşılığında susuyor bilmek isteriz.

 



HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

11.08.2025

 

EMPERYALİSTLERİN İKİYÜZLÜLÜĞÜ

 

İsrail soykırımcılarının Gazze’yi tamamen ilhak etmek için karar alması ve bu kararı dünya aleme açıklaması hiç kuşku yok ki dünyanın her yerinde İsrail’e karşı yığınsal gösterilerin artmasına neden oldu. Bütün bu gerçeklere karşın Alman hükümetinden çıt bile çıkmaması ve Almanya’nın inatla İsrail’in yanında durduğunu göstermesi çok ama çok ilginçti.

 

Almanya Başbakanı Merz hükümetinin bu tavrı İsrail hükümetinin içinde bulunan herkesin bildiği faşist tescilli bakanlar bulunduğunu da unutmamak gerekiyor. Ancak Almanya’da da Alman halkının ve ünlü sanatçı ve entelektüel çevrelerin de işin içine girmesi ile birlikte Alman Hükümeti de diğer ülkelere benzer bir adam atmak zorunda kaldı fakat attığı adım kuşkusuz daha sınırlıydı. Biliyorsunuz silah bakımından Almanya Netanyahu faşistine destek çıkıyordu. Son işgal açıklamaları ile birlikte Almanya kamuoyunun da baskısıyla Merz bundan böyle İsrail’e silah vermeyeceğini açıklamak zorunda kaldı. Ancak Almanya’nın bu kararı bir şey ifade etse de İsrail’i zora sokmayacağı da bilinen bir şey olduğu için Alman yetkilileri işe en kolayından başlamış oldular.

 

Almanya ABD’den sonra İsrail’e en çok silah ihraç eden ülkedir. HAMAS’ın 7 Ekim saldırısından bugüne kadar İsrail’le 485 milyon euroluk askeri malzeme ihracatını onayladığını biliyoruz. Konuyu dile getiren uzmanların İsrail’in kullandığı her üç konvansiyonel silahtan birini Almanya’nın verdiğini dile getirdiklerini de biliyoruz zaten. Durum bu olunca Almanya’dan alınan silahların ne kadarını Gazze’de ne kadarını başka yerlerde kullandığının da bir önemi yok. Almaya’ın kendi güvenliği için İsrail’in güvenliğini önemsediğini bunu da her fırsatta açıkladığını biliyoruz. İşte bu yüzden Almanya silah ihracatının bir kısmını yapmayacak ama çoğunu hız kesmeden devam ettirecektir. Dolayısıyla bu kararın sembolik bir anlamının dışında bir anlamı da olmayacak çünkü uygulanmasının garantisi yok.

 

Unutmayalım ki Merz’in İsrail için “bizim için kirli işleri üsteleniyor” sözünü de anımsarsak söylenen sözün de bir kıymeti olmayacak.

 

Alman muhalefet partisi Yeşiller ve Sol Parti Başbakan Merz’in açıklamalarını yetersiz bularak eleştiriyorlar. Bu iki parti ambargonun sadece İsrail’le sınırlandırılmaması bütün silah ihracatını kapsamasını savunuyorlar. İktidarda yer alan Sosyal Demokratların dış politika sözcüleri ise Almanya’nın en azından Avrupa Birliği Komisyonu’nun İsrail’le ortaklık Anlaşması’nın kısmen ya da tamamen askıya alınması konusundaki girişimlerine destek verilmesini istiyorlar.

 

Merz’in partisi CDU ve küçük ortak CSU ambargo kararına karşılar. İsrail ise bu yönde atılacak adımları Almanya’daki Yahudilerle birlikte HAMAS propagandasının etkisinde kalmak olarak eleştiride bulunuyor. Bu yaklaşımlar karşısında geri adım atan Merz, İsrail politikalarında bir değişiklik olmadığını söyleyerek eleştirileri karşılamak istedi. Merz kamuoyundan gelen eleştiriler karşısında ise sorunun askeri yollarla çözülmesi için silah sağlayamayız dedi ama diplomatik olarak İsrail’e de yardımcı olunacağını söylemek zorunda kaldı.

 

Merz, geçmişte Almanya dış politikasının silahlı çatışmalarla sorunları çözmek isteyenlere ve iç savaş durumunda taraflara silah verilmemesi gerektiğini de dile getirmek gereği duydu. Çünkü Almanya’nın böyle bir yasağı söz konusu.

 

Bilindiği gibi Türkiye’ye uygulanan ambargo ve Ukrayna sorununda da koalisyonda bulunan sosyal demokratların tavrı da bu yasaktan kaynaklanıyordu ama İsrail’e gelince konu gündeme bile gelmeden bugüne kadar devam etti.

 

Merz, pek kamuoyu baskısından söz etmese de İsrail’in son kararı ile Gazze’yi ilhaka kalkışması, on binlerce Filistinliyi katletmesi yüz binlercesini yaralaması ve onları göçe zorlayarak açlığa mahkum etmesi karşısında “Bu sorun askeri yolla çözülmez!“ kararı elbette geç kalınmış bir karar ve kısıtlı da olsa barış için bir kazanım olarak görülebilir.

 

Sonuç olarak bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki emperyalist güçleri her fırsatta köşeye sıkıştırmak ve onların yalanlarına boyun eğmeden gerçekleri dile getirerek hareket etmek sosyalistlerin de boyunlarının borcudur.

 




Yalaka Aliev - Dünya Halklarının Dümanı Trump - Paşinyan
Yalaka Aliev - Dünya Halklarının Dümanı Trump - Paşinyan

HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

09.08.2025

 

ZENGEZUR KORİDORU

 

Sorarsanız birilerine Trump yarı deli ne yapıp ettiğini bilmeyen biri. Bu yaklaşımı ciddi ciddi savunup dünya gündemine ve ülke gündemine sokmaya çalışanların gerçek amaçları başka. Bunlara sorarsanız ABD bütün dünyayı ateşe atan politikaları bir yarı delinin hezeyanları ile yapıyor. Oysa olanlara baktığımız zaman olanlar eşyanın tabiatına uygun olarak yaşama geçiriliyor.

 

Olup bitenlere doğru tanı koyabilmek için bir insanın kapitalizmi ve emperyalizmi iyi bilmesi gerekiyor. Yetmez, aynı zamanda da kapitalizm ve emperyalizm karşıtı olması gerekiyor. Kişi kapitalizm ve emperyalizm karşıtı değilse yorumlamaları da şu an bazılarının yaptığı yorumlardan öte bir anlamı olmayacak.

 

Bir düşünün, ABD 10 bin kilometre uzaktan gelip Aliev gibi yalama biriyle Paşinyan gibi Ermeni halkının çıkarlarını savunmaktan uzak basireti bağlı bir politikacıyı çağırmış Beyaz Sara’ya onlarla iş bağlıyor. Neymiş efendim ABD Ermenilerle Azerbaycanlıları bundan böyle savaşmamak üzere barıştıracakmış. Olur aldıktan sonra da 100 yıllığına Zengezur Koridoru’nu sahiplenip işletecekmiş.

 

Önce bu koridor ne işe yarayacak kısaca ona bakalım. Amsterdam’dan kalkan tren ta Çin’e kadar bu yolu kullanabilecekmiş. Sonra da gelsin paralarmış. Bu yol sayesinde yol üstündeki ülkelerin ticaretleri artacak kazançlarına kazanç eklenecekmiş. Bu koridor siyasetinden siyasi ve askeri olarak en çok etkilenecek olan ülkelerden birisi hiç kuşku yok ki Türkiye olacak ama işin bu yanı hiç gündeme bile getirilmiyor. Varsa da yoksa da kimin ne kazanacağı havucu gösterilip duruyor.

 

ABD’nin bu yeni girişimiyle Rusya güneyden kuşatılmış olacak. Dolayısıyla Ukrayna’da savaşan Rusya’ya karşı bir cephede güneyinden açılacak. Bu arada hedeflerden birisi de hiç kuşkunuz olmasın ki İran daha sonra da Türkiye olacak.

 

Yıllardır Azerbaycan için bizdeki milliyetçi ve faşist partiler ne diyorlardı “Tek millet, iki devletiz”. Bu yeni durum sonrası herkes bir kez daha anlayacak ki bu palavraların hepsi Türkiye halkına yutturulmak istenen birer ahmaklık hapıymış. Bu açılacağı ifade edilen yol güzergâhı üstünde olan onlara da Türki Cumhuriyetler dediğimiz ülkelerin ise çoğu ayıplı aslında. Bunların içinde bugüne kadar Kıbrıs’ta bizi olumlayan birisi niye yok acaba? Bunlardan bazıları ABD’den aldıkları 10 milyon dolar karşılığında eğilip bükülmediler mi?

 

İşte bu nedenle Zengezur Koridoru girişimi ile ülkemizin başına öyle bir çorap örülmek isteniyor. Günü geldiğinde bu çorap neymiş hepiniz öğreneceksiniz ama şu an bu konu ile ilgili olarak susan, Gazze için atılacak yeni adım için ise yeni maceralar içinde olmayacağız diyen, ancak Gazzelileri ülkeye birer sığınmacı olarak kabul etmeye hazır bir Erdoğan var ki işte burada oturup düşünmek gerekiyor.

 

Evet, bu anlaşma ile Rusya’nın ve Çin’in, belki Kuzey Kore’nin de başı ağrıyacak ama en ağır bedel iki ülkeye ödetilecek. Bu iki ülke İran ve Türkiye’dir. Çünkü zincir en zayıf halkasından kopar. Rusya, Çin ve Kuzey Kore zayıf halka değildir.

 

Şimdi bizler kendimizi çözüm sürecine kilitlemişiz. Bu yüzden de gözümüzün önünü göremez durumdayız. Bu nedenle de Zengezur Koridoru gündemimize bile girmiyor. Bu yüzden de sessiz sedasız Erdoğan’ın başını ağrıtacak bir konu da olup bitiyor. Oysa yurtsever bir ülke yönetimi için bu konu o kadar önemlidir ki bu önemin gereği yapılsa ve dense ki Zengezur Koridoru 100 yıllığına ABD sahipliğine ve işletmesine verilemez olay anında biter. Çünkü bu yol Türkiye olur demediği sürece açılamaz, emperyalist/kapitalist dünyanın planları da suya düşer.

 

Bu konuda iktidarın sesi çıkmıyor ya bunun altında yatan önemli şeyler olmalı bizce. Varsa böyle bir şey iktidara bu fırsat verilmemeli ve kitleler ayağa kaldırılmalıdır.

 

İBB’yi konuşalım, tabi konuşacağız. Sahte diplomaları ve bu yöndeki girişimleri konuşalım. Avukat Mehmet Yıldırım’ı da konuşalım ama bu Zengezur Koridoru’nu daha çok konuşalım. Çünkü olabildiğince stratejik bir adım daha atılmak üzere.

 

Ayrıca şunu da hiç unutmayalım. Bu iktidarın 23 yıldır işlediği suçların büyüklüğü o denli tartışılmaz hale geldi ki salt bu yüzden bu iktidar iktidarda kalabilmek için her şeyi göze alacak tıynette. İşte bu yüzden Cumhuriyet’e kast eden, hak ve özgünlükleri hiçe sayan, dinci, gerici dinci bir sistem kurmak isteyen, çalan çırpan, adaleti ve hukuku hiçe sayan bu iktidar bir an önce nasıl geldiğiyse öyle gönderilmeli. Türkiye, emperyalist/kapitalist dünyanın cirit attığı bir ülke olmaktan bir an önce çıkarılmalıdır ve Elçi Tom Barack gibiler daha fazla akıl verip durmaya kalkışmamalıdır.

 



Putin ve Beşar Esad
Putin ve Beşar Esad

HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

07.08.2025

 

SURİYE’DE OLANLAR

 

Bildiğiniz gibi Suriye ile ilgili ABD’nin oyunu yeni değil. Epey eskiye dayanıyor. Suriye’de iktidarın Amerikancı olması için CIA tarafından darbe bile düzenlendi geçmişte. Darbeyi yapan kişiye karşı çıkıp bir başkası darbe yapınca işler değişti. Darbe yapan yeni kişi de gitti yerine başka başka yönetimler geldi.

 

Ortadoğu’da kurulmuş Arap devletlerinin çoğu emperyalist dünya ile içli dışlı olurken bu alaverenin dışında kalan bir tek Suriye oldu. Bu yüzden de dış borcu olmayan parmakla gösterilen ülkelerden biriydi Suriye. Çünkü yatırım adı altında Suriye’ye emperyalist dünyanın şirketlerinin hiçbiri sokulmadı. Yine diğer Arap devletlerinden Akdeniz’e kadar uzanacak petrol boru hattı diğer Arap Sultanlıkları, Kral ve Emirliklerince kabul edilirken bu projeyi reddeden bir tek Suriye Parlamentosu oldu. Bu yüzden de Petrol boru hattı projesi yaşama geçirilemedi öylece kaldı.

 

Durum Beşar Esad devrilinceye kadar da öyleydi.

 

Şimdiyse Suriye’nin başına bir terör örgütünün başı kanlı katil Ahmed El Şara getirildi ve durum da böylece değişti. Ahmed El Şara’nın ABD, İngiltere, Türkiye ve diğer emperyalist ülkeler olmasaydı Suriye’nin başına gelmesinin olanağı var mıydı diye sorarsanız kesinlikle yoktu.

 

Bu durum değişti. Bu nedenle de Suriye’ye yatırım adı altında yabancı sermaye girecek ve Suriye’yi kanının son damlasına kadar emecek.

 

Bir örnek verirsek; Şam Hava Limanı yapılacakmış. Limanın yenilenmesinden tutun da yeni binaların yapımına kadar pek çok işi varmış. Peki, bu işi kim almış acaba?

 

Bizde yakın zamana kadar isimleri çok konuşulan fakat Kılıçdaroğlu CHP’nin başından gittikten sonra artık isimlerinden çok söz edilmeyen beşli çete mensupları almış. Durum şimdilik şöyle:

 

Kalyon İnşaat, Cengiz İnşaat ve TAV İnşaat’ın da içinde bulunduğu konsorsiyum ile Suriye Sivil Havacılık Otoritesi, Şam Uluslararası Havalimanı tesislerinin yolcu kapasitesinin 8 yıl içinde yıllık bazda 31 milyona çıkarılmasını öngören, yatırım tutarı 4 milyar dolar olan bir anlaşmaya imza attı.

 

Görüldüğü gibi bugüne kadar bölgenin tek bağımsız devleti ve ekonomisi olan ülke Suriye’de böylelikle tarihe karışmış oldu. Suriye’de daha başka pek çok sözde yatırımda gündeme gelecek. Hani soyguncular bu soygun saltanatına anlaşılmasın diye yatırım diyorlar da biz onların diliyle konuşmadığımız için bu işe resmen soygun diyoruz.

 

İnsanın bu durumlara bakınca içi kararıyor. Bildiğiniz gibi Sözü edilen “Beşli Çete” grubu önde gelenlerinden Cengiz Holding’in sahibi AKP ve saray iktidarının eliyle ülkemizi de bir güzel soymuştu da hızını alamayıp ülkemiz insanlarının anasını avradını sinkaflamıştı ya bu sinkaflama işine şimdi Suriye’de böylece eklenmiş oldu.

 

Peki, şimdi bu gibi şirketler ve SADAT gibi ne olduğu belirsiz kuruluşlarını adından şimdi niye söz etmez olduk acaba?

 

Birincisi Türkiye’de akıl almaz işler olduğu için gündem neredeyse her gün değişiyor. Değişen yeni gündem bir önceki gündemi gölgede bıraktığı için siyaset çevreleri de iyi kötü ülke gündemine kafa yoran aydın kesimlerde duruma uyum gösteriyor olmalı.

 

Bir diğer şeyse yerel seçimlerin hemen sonrasında Özgür Özel’in  “normalleşme” politikası olmalı ki bu kesim eleştiri oklarının menzil dışına alındı.

 

İsterseniz sözü şöyle bitirelim. Bildiğiniz gibi sözü edilen şirketler önceleri bu kadar büyümemişti. Bir başka deyişle iktidar eliyle büyütülmeye çalışılıyor nimetlerinden yararlanıldığını da cümle alem biliyordu. Durum yine değişmedi. Gayrimeşru soygun düzeni aynen hem de misliyle devam ediyor ancak bu şirketler öyle bir büyüdüler ki sermaye güçleri içinde en irilerini bile solladılar. Dolayısı ile bu güç onları muhalefetin gözünde de dokunulmaz kılıyor.

 

Yazımızı özetlersek durum şudur: Suriye’nin bundan sonraki hali, emperyalistler ve onların çevresindekiler için yağma Hasan’ın böreğidir. Bu börek yüzünden öncelikle Suriye halkının daha sonra da bizim ülkemizin başı çok ağrıyacak çok.

 




ree


HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

05.08.2025

 

ÇÜRÜME BUDUR

 

AKP ve saray iktidarını bizler nasıl bilirdik? Dinci, gerici ve İslami faşist. Bu sıfata kısa sürede ihale yolsuzlukları, vurgunlar, talanlar, rüşvet, adam kayırma, sınav sorularının çalınması, haksız yere atamalar, hiçbir becerisi olmayanların olmadık mevkilere getirilmesi, kara para aklanması, kaçak altın ve akaryakıt işleri sayda say…

 

Fethullahcı çete ile AKP’nin arası neden açıldı dersiniz? Başlangıçta canciğer kuzu sarması olanlar nasıl oldu da birbirleri ile bir süre sonra güç savaşına giriştiler. Öyle iç içe geçmişlik söz konusu idi ki Bakanlık yapanların hemen hepsi “Hoca Efendi” derler bir daha demezlerdi. İşler karışınca 15 Temmuz darbesi sonrası bile “Kandırıldık” diyen ve bütün bu olanlara karşın Fetöye, “Ne istediniz de vermedik” deyip Fethullah’ı ülkeye davet eden Erdoğan değil de bizler miydik?

 

17-25 Aralık operasyonu sonrası Erdoğan ve oğlu Bilal Erdoğan arasındaki konuşmalar söylendiğinin aksine sahte tapelerin sahte olduğu ilgililer tarafından kanıtlanabildi mi? Tersine doğru olduğunu ileri sürenler bu tapelerin doğru olduğunu kanıtlamadılar mı?

 

Yolsuzluk operasyonlarında adı geçen bakanların Yüce Divana gönderilmeleri AKP’li ve MHP’li milletvekillerinin oylarıyla engellense bile olayların gerçek olmadığına dair ortaya ne sürüdü de bu bakanların suçsuz oldukları yönünde kamuoyu yanıltıldı? Peki, Reza Zarraf’ın rüşvetle döndürdüğü dolaplar, altın kaçakçılığı vs. temize mi çıktı. Adam sıkışınca ABD’yi boylayıp sonra da orada itirafçı olup yapıp ettikleriyle ilgili itiraflarda bulunmadı mı? Bu yüzden Halk Bankası Müdürü ABD’de tutuklanmadı mı? AKP ve saray iktidarı tutuklanan sözünü ettiğimiz kimselerin oralarından buralarında çıkan paraları bu suçluları bıraktıktan sonra paralarını da geri faizi ile ödemedi mi?

 

Memleketin ayarları ile oynanıp hiç yoktan çetelerden iş insanı yaratılıp bu kimseler daha sonra siyasi tartışmalarda sık sık Beşli Çete olarak anılmadılar mı? Hâlâ da bu kimseler neredeyse ballı bütün ihaleleri almıyorlar mı?

 

SADAT hangi ihtiyaçtan kuruldu bu memlekette?  Hani şimdi SADAT hiç konuşulmuyor ya bir zamanlar CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu kapısına dayanmış ve bu kuruluş ne maksatla kurulmuştur diye sormamış mıydı? Şimdi bu kuruluş Türkiye toprağından silindi de bu yüzden mi konuşmuyoruz?

 

Sizler değil miydiniz gece gündüz TSK’yı suçlayıp iki de bir de “Darbe yapacaklar” diye diye TSK’yı itibarsızlaştıran? TSK ile ilgili attığınız adımları düşününce çürütülmenin daniskasını TSK’ya siz yaşatmadınız mı? Nerede Harp Okulları, nerede Askeri Liseler, nerede Astsubay okulları? Sonra efendim Askeri Hastaneleri kapatan siz değil misiniz? Bugün TSK için yaşamsal sayabileceğimiz hangi sağlık kurumu ayakta söyler misiniz?

 

TSK olabildiğince siyasetten uzak tutulurdu. Siz değil miydiniz bu konuda en çok konuşup duran? Bugün sizin yüzünüzden üst düzey komutanlar sizlerin il ve ilçe örgütlerinde emir eri gibi boy göstermiyorlar mı? Bugün Emniyeti ne hale getirdiğinizi sahi görüyor musunuz? Ülkenin hangi kurum ve kuruluşu ayakta? Yargı mı? Sağlık Bakanlığı mı? Milli Eğitim Bakanlığı mı, Tarım, Orman Bakanlığı mı? Diyaneti bile yalan makinesine siz çevirmediniz mi?

 

Bu kadar değil elbette. Memleketi özelleştirme adı altında satıp savdınız maşallah, ülkenin dağını, taşını, ormanını, gölünü, nehrini, verimli sulak arazilerini altın vs. çıkaracağız diye yabancı şirketlere peşkeş çeken daha da çok peşkeş çekmek için kanun çıkarıp meclisi tatile çıkaran siz değil misiniz?

 

Sizin yönetiminizde her yeri mafya sarmadı mı? O mafya ki devletin ta canevine kadar elini uzatmamış mıydı? Sokaklarda vuruşan çeteler kimin eseriydi acaba? Ülkeye yabancıları dolduran ve 10 milyonu aşkın bir nüfusu ülke topraklarına dağıtan çoklarına vatandaşlık vermek için bile sahte belgelerin kapısı sizin iktidarınız tarafından açılmadı mı? Sonrasında bu işi ülkemizde çeteleşmiş mafya grupları yürütmüyor mu?

 

Gelelim diploma ve saire sahtekârlıklarına. Şu an konuşuluyor ya diploma sahtekârlığı söylenenin yüz katından da fazla değilse bileklerimi keserim. İstersiniz işe AKP Belediye başkanlığı, belediye meclis üyeliği yapmış bir sürü dinci dernek yöneticilerinden başlayalım nelerle karşılaşacağız nelerle göreceksiniz.

 

Türki Cumhuriyetlerden, bölünen Yugoslavya’nın birçok yerinden hiç okula ve sınava bile katılmadan alınan diplomaları bir araştırın bakalım kimleri bulacaksınız sahte diplomalı olarak göreceğiz. Hani Osmanlı Torunusunuz ya o bize propaganda edip durduğunuz adam bile bir anda diplomasız ve cahil kaldı.

 

Sonuç olarak cahilliğiniz ve kurnazlığınızla ne kadar övünürseniz övünebilirsiniz fakat elin adamı acımaz ki tutar kulağınızdan her birinizi tek tek ortaya çıkarır ve Ekrem İmamoğlu’nun diplomasını nasıl iptal ettirirmişseniz size gösterir de o zaman insan yüzüne çıkacak yüzünüz kalır mı bilemem?

 



HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

03.08.2025

 

SURİYE’NİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ ve TÜRKİYE

 

Bugün HTŞ’lilerin elinde Suriye bir kez daha resmen acze düşürülmüştür. Ancak yine de AKP ve saray iktidarı ağızlarını her açtıklarında Suriye’nin toprak bütünlüğünden sürekli olarak söz etmek her fırsatta dillerinden düşmemiştir. Oysa AKP ve saray yönetimi gerçekten dile getirildiği gibi Suriye’nin toprak bütünlüğünü istemiş olsaydı tartışmasız Beşar Esad yönetimini savunmuş olması gerekmez miydi?

 

Bilindiği gibi Suriye BAAS Partisi Suriye’nin ulusal bütünlüğünü savunan bir politika izledi. Suriye’yi zora sokmak isteyenlerin içinde ABD ve emperyalistlerle birlikte hareket eden Erdoğan iktidarı da var. Suriye’nin başına olmadık çoraplar örerek bu sona gelinmesinde rol oynadılar. Önce emperyalist dünyanın izlediği politikaya yarar getirecek olan dinci terör örgütleri Suriye’nin başına bela edildi. BOP gereği izlenen politikaların önü açılarak Türkiye’nin Suriye topraklarına girişi gerçekleşti. Gerçi TSK’nın Suriye’ye girişinin başka nedenleri de vardı ama o nedenler bir işe yaramadığı gibi üstüne üstlük sözü geçen Kürt bölgelerinde Amerika’nın gelip yerleşmesi sonucunu da doğurmakla kalmadı. Suriye, Dinci terör örgütlerine karşı sürdürdüğü mücadelede Türkiye’nin yüzünden kısmi başarı elde ettiyse de bu yapıları tamamen işlevsiz hale getiremedi. Sonuçta da ABD, İsrail, diğer emperyalist ülkeler ve Türkiye’nin ortak girişimleri ile Beşar Esad rejimi yıkıldı. ve güçsüzlüğü gün gibi ortada HTŞ sözünü ettiğimiz ülkelerin yardımı ile Şam’ı ele geçirip sözüm ona Suriye’de egemen oldu. Bu hareketle birlikte Türkiye Şam’ı sanki kendisi ele geçirmiş gibi davrandıysa da durumun hiç de öyle olmadığı kısa sürede belli oldu.

 

İsrail’se Suriye’ye ait uçak, savaş gemisi ve askeri üsleri darmadağın edip yok etti. HTŞ güçleri ise tam anlamıyla acz içinde ve birer eli kanlı katil sürülerinden ibaret oldukları için bölgedeki güçlerin oyuncağı konumuna düşerken söylendiği gibi aksine Türkiye’ye de fazladan yüz vermedi. Başlangıçta Suriye fatihiymiş gibi davranış sergileyen Erdoğan ve arkadaşlarının kısa sürede balonları sönüverdi.

 

Neden Suriye’de kaçınılmaz son bu şekilde gerçekleşti derseniz bunun yanıtı zor değil. Kuşkusun Beşar Esad sosyalist değildi bu yüzden de köklü dönüşümlere giderek Suriye halkını bir bütün olarak memnun edemezdi. Ayrıca iktidar olarak da bir zümrenin ötesinde bir iktidara dönüştürülemedi. Eş, dost, akraba çevreleri ile amaçlanan iktidarın kurulması ise gerçekten olası değildi. Çünkü bu dar zümrenin izlediği politikalar ister istemez Suriye halkının bütünü tarafından bir türlü benimsenemedi.

 

Suriye bütünüyle kötü değildi fakat sınıf mücadelesi ve egemenlik açısından yüzü geniş halk yığınlarına değil de daha sınırlı bir çevreye yani burjuvaziye dönüktü. Bu yüzden de geniş halk yığınları tarafından desteklenmesi de sınırlı oldu. Oysa geniş halk yığınlarının desteğini almak için onların çıkarları başat olmalı ve sınıf gerçeğinde kararlılıkla yürünseydi belki de bugün Suriye’nin yaşadıklarının hiçbiri yaşanmayabilirdi.

 

Ankara BAAS’ı hedef tahtasına koyup ne kadar kıl tüy dinci terör örgütü varsa onların yanında yer alıp onları palazlandırdı. Hatta ÖSO ve daha sonra adı SMO olarak değişen başıbozukları TSK’nın bir kolu haline getirerek Suriye’ye karşı kullandı. İşin özü ise bunların IŞİD ve türevlerinden devşirilmiş kimseler olduğu bir gerçekti. Böylesine güvenilmez bir dış politikaya sahip AKP ve saray iktidarının Suriye’nin toprak bütünlüğünden söz ediyor olması kimi inandırabilirdi ki?

 

Türkiye’nin güvenliğinin komşularının güvenliği ile yakından ilgili olduğu hep söylenir durur bu yüzden de eğer Türkiye’nin güvenliği tehlikeye düşmüşse bilinmeli ki komşularının güvenliği kesinlikle daha önce tehlikeye düşmüş demektir. Bu politik tespite uygun davranan Türkiye AKP ve saray iktidarı ile birlikte bu politikayı terk ettiği için önümüzdeki günlerde neler yaşanacağını kestirmek gerçekten de güçtür.

 

HTŞ güçleri; İsrail, ABD, Türkiye ve İngiltere vs. ülkelerin kontrolündedir. Bu yüzden Türkiye Suriye’nin toprak bütünlüğünü istese de bunun çok da anlamı yoktur. Zira Suriye’nin birliğinin bozulmasını isteyen en çok isteyen güç ise İsrail’dir. Türkiye’nin bu yüzden dağılmamasını istemesinin çok da etkili olacağını düşünmek olası değildir. Suriye ise birliğini zayıf bir güç olarak bugün emperyalist güçlerin desteği ile iktidarda görünse bile Suriye’nin yazgısında rol oynamayacağı kesindir.

 

HTŞ yönetimi, Suriye’nin birliğini sağlamak şöyle dursun doğası gereği Dürziler, Kürtler, Aleviler, Hıristiyanlarla çatışması kaçınılmazdır. Suriye’nin toprak bütünlüğü bağlamında bu politikanın da ayakları yere basan bir yanı olmadığı gibi maddi temeli de yoktur.

 

HTŞ güçleri İsrail’in canının istediği gibi davranması karşısında yapacak bir şeyi olmadığı görülüp durmaktadır. Benzer bir durum Türkiye tarafından da gündeme gelmemiş değildir. Hatta bu nedenle zaman zaman İsrail’le Türkiye arasında yaşananlar ağız dalaşının da ötesine geçmiş. Türkiye’nin kurmak istediği üsler İsrail tarafından faili meçhule getirilmiş üç adet silah deposu havaya uçurulmuştur.

 

PKK’nın attığı yeni adımla birlikte HTŞ’lilerle Kürtlerin arası durulur gibi olsa da Suriye’nin bir mayınlı araziye çevrilmiş olması yüzünden işler sanıldığından da kötüdür.

 

Yazımızın başında dile getirdik. Türkiye’nin güvenliği komşularının güvenliği ile yakından ilgilidir. Oysa her konuda olduğu gibi bu gibi konularda da Türkiye’nin politikası Batı ne isterse o yönde gelişecektir. Batı bölge ülkelerinin güvenliğini bozmak isteyecek bunu da yapsa yapsa Türkiye aracılığı ile yapacaktır. Ama her şeye karşın, Türkiye yine de komşularının güvenliği doğrultusunda bir politikaya önem vermeli ve bu yönde adımlar atmalıdır.

 

Emperyalist dünyanın tuzakları bilinen şeydir. Bu yüzden Türkiye’de bu gerçekler ışığında emperyalizm karşıtları, Cumhuriyet ve laiklikten yana olanlar birlikte davranmalı estirilen gerici rüzgârlara fırsat vermeyerek bölgede oyunlar kesinlikle bozulmalıdır.

 



HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

02.08.2025

 

YA SOSYALİZM

YA DA İNSANLIĞIN SONU

 

Koskoca Türkiye’de farklı ses çıkaran birkaç gazete ve televizyondan başka basın kalmadı. Ülkemizde yalaka ve yandaş basın olarak nitelenenlere gelince ülkemizde de dünyada da her şey yolunda. Deyim yerindeyse ortalık güllük gülistanlık. Ya da sanki sorumluları bilinmiyormuş gibi suya sabuna dokunmayan değinmeler hepsi o kadar.

 

Asgari ücrete niye zam yapılmadı? Emeklilere verilen zamlar niye devede tüy kadar az? İşçilerin geçinemedikleri için ücretlerini artırılması istemleri arttırılmazsa grev kararı almaları iktidar tarafından niye yasaklanıyor? Birileri mal, mülk, büyük paralar içinde yüzerken büyük çoğunluk niye açlık ve çaresizlikle boğuşuyor? İktidarı ellerinde bulunduranların en tepeden aşağı doğru bir elleri balda bir elleri yağdayken halk niçin umutsuzluk çukuruna itilmiş acaba?

 

AKP ve saray iktidarı işbaşına geldiği günden bu yana işçiler niye grev ve toplu sözleşme haklarına kullanamıyor da işçiler kendilerine ne verilirse amin demek zorunda kalıyorlar? Ev kiralarının fiyatı arşı âlâya çıkmışken, yine kira artışları yüzünden küçük esnafın canı çıkarılmışken bu yapılan büyük kötülüğe milyonları boyun eğdiren güç nasıl bir güçtür acaba? Tarikatlar, cemaatler, dini vakıf ve dernekler holdingleşip halkın kanını emerken milyonlarca yurttaş niye bunların din tüccarlığı altında inim inim inletiliyor? İktidarın gözbebeği çeteleşmiş yandaş şirketler ülke varlığını iç ederken nasıl oluyor da bunların soygununa hukuk işlemiyor dersiniz? Bildiğiniz gibi ormanlarımız nihayet yanıp kül olduktan sonra söndü. Bu konuda konuşan Tarım Orman Bakanı yüzlü yüzlü konuşmuş ve “Ormanları söndürmede başarılı olduk” buyurmuş. Yahu cümle alem biliyor ki başarılı falan olmuş değilsiniz orman yangını yanacak orman kalmadığı için söndü çoğu yerde. Söyler misiniz bu mu sizin başarılı dediğiniz şey?

 

Yargınız yargıya benzemiyor, hak yok, adalet hiç yok. Kimse suçlu mu değil mi bakılmaksızın cezaevine gönderiliyor. Emek Partisi Eski Genel Başkanı Gazeteci Ercüment Akdeniz niye 160 gündür içerde? Daha pek çok gazeteci ne yapmışlar da hapsi boylamışlar?

 

AYM kararına karşı üstelikte TİP milletvekili olan Can Atalay için niye karar uygulanmadı. TBMM en yüksek yargı organının kararına ne adına karşı çıkıp gereğini yerine getirmez. Gezi davası nedeniyle tutuklu olanlara bastınız akıl almaz cezayı. Bu dostlarımızın çoğunun önünde yaşayabilecekleri kaç yılları var acaba hiç vicdanınızı bu hukuksuz ve mesnetsiz karar sızlattı mı? Sızlatmadıysa hiç mi akıl edip düşünmediniz verdiğiniz hukuksuz kararı? Şimdi de Tayfun Kahraman için AYM hak ihlali kararı vermiş. Bunun için ne yapacaksınız? Yoksa yine kulağınızın üstüne yatıp bizlerin sinirlerini mi hoplatacaksınız? Diyelim ki uydunuz diğer gezi davasından içerde olanlar için bu karar emsal gösterilip hepsi salınacaklar mı? Salınmayacaklarsa sizler AYM’ye rağmen Ali kıran baş kesen misiniz?

 

Arkadaş artık yurttaş meyvenin, sebzenin et, süt ve sütlü mamullerin yanına bile niye yaklaşamıyor? Ülkenin her yanında çiftçilerimizin canını çıkardınız bugün bin bir zorlukla yetiştirdikleri ürünleri niye ellerinde kalıyor ya da yok pahasına satmak zorunda kalıyorlar da tüketici yurttaşlarımız bu ürünleri pahalı oluşları nedeniyle almayı bile akıllarından geçiremiyorlar? Direniş örgütleyen yurttaşlara karşı zorbalığınızın nedenini çıkıp açıklayabilir misiniz?

 

Altın ve diğer madenleri çıkaracağız diye yerüstü zenginliklerimizi, doğamızı, sularımızı, ormanlarımızı, bağlarımızı, bahçelerimizi en önemlisi de zeytin ağaçlarımızı kime ne için para kazansınlar diye peşkeş çekip ülkemizde yaşamı bitirecek denli gözünüz döndü çıkıp anlatabilir misiniz? Çanakkale’yi besleyen barajda su kalmadı diyerek bir de Çanakkale Belediyesini suçlamak gibi bir hüneriniz var. Tamam da siz Kaz Dağları’na ne yaptığınızı çıkıp anlatabiliyor musunuz? Artık barajların Kaz Dağları’ndan gelen sularla beslenmediği konusunda niye bir çift söz etmiyor da orayı daha da yok etmenin peşindesiniz?

 

Bizdeki örneklerin çoğunu yaşayan dünyanın pek çok köşesinden daha sayısız ülke var. Sanki buralar kapitalist/emperyalist ülkelerin vurgun alanı. Dünya nüfusunu misliyle doyuracak olanaklar söz konusuyken dünyamız giderek daha da niye yoksullaşıyor? Kapitalist ve emperyalist talana göz yumularak varılmak istenen nokta neresidir sizce?

 

Dün Gazze’de çoluk çocuk İsrail faşistlerince en ağır silahlarla katledilirken bugün açlıkla Gazze’de çoluk çocuk genç, yaşlı demeden insanlar niye öldürülüyor?

 

Kapitalizmi ve emperyalizmin uşaklığını kabul etmiş ülkelerin yöneticilerince insanlık suçu niye gözümüzün içine bakıla bakıla işleniyor?

 

Yeter artık boşa atıp dolu tutmaya kalkışmayalım. Bilelim ki Kapitalist/emperyalist sistem insanlığın düşmanıdır. Bu sistem ortadan kaldırılmadıkça ne açlık ve yoksulluk ortadan kaldırılabilir ne de dünyamızda savaşlar son bulur? Hani analar ağlamasın sözü öyle bir oturmuş ki dilimize bu anlayışın da gerçek olması için kapitalist sistemin yıkılması emperyalizmin sonuncu yenilgiye uğratılması gerekir. İşte bu yüzden öyle laf kalabalığı sayıklayıp durmayalım. İnsanlığın tek kurtuluş seçeneği sosyalizmi tek seçenek olarak yığınların belleğine kazıyalım. Kazıyalım ki insanlık birtakım pansuman tedbirleri yaraya merhem sanıp bir daha bir daha kanmasın…

 

Evet, faşizme karşı demokrasiyi savunacağız ancak o durakta durmayacağız. Yolumuza devam edip geniş halk yığınlarını sosyalist sistemle tanıştırıp bütün sömürü tuzaklarını ve kapitalizmin şeytanlıklarını ortadan kaldıracağız ki yeni bir dünya kuralım o yeni dünya da tek kurtuluş seçeneğimiz olan sosyalizm olsun…

 




 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör
15-16 HAZİRAN

HER GÜN   Turgut Koçak TSİP Genel Başkanı   22 Aralık 2025   2026 YILI BÜTÇESİ SOYGUN BÜTÇESİ   2026 yılı bütçesi görüşülürken sol ve sosyalist partiler, demokratik kitle örgütleri, işçiler, emekliler

 
 
 
TÜRKİYE EKONOMİSİ

TÜRKİYE SOSYALİST İŞÇİ PARTİSİ Turgut Koçak TSİP Genel Başkanı HER GÜN   Turgut Koçak TSİP Genel Başkanı   15 KASIM 2025   İBB İDDİANAMESİ   Herkes konuşuyor, herkes düşünce belirtiyor. Sözüm emek ve

 
 
 

Yorumlar


bottom of page