top of page

TÜRKİYE EKONOMİSİ

Güncelleme tarihi: 15 Kas


TÜRKİYE SOSYALİST İŞÇİ PARTİSİ
TÜRKİYE SOSYALİST İŞÇİ PARTİSİ
Turgut Koçak  TSİP Genel Başkanı
Turgut Koçak TSİP Genel Başkanı

HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

15 KASIM 2025

 

İBB İDDİANAMESİ

 

Herkes konuşuyor, herkes düşünce belirtiyor. Sözüm emek verip okuyanlara değil okumadan düşünce ileri sürenleredir. Oysa açık açık konuşsak ne yitiririz ki? Hem bunca sayfadan ibaret bir iddianamenin içeriği hakkında nasıl olur da bu kadar rahat konuşuruz. Bu iddianameyi yapay zekanın önüne koysanız o bile pek çok konu arasında bağlantı kurmayı inanın ki beceremez.

 

Haydi, diyelim ki bu sağcı ve gerici sözüm ona gazetecilerin önüne günü gününe bilgiler servis edildiği için onlar yazıp çiziyorlar. Daha da önemlisi onlar için hukukmuş, kanıtmış bir önemi yok ki. Yok, çünkü bunlar için çamur at izi kalsın hesabı yeter de artar bile. İşte bu yüzden o kesimi işin dışında tutarak ilerlemeliyiz konu ile ilgili olarak.

 

Doğal olarak sözüm konu ile doğrudan ilintili avukatlara ve bu konuda kamuoyunu bilgilendirecek olan siyasetçileredir. Diyorum ki bir ekip oluşturulsun. İddianame bölümlere ayırılsın, konu ile ilgili olanlar derslerini öyle bir çalışsınlar ki hem kamuoyuna verdikleri bilgi oturaklı olsun hem de savunma makamı okkalı bir savunma yaparak kurulan tüm tuzakları boşa çıkarsın.

 

Ancak konuya bu açıdan bakılmıyor ve elde kala kala bir Halk TV kalmış orada da programa çıkanlar hemen hepimizin bildiklerini dillendirerek sözde görevlerini yerine getirmiş mi oluyorlar. Elbette onca sayfa çokluğuna karşın gecesini gündüzüne katıp dersini çalışanlara bir sözüm yoktur olamaz da. Ama herkesin bildiği şeyleri yineleyen pek çok kişi aynı şeyleri söyleyip durdukları için bizi deyim yerindeyse canımızdan bezdiriyorlar. Konuya bu şekilde yaklaşım sürer giderse eğer ortaya şu çıkar. AKP ve saray iktidarının bugün giriştiği bu operasyonun ne siyasiliği anlaşılır ne de hukuki yönden suç isnat edilenlerin hukuki olarak suçsuzlukları kanıtlanabilir.

 

Ancak dosyadan yansıdığı kadarıyla bu iddianameyi hazırlayanların hiç ama hiç hukuki yanını gözetmedikleri de gün gibi su yüzüne çıkmaktadır. Hani kendimizi öznellikten uzak tutup nesnel olarak konuya bakan birisi yerine koysak bu iddianame için ancak ve ancak birilerine had bildirme ve ferman okuma bildirgesinden ibaret olduğunu düşünmekten kendimizi alamayız. Öyle düşünmüyorum elbette de diyelim ki iddia edildiği gibi kimi yolsuzluklar olduğu söz konusu bile olsa bu yaklaşımla kimsenin ama kimsenin suç işlendiği kanaatine varmasını sağlayamazsınız. Çünkü iddianame hazırlanırken ne hukukun nesnelliği gözetilmiş ne de vicdan muhasebesi yapılmış. Sanki birisinin işi bitirilecek denmiş bir yerlerden dolayısı ile de iddianame bu kusurla hazırlanmış.

 

Bu gün konuştuğumuz konuların başında su sözlerin suçlamaya kanıtmış gibi sunulması nasıl bir şeydir acaba? “Hatırladığım kadarıyla”, “Bilmiyorum”, “-mış, miş, -muş”, “Duydum”, “Olabilir”, “Düşünüyorum”, “Düşünmekteyim”, “Muhtemelen”, “Duymuştum”, “Hissettim.” Hani derler ki “al sana bir kaya neren dayarsan daya” hiç böyle muğlak yapıtaşlarıyla örülmüş bir bina ayakta sağlam kalabilir mi? Belli ki birileri durumdan vazife çıkarmış olmalı ki böyle bir hukuk dışılığa imza atmış.

 

İstenen cezalara bakıyorsunuz astronomik. Kanıtlara bakıyorsunuz temelsiz. Ancak ortada öyle bir suç çetesi var ki öyle böyle değil. Hem gelecekte siyasi amaçlarının önünü açmak istiyorlar hem de bu yönde açıkça ortada olan bir örgüt peydahlamışlar. Buna gülüp geçmeyen olur mu bilmem ama bu girişim resmen bir bumerang. Bumerang da sonuçta gelip atanı vuruyor. Öyle bir vurgundan söz ediliyor ki İBB’nin bütçesini bile katlamış durumda.

 

Bu dosyanın dışarı yansıyan bölümleri herkes tarafından konuşulup yazılıp çiziliyor. İktidar yanlıları daha gözaltı öncesinden başlayarak bugün dosyada yazılanları söylemişler bile. Yani bir bakıma operasyonun hazırlayıcısı gibi davranıp kamuoyu oluşturma girişiminde bulunmuşlar. Yine iktidarın çıkardığı yasalara çarpan yalan haber yayma suçu işlemişler. Ne yazık ki aynı tutum ve davranış kanıtsız, isnatsız bir dosya hazırlanılarak da devam ettirilmiş. Bunun için Meşeler, Ladinler, Çınarlar … en son olarak da kervana İlkeler katılmış.

 

Rant politikaları peşinden gidenlere karşı bugünkü CHP’li Belediye Başkanlarının çoğunun söyledikleri sözler aklımızda. Kısaca bu belediye başkanları onlar İstanbul’un taşını toprağını rant olarak görürken biz vatan toprağı olarak görüyoruz dediklerinde zaten olacaklar olmuştu. Ki rantçılar bu yüzden harekete geçtiler ve tutuklamalar da bunun üzerine gerçekleşti.

 

Eh arkadaş insanlar Kent uzlaşısından yakayı kurtardılar mı bu kez de başka bir suçlama ile karşı karşıya bırakılıyorlar. Neymiş efendim, bir suç örgütü kurulmuş, birçok kişi de bu suç örgütünün içinde yer almış. İnsanların onuruyla oynansa oynansa bu kadar oynanır. Dün suçlama kent uzlaşması üzerinden yapılıyordu bugün rüzgâr başka taraftan esmeye başlamış döndürülmüş suç örgütü üyesi ve yöneticisi olmaya. Bunlar da yetmemiş al sana “casusluk” davası. Ekrem İmamoğlu casus, Necati Özkan casus, TELE1’den Merdan Yanardağ’da casus…

 

Ne iyi yahu! Siz ne yaptığınızın ve nasıl davrandığınızın ayırdında mısınız?




HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

15 KASIM 2025

 

İBB İDDİANAMESİ

 

Herkes konuşuyor, herkes düşünce belirtiyor. Sözüm emek verip okuyanlara değil okumadan düşünce ileri sürenleredir. Oysa açık açık konuşsak ne yitiririz ki? Hem bunca sayfadan ibaret bir iddianamenin içeriği hakkında nasıl olur da bu kadar rahat konuşuruz. Bu iddianameyi yapay zekanın önüne koysanız o bile pek çok konu arasında bağlantı kurmayı inanın ki beceremez.

 

Haydi, diyelim ki bu sağcı ve gerici sözüm ona gazetecilerin önüne günü gününe bilgiler servis edildiği için onlar yazıp çiziyorlar. Daha da önemlisi onlar için hukukmuş, kanıtmış bir önemi yok ki. Yok, çünkü bunlar için çamur at izi kalsın hesabı yeter de artar bile. İşte bu yüzden o kesimi işin dışında tutarak ilerlemeliyiz konu ile ilgili olarak.

 

Doğal olarak sözüm konu ile doğrudan ilintili avukatlara ve bu konuda kamuoyunu bilgilendirecek olan siyasetçileredir. Diyorum ki bir ekip oluşturulsun. İddianame bölümlere ayırılsın, konu ile ilgili olanlar derslerini öyle bir çalışsınlar ki hem kamuoyuna verdikleri bilgi oturaklı olsun hem de savunma makamı okkalı bir savunma yaparak kurulan tüm tuzakları boşa çıkarsın.

 

Ancak konuya bu açıdan bakılmıyor ve elde kala kala bir Halk TV kalmış orada da programa çıkanlar hemen hepimizin bildiklerini dillendirerek sözde görevlerini yerine getirmiş mi oluyorlar. Elbette onca sayfa çokluğuna karşın gecesini gündüzüne katıp dersini çalışanlara bir sözüm yoktur olamaz da. Ama herkesin bildiği şeyleri yineleyen pek çok kişi aynı şeyleri söyleyip durdukları için bizi deyim yerindeyse canımızdan bezdiriyorlar. Konuya bu şekilde yaklaşım sürer giderse eğer ortaya şu çıkar. AKP ve saray iktidarının bugün giriştiği bu operasyonun ne siyasiliği anlaşılır ne de hukuki yönden suç isnat edilenlerin hukuki olarak suçsuzlukları kanıtlanabilir.

 

Ancak dosyadan yansıdığı kadarıyla bu iddianameyi hazırlayanların hiç ama hiç hukuki yanını gözetmedikleri de gün gibi su yüzüne çıkmaktadır. Hani kendimizi öznellikten uzak tutup nesnel olarak konuya bakan birisi yerine koysak bu iddianame için ancak ve ancak birilerine had bildirme ve ferman okuma bildirgesinden ibaret olduğunu düşünmekten kendimizi alamayız. Öyle düşünmüyorum elbette de diyelim ki iddia edildiği gibi kimi yolsuzluklar olduğu söz konusu bile olsa bu yaklaşımla kimsenin ama kimsenin suç işlendiği kanaatine varmasını sağlayamazsınız. Çünkü iddianame hazırlanırken ne hukukun nesnelliği gözetilmiş ne de vicdan muhasebesi yapılmış. Sanki birisinin işi bitirilecek denmiş bir yerlerden dolayısı ile de iddianame bu kusurla hazırlanmış.

 

Bu gün konuştuğumuz konuların başında su sözlerin suçlamaya kanıtmış gibi sunulması nasıl bir şeydir acaba? “Hatırladığım kadarıyla”, “Bilmiyorum”, “-mış, miş, -muş”, “Duydum”, “Olabilir”, “Düşünüyorum”, “Düşünmekteyim”, “Muhtemelen”, “Duymuştum”, “Hissettim.” Hani derler ki “al sana bir kaya neren dayarsan daya” hiç böyle muğlak yapıtaşlarıyla örülmüş bir bina ayakta sağlam kalabilir mi? Belli ki birileri durumdan vazife çıkarmış olmalı ki böyle bir hukuk dışılığa imza atmış.

 

İstenen cezalara bakıyorsunuz astronomik. Kanıtlara bakıyorsunuz temelsiz. Ancak ortada öyle bir suç çetesi var ki öyle böyle değil. Hem gelecekte siyasi amaçlarının önünü açmak istiyorlar hem de bu yönde açıkça ortada olan bir örgüt peydahlamışlar. Buna gülüp geçmeyen olur mu bilmem ama bu girişim resmen bir bumerang. Bumerang da sonuçta gelip atanı vuruyor. Öyle bir vurgundan söz ediliyor ki İBB’nin bütçesini bile katlamış durumda.

 

Bu dosyanın dışarı yansıyan bölümleri herkes tarafından konuşulup yazılıp çiziliyor. İktidar yanlıları daha gözaltı öncesinden başlayarak bugün dosyada yazılanları söylemişler bile. Yani bir bakıma operasyonun hazırlayıcısı gibi davranıp kamuoyu oluşturma girişiminde bulunmuşlar. Yine iktidarın çıkardığı yasalara çarpan yalan haber yayma suçu işlemişler. Ne yazık ki aynı tutum ve davranış kanıtsız, isnatsız bir dosya hazırlanılarak da devam ettirilmiş. Bunun için Meşeler, Ladinler, Çınarlar … en son olarak da kervana İlkeler katılmış.

 

Rant politikaları peşinden gidenlere karşı bugünkü CHP’li Belediye Başkanlarının çoğunun söyledikleri sözler aklımızda. Kısaca bu belediye başkanları onlar İstanbul’un taşını toprağını rant olarak görürken biz vatan toprağı olarak görüyoruz dediklerinde zaten olacaklar olmuştu. Ki rantçılar bu yüzden harekete geçtiler ve tutuklamalar da bunun üzerine gerçekleşti.

 

Eh arkadaş insanlar Kent uzlaşısından yakayı kurtardılar mı bu kez de başka bir suçlama ile karşı karşıya bırakılıyorlar. Neymiş efendim, bir suç örgütü kurulmuş, birçok kişi de bu suç örgütünün içinde yer almış. İnsanların onuruyla oynansa oynansa bu kadar oynanır. Dün suçlama kent uzlaşması üzerinden yapılıyordu bugün rüzgâr başka taraftan esmeye başlamış döndürülmüş suç örgütü üyesi ve yöneticisi olmaya. Bunlar da yetmemiş al sana “casusluk” davası. Ekrem İmamoğlu casus, Necati Özkan casus, TELE1’den Merdan Yanardağ’da casus…

 

Ne iyi yahu! Siz ne yaptığınızın ve nasıl davrandığınızın ayırdında mısınız?





Hasan Hüseyin Beydil


ree

FAŞİZMİN YENİ MASKESİ: “DEMOKRASİ” ADIYLA EMPERYALİST SALDIRGANLIK


Venezuela’nın göklerinde ABD emperyalizminin savaş uçakları dolaşıyor. Karayip kıyılarında gemiler demir atmış, top namluları Caracas’a dönük. “Demokrasi” diyorlar. “Özgürlük” diyorlar. Oysa bu kelimeler artık kan kokuyor.


ABD emperyalizmi, Latin Amerika’nın yüreğine bir kez daha hançer saplamakla meşgul. Dün Şili’de Allende’yi devirmişlerdi, bugün Venezuela’nın doğal kaynaklarını, bağımsızlığını, halk iradesini hedef alıyorlar. Ve ne yazık ki bu kez, bu saldırının bir yüzü de “Nobel Barış Ödülü” olarak parlatılıyor.


Maria Corina Machado… Emperyalizmin hizmetinde bir “kukla.” Halkına değil, Washington’a hizmet eden bir cellat. Ülkesinin bağımsızlığını değil, işgalini istiyor. Venezuela’nın devrimci, halkçı yönetimini yıkmak için ABD emperyalizminin en kirli planlarına omuz veriyor.


Ve şimdi bu kişi, “barış” adı altında ödüllendiriliyor. Bu, barışın değil, işgalin ödülüdür. Bu, insanlığın yüzüne tükürmektir.


Ama asıl utanç verici olan ne biliyor musunuz? Türkiye’de “muhalefet” olduğunu söyleyen bir politikacının, Ekrem İmamoğlu’nun, bu emperyalist piyonun elini sıkmasıdır. Halkın oylarıyla seçilmiş, ama halkın yanında değil emperyalizmin yanında saf tutan bir siyasetçinin fotoğrafıdır bu.


Corina Machado, ABD emperyalizminin Latin Amerika’daki karakoludur. Siyonist İsrail’le el ele, Netanyahu’ya methiyeler düzüp Gazze’deki katliamları “özgürlük” sanan bir faşisttir. Bu kişi, Venezuela halkına karşı savaşın cephesindedir.


Ve İmamoğlu’nun onu “demokrasiye inanan cesur lider” diye kutlaması, emperyalizmin içimizdeki sesine dönüşmektir.


Halkın iradesi, Washington’un çıkarı değildir!


Emperyalizmin ödüllendirdiği hiç kimse halkına hizmet etmemiştir. Ne Nobel’i “barış” için verilmiştir, ne ödül alanlar “özgürlük” için savaşmıştır. Bugün Venezuela halkı abluka altındayken, açlıkla, yaptırımlarla boğuşurken, Trump’a övgüler düzen bir kişiye alkış tutmak, ABD emperyalizminin yıkım politikasına alkış tutmaktır.


Bilimsel sosyalizm bize öğretmiştir:


Hiçbir halk, emperyalizmin lütfuyla özgürleşmez.


Özgürlük, yalnızca halkın kendi elleriyle, kendi iradesiyle kazanılır.


İmamoğlu’nun bu açıklaması, Türkiye’de “muhalefet” adı altında sürdürülen emperyalist çizginin bir başka kanıtıdır. ABD emperyalizminin Orta Doğu’daki taşeronlarıyla aynı dili konuşan, NATO emperyalizminin çıkarlarına dokunmayan, halkı kandırmakla meşgul bir düzen muhalefeti…


Bu çizgi, bizi kurtarmaz; bizi zincirler.


Corina Machado faşizmin yeni yüzüdür.


İmamoğlu’nun açıklaması ise faşizmin Türkiye’deki meşrulaştırma girişimidir.


Gerçek demokrasi, emperyalizme karşı direnmekle başlar.


Gerçek barış, halkların eşitliğini savunmakla mümkündür.


Gerçek cesaret, Washington’un değil, Caracas’ın yanında durmaktır.


Ve biz biliyoruz:


Bir gün, Venezuela’nın gökleri yeniden özgür olacak.


ABD emperyalizminin gemileri çekilecek, halk kendi ülkesinde kendi kaderini yazacak.


O gün geldiğinde, halkların dostluğu emperyalizmin çelik zincirlerini kıracak.


Biz o günün saflarındayız.


Bilimsel sosyalizmin ışığında,


Emperyalizme, faşizme, yalan dolu “demokrasi” oyunlarına karşı


Omuz omuza, direnişle yürüyoruz.





TÜRKİYE SOSYALİST İŞÇİ PARTİSİ

SİZLERİ MÜCADELEYE ÇAĞIRIYOR

HALKIMIZA

Ülkemizin sorunları çok yönlü olarak içinden çıkılmaz bir hâl almış durumda. Ormanlarımız yanıyor söndürülemiyor. Ekonomik yıkımın önüne geçilemiyor. Açık açık hak ve özgürlükler çiğneniyor. Askeri ve siyasi olarak emperyalist dünya ne derse ülke çıkarları hiçe sayılarak emperyalist dünyanın peşinden gidiliyor. En can alıcı konuların bile üstesinden gelinemediği gibi ortalık cumhuriyet ve laiklik karşıtı düşüncelerin cirit attığı bir hale getirildi. Tarikatlar, cemaatler, dini vakıf ve dernekler ülke yönetiminde söz sahibi konuma getirildi. Geniş halk yığınları ekonomik yükün altında ezim ezim ezilirken ülkede bir avuç azınlık şaşa ve debdebe içinde yaşıyor. Derelerimiz, ırmaklarımız, göllerimiz, ormanlarımız, denizlerimiz gözümüzün içine bakıla bakıla yağmalanır oldu. Devletin kurum ve kuruluşları tam anlamıyla bir vurdumduymazlık içinde. Yolsuzluklar, vurgunlar, gayrimeşru kazanç kapıları ardına kadar açılmış durumda.

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi yıllardır acılarını yaşadığımız Kürt sorunu da gelip bastırdı. Ancak bu sorun iki kardeş halkın kendi aralarında çözmesi gereken bir sorunken başta ABD olmak üzere emperyalist/kapitalist dünyanın el attığı bir sorun haline getirildiği gibi bölgenin gelecekte bir başka türlü şekillendirilmesi için izler de taşıdığı için biz sosyalistlerin kafasında bin bir kuşkunun da kapısını aralıyor.

Amerikan elçisi Tom Barrack’ın kim olduğunu bilmiyor değiliz. Yaptığı önerinin tartışılması bile abesle iştigal olmaktan öte bir anlamı yok bizim için. Neymiş? Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı modelini örnek alarak yeniden örgütlenmeliymiş. Bu anlayış AKP ve saray iktidarının arayıp da bulamadığı bir şey olabilir ancak bizim için sayısız tehlikeleri içinde barındıran bir anlayışla örtüşmektedir ki asla ama asla kabul edilemez.

Kürt sorununun çözümü ile ilgili taraflar konuşurken daha dikkatli bir dil kullanmakta yarar vardır. Kimi zaman Kürt kökenli politikacıların dile getirdiği sözlerin sığlığını düşününce ne kadar da haklı bir yerde durduğumuz gün gibi ortaya çıkıyor. Kimi eleştiriler söz konusu ki bu eleştirileri ciddiye bile almamız olası değil. Yavuz hırsız ev sahibini bastırır örneğinde olduğu gibi “yoksa siz barıştan yana değil misiniz” gibi yaklaşımlarla Kürt sorununu basite alan biz sosyalistler değil, bu sözü söyleyenlerdir. Bu konuda kafa yoranların da nihayetinde uymaları gereken ilkeler olmalı diye aklımızdan geçirirken sözün arkası geliyor. “Barış sorunu konusunda Bahçeli kadar bile olamadınız” deyip arkasından da sözü geçen benzeri kişilere övgüler düzmenin de açıklığa kavuşturulması gerekmez mi?

Her gün komisyondan söz ediliyor. Bunun için mecliste grubu bulunan partileri Numan Kurtulmuş ziyaret etti de kiminle neyi konuştu? Partilere dağıtılan üye sayısını belirleme yetkisini kim akıl etti bu tespit yapılırken kime ne soruldu? Numan Kurtulmuş ki Mecliste TİP Milletvekili Can Atalay’ın AYM kararını niye okutmadı? AYM kararını okutan CHP Milletvekili niye görevinden alındı?

CHP komisyona üye verdi, vermedi tartışması sürerken CHP’ye yönelik eleştirilerin dozu niye arttırıldıkça arttırıldı? Kimilerinin eleştiri dozunun sınırı nasıl oldu da CHP’nin faşistliğine vardı dayandı.

Kürt sorunu konuşulacaksa eğer bu sorunun konuşulması için ülkenin demokratikleşmeye olan gereksinimini kim ne diye hasıraltı etmeye kalkar? CHP İmamoğlu’nun serbest bırakılmasını istiyorsa komisyona üye vermelidir yaklaşımının elle tutulacak bir yanı var mıdır? Bu yaklaşım tehdit midir yoksa CHP’yi ödün vermeye zorlamak mıdır?

Hem sonra ortada görüşülecek şey kapsam olarak nedir niye bilinmiyor? Oluşturulduğu ileri sürülen komisyonun nasıl çalışacağına dair bir yasa bile söz konusu değilken, emperyalist güçler bu işin neresindeler doğru dürüst bilinmiyorken bizler gözü kapalı mı bu önerilere evet ya da hayır diyeceğiz?

AKP ve saray iktidarının da içinde yer aldığı Suriye’de ABD’nin, İsrail’in, İngiltere’nin ve öteki emperyalist ülkelerin kurduğu tuzak sonrası kanlı katil Ahmet El Şara nasıl oldu da bir günde teröristlikten çıkarılıp Şam’da cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtuldu? Türkiye’de de bu yeni durumla birlikte kurulmak istenen tuzak yoksa bu mudur? İşte bu yüzden ülkemizde halktan saklı gizli atılacak adımların hiçbir değeri olamaz. Amaçlanan neyse halkla paylaşılmalı ki bizler de neyin ne olduğunu bilelim.

Bizler düzen partilerinin demokrasi ve dış politika anlayışlarını benimsemek zorunda değiliz. Bir yandan demokrasi deyip de öte yandan NATO’nun, AB’nin faziletlerini bizlere dikte etmeye kalkanlarla dünya görüşümüzün örtüşebileceğini kim söyleyebilir? Ortada karmakarışık bir durum vardır ki böyle bir anlayışı kimse bizlere dayatamaz.

Köylü kurnazı sorularla bizleri köşeye sıkıştırmaya çalışanlara karşı biz komünistlerin hiç ama hiçbir zaman boyun eğriliği yoktur. Bugün gelinen nokta cumhuriyet değerlerinin savunulmasından da geri bir noktada ele alındığına göre, laiklik yok edilmişken, hak ve özgürlükler ayaklar altındayken, adalet rafa kaldırılmışken, Kürt sorununa nasıl bir değer biçiyoruz ki yitirdiklerimizi geri elde edebilelim?

Emperyalist dünyanın hangi konuya nasıl çözümler sunduğunu bilmiyor değiliz. Ortada bu çevrelerce mazlum halklara dayatılan kanlı işbirlikleri ve akıl almaz pazarlıklar gırla giderken bu çevrelerin sorun çözme konusunda ortaya sürdükleri hiçbir önerinin bizim nezdimizde zerre kadar önem taşıdığını bile kabul edemeyiz.

Ortada mevcut Anayasa’ya uyan bir iktidarın yapmak istediği Anayasa neyin nesidir? Eğer Anayasa bir yanıyla toplumsal bir mutabakatı şuncacıkta olsa taşıyacaksa bu iktidar tarafından yapılacağı düşünülen Anayasa nasıl bir Anayasa olabilir acaba? Söyledik yine söylüyoruz Biz Türkiye Sosyalist İşçi Partisi olarak hiçbir şeyi kapalı kapılar arkasından tartışıp kotarmak isteyenlerin düşünceleriyle uyuşmamızın olanağı yoktur. Dile getirdiğimiz konular; eğer halkımız dışında tutularak gerçekleştirilmeye kalkışılırsa bu da bilinmelidir ki öncelikle emperyalist dünyanın tuzağına ülkenin düşürülmesidir ki bu anlayışa karşı bizlerse sadece mücadele ederiz.

Kimilerinin söylediğinin aksine biz sosyalistler barıştan yana savaş karşıtıyız. Kan dökülmesini savunanların kimler olduğunu da iyi biliyoruz. Türkiye’de düzen siyaseti ile bugüne kadar bir yere varılamamıştır bundan sonra da varılamayacaktır. Dolayısı ile ülkemizin yarınını belirlemek isteyen sermaye güçlerinin, dinci gerici çevrelerin, faşistlerin, NATO ve emperyalist dünyanın isteklerine olur çeken tutum ve davranışlara karşı tavır alacağımızın altını kalın çizgilerle bir kez daha çiziyor, halkımızı bu politikalara karşı çıkmaya çağırıyoruz…

TSİP

MYK


SERMAYE DİKTATÖRLÜĞÜ VE EKOSİSTEMİN YOK EDİLİŞİ, BİR SİSTEM SORUN

Hasan Hüseyin Beldili

Ormanlar yanıyor. Canlı türleri yok oluyor. Ne böcek kalıyor ne kuş, ne de toprağa can veren mantarlar… Dereler kuruyor, göller çekiliyor, iklim değişiyor. Ve tüm bunlar olurken yönetenler sessiz, kayıtsız, hatta suç ortağı.

Dünyanın birçok yerinde, iktidar aygıtları doğa katliamlarını yalnızca görmezden gelmekle kalmıyor; bizzat organize ediyor. Ekosistemin tüm bileşenleri, kâr hırsıyla hareket eden çıkar ağlarının hedefinde. Geri dönüşü olmayan bir felaketin içindeyiz ve bu yıkımın motoru, kapitalist sistemin ta kendisi.

Ekosistemlerin tahribatı; sadece teknik bir ihmal, yönetim hatası ya da bireysel kötü niyetlerin sonucu değildir. Bu, sistemli bir saldırıdır. Sermayeye dayalı iktidar biçimi, doğayı bir “meta” olarak görür; ormanı kereste, dağı maden, nehri enerji santrali, canlıyı ise “engel” olarak kodlar. Bu bakış açısı değişmediği sürece, hiçbir canlı türü güvende değildir.

Bilimsel sosyalizm, insanla doğa arasındaki ilişkiyi bütünlüklü biçimde ele alan, bu ilişkiyi sömürü değil, uyum temelinde yeniden kurmayı hedefleyen bir anlayıştır. İnsanı doğanın efendisi değil, parçası olarak konumlandırır. Kapitalist üretim ilişkileri bu bağı koparmış, insanı doğaya yabancılaştırmış, toprağı bir "kaynak", havayı "bedava hizmet", canlı yaşamını "sermayeye direnç" olarak tanımlamıştır.

Bugün dünya genelinde yaşanan seller, yangınlar, kuraklıklar, kitlesel canlı ölümleri ve yerinden edilmeler, bu sistemin sonuçlarıdır. Doğa artık alarm vermiyor; çöküşün içinde çırpınıyor. Ancak hâlâ, iktidarlar bu yıkımın failini gizlemeye çalışıyor. Suçu bireysel ihmallere, teknik yetersizliklere, doğal döngüye atıyorlar. Oysa gerçek açık: Doğa kapitalizmin altında can veriyor.

İktidarlar, yalnızca ekolojik yıkım karşısında değil, aynı zamanda emekçilerin yoksullaşması, halkların örgütsüzleştirilmesi ve toplumsal muhalefetin bastırılması konusunda da benzer bir kayıtsızlık içindeler. Bu durum tesadüf değildir; sistem kendini sürdürebilmek için hem doğayı hem insanı yok saymak zorundadır.

Ancak bilimsel sosyalist bir yaklaşım, bu döngüyü kırma gücünü içinde taşır. Çünkü doğanın ve insan emeğinin birlikte özgürleşmediği bir dünyada gerçek kurtuluş mümkün değildir. Direniş yalnızca politik değil; aynı zamanda ekolojik olmak zorundadır.

Bugün verilen her mücadele –bir ağacın kesilmesine karşı direniş, bir derede balık ölümlerine duyulan öfke, bir maden projesine karşı köylülerin ayağa kalkması– bu sistemin yıkılmasına yönelik büyük bir devrimci çabanın parçasıdır.

Yeni bir dünya mümkündür. Bu dünya, ormanların yandığı değil çoğaldığı, derelerin kurutulmadığı aksine özgür aktığı, canlı yaşamının “zarar” değil “değer” sayıldığı bir dünya olacaktır. Ve bu dünya, ancak emeğin ve doğanın birlikte özgürleştiği bir toplumsal sistemde var olabilir.

Bu, yalnızca bir ütopya değil; bir zorunluluktur.

H.H.B.

LGS SINAV SORULARI ÇALINDI MI?
LGS SINAV SORULARI ÇALINDI MI?

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin konuştu ve “soruları bizim imam hatip okullarımızdaki öğretmenlerimiz hazırlıyor” deyiverdi. Bu ifadeye kılıf uydurmak isteyenler olduysa da bu gerçekte itiraftan başka bir şey değildi. Konuyu yakında inceleyen biz sosyalist öğretmenler işin bu noktalara kadar getirilmiş olmasına eğitimin AKP ve saray iktidarının elinde eğitimin resmen çöküşü olarak niteliyoruz.

Dolayısı ile konuyu sık sık dile getirdiğimiz gibi Bu sınavları da AKP ve saray iktidarının eliyle eğitimin çökertilmesi olarak değerlendirdik ve kamuoyu ile yeri geldiğinde paylaştık.

Tarikatların emrinde bir eğitimi sürdüren bakanlık; eğitimi dini vakıf, tarikat, cemaat ve derneklerle adeta işlevsiz hale getirmiş bulunuyor. vakıflarla imzalanan protokoller, liyakatsiz atamalar ve eğitimde bilimsel ölçütlerden uzaklaşma

Şimdiyse bütün bu çöküşe yenileri eklendi eklenmeye devam ediyor

Sınavları kim nasıl değerlendiriyor ve hangi kıstaslara göre bir ölçüm yapılıyor ki bu denli şaşırtıcı bir sonuçla karşılaşıyoruz

İktidar; öğretmenler arasında ayrım yaptığı gibi imam hatipleri iktidarın arka bahçesi gibi görüyor. Durum bu olunca da bakan sürekli hata yaptığı için bir anlamda şaşırarak gerçekleri de ifade etmiş oluyor

•LGS, YKS, bursluluk sınavları gibi merkezi sınavların soruları kimler tarafından hazırlanıyor doğal olarak bilmek istiyoruz. Bu gerçeklerin ortaya çıkması demek ne gibi hilelerle de karşı karşıya olduğumuzu ortalığa dökecek ki bu da iktidarın geldiği noktanın geniş yığınlarca anlaşılmasını açıkça ortaya koyacaktır

Soruların kim ya da kimler tarafından hazırlandığı gerçeği pek çok hile ve hurdayı da ortaya çıkaracak olup Kimlerin nasıl bütün sorulara tam yanıt verdiğini de ortaya çıkaracak ki bu gerçeklerin üstü örtülemez

•Sınav sorularının niteliği, hangi okulların öne çıktığı, imam hatiplerdeki başarı oranı gibi sonuçlar ister istemez bizlerin gerçekleri daha net anlamasını sağlayacak

Sorular incelendiğinde nasıl bir yol izlendiğini de görmüş olacağımız gibi fırsat eşitliğinin nasıl hiçe sayıldığını da bütün çıplaklığı ile anlamış olacağız. Durum bu olunca geniş emekçi yığınlarının çocuklarının haklarının nasıl çiğnendiğini ve haklarının ellerinden alındığına da tanıklık etmiş olacağız.

Dolayısı ile bizler; Laik, bilimsel ve eşit bir eğitim sistemi için mücadelemizi kararlılıkla sürdürmekten bir adım bile geri atmayacağız.

Devrimci, ilerici, sosyalist Öğretmenler

Eskişehir/Seyitgazi Orman yangını
Eskişehir/Seyitgazi Orman yangını

HER GÜN

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

24.07.2025

 TSİP DİYOR Kİ;

ORMANLARIMIZ NİYE YANIYOR?

İzmir ve ilçelerinde ormanlarımız söndürülemedi. Yana yana yanacak orman kalmadığı için sonunda kendiliğinden söndü. Yetkililerde ise her zaman ki terane. İçimiz yandı, ciğerlerimiz kavruldu derken bazı gerçekler de ister istemez kendiliğinden ortaya çıktı. Yangına sebep birçok şey olabilir elbette de bir tanesi var ki işte bunun üzerinde durulması gerekiyor. Bildiğiniz gibi elektrikte özelleştirilmeye gidilince iktidar yandaşı şirketlerin her biri bir bölgeyi kapıverdi. Özelleştirme ile birlikte elektriğe bindirilen zamlar yüzünden yurttaş belini doğrultamaz hale getirildi getirilmesine de onca para kazanan bu şirketlerin diyebiliriz ki hiçbirisi alt yapı için herhangi bir harcamada bulunmadı. Dolayısı ile ormanlarımızın içinden geçen yüksek gerilim hatlarında göz göre göre yangınlar çıktı fakat yine kimsecikler bana mısın demedi. İzmir Valisi bu konuda bir açıklama yaptı yapmasına da ona da Gediz Elektrik yetkilileri pat diye yanıtı yapıştırınca bu konu da bir daha gündeme gelmedi.

Orman yangınları ile ilgili arada sırada çıkıp açıklama yapan Tarım Orman Bakanı’nın sözleri ise hiçbirimizi tatmin etmemesine karşın, iktidar yetkilileri çıkıp da konu ile ilgili olarak ağızlarını bile açmayıp olayı sadece geçiştiriverdiler. Gözlerimizin önünde günlerce ormanlarımız cayır cayır yandı da ne iktidar yetkililerinden ne de yandaş basından konuya dair doyurucu çıkış söz konusu oldu, ne bir tedbire ne de bundan sonra atılması gereken herhangi bir adıma tanık olundu.

Bilecik’te başlayan orman yangıları varıp Bursa sınırlarına dayandı. Şimdi de Geyve’de başlayan yangın Bilecik ormanlarına vardı dayandı. Ne var ki yangının bir türlü söndürülemediğini gördüğümüz gibi bir de üstüne üstlük Afyonda çıkan ve Eskişehir/Seyitgazi ilçesine sıçrayan yangını söndürmekle görevli 11 canımız resmen cinayete kurban gittiler ve yaşamlarını yitirdiler. Kaç yıldır katlanarak artan orman yangınları bile bu iktidarın aklını başına getirmedi. Yangınları söndürmek üzere ne gerekli araç ve gereçler için yatırım yapıldı ne de bu konuda donanımlı ve eğitimli bir personel ağı kuruldu. Hatta orman işletmelerinde 29 binin üzerinde personel açığı bulunmasına karşın personel alımına bile gidilmedi. Yangın söndürme uçak ve helikopterlerinde filolar oluşturulması gerekirken tam tersi bu iş de özel şirketlere havale edildi. Bu konuda bile şaibeler söz konusu. Çünkü yangın çıkmalı ki özel şirketler de para kazansınlar değil mi?

Ne var ki iktidarın bu yönde attığı adımların hiçbiri yangınları değil azaltmak her yıl biraz daha katlanması ile sonuçlandı. Yangınların söndürülmesi için canla başla çalışılsa da iktidarın hazırlıksızlığı ve bu konuda doğru dürüst yaptığı bir şey olmadığı için sonuç diyebiliriz ki neredeyse kasıt varmış izlenimi vermeye başladı. Niye derseniz, ormanlarımız kimi bölgelerde turizme kimi bölgelerde maden aramaya kurban edilirken daha başka birçok nedenle de yangınlar çıktığı izlenimini yarattı. Meclis maden aramak için zeytinlikleri talan edecek olan yasal mevzuatı bile gözümüzün içine baka baka onca karşı çıkışa karşın yasalaştırdı. Son yangınlar öyle boyutlar kazandı ki evler mahalleler yandı. Can ve mal kayıplarımız oldu.

Sonuç olarak akıldan ve bilimden uzaklaşmış bir iktidarla karşı karşıya oluşumuz, ranttan başka bir şey düşünmeyen AKP ve saray iktidarının özelleştirmelerle ilgili attığı adımlar yüzünden resmen ülkemizin güzelim ormanları yangına teslim edilmiş durumda. Şimdi şu kadar şehidimiz var palavraları sıkan sistem yöneticilerinin eğer gözlerini kâr hırsı bürümemiş olsaydı bunların belki de hiçbirisini yaşamayacaktık. Yangında yaşamlarını yitiren işçilerimiz için Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP) olarak çok üzgünüz. Sevenlerine ve yakınlarına başsağlığı diliyoruz fakat bütün bu yaşananların da hesabının sorulması gerektiğini açık açık haykırıyoruz.

Son olarak söylemek isteriz ki bu soyguncu takımının elinden ormanlarımızı, toprağımızı, dağımızı, taşımızı, ormanlarımızı ve insanımızı kurtaracak bunların saltanatına son vereceğiz. Doğamıza kıyılmayan, insanlarımızın hayatını hiçe sayıp onların kanı canı pahasına kasalarını dolduranların iktidarına son verip tek kurtuluş seçeneği sosyalizm için var gücümüzle mücadele edeceğiz.

Türkiye Sosyalist İşçi Partisi

   Merkez Yürütme Kurulu

TÜRKİYE SOSYALİST İŞÇİ PARTİSİ (TSİP)

SOCIALIST WORKERS PARTY OF Türkay

ree

PARTİMİZ TSİP’TEN EMEKLİ YURTTAŞLARIMIZA

Biliyoruz ki Temmuz başında emekli aylıklarına zam konusunda emeklilerimizin beklentisi büyüktü. Ancak AKP ve saray iktidarı tüm çalışanlar gibi emeklilerimizi de hayal kırıklığına uğrattı. Asgari ücrete zam yapılmadığı gibi işçilerin toplu sözleşmeleriyle doğan anlaşmalar konusunda da fiyasko yaşandı.

Sıradan ev kiralarının 15-25 bin lira arasında değiştiği ülkemizde emekli aylıkları da 16.881 TL’ye çıkarıldı. Çarşı, Pazar, ev kiraları vs. giderlere yaşanan enflasyonun bindirdiği zamları düşünürsek emeklilere verilen zammın esamisi bile okunmayacak kadar az oldu.

Kendileri şaşa ve debdebe içinde yaşam süren AKP ve saray iktidarının bir avuç azınlığını saymazsak ülke genelinde resmen açlık yaşanmakta olup utanmadan sıkılmadan iktidar yetkilileri bu denli gülünç zamları bile bir lütuf gibi halkımıza anlatmaya yeltendiler. Yeltendiler diyoruz çünkü bu yüzsüzlük karşısında başka bir sözcük bulup söylememiz gerçekten de olanaksız. Hani bir de geçen yılı “emekliler yılı” ilan etmediler mi gel de emeklilerle nasıl dalga geçildiğini sindir sindirebilirsen içine.

Zorunlu olarak bu yaşananlar emeklileri de çalışmaya zorladı. Yaklaşık 2,5 milyona yakın emekli emekli olmasına karşın yeniden çalışmaya başlamak zorunda kaldı. Salt bu yüzden yüzlerce emekli iş cinayetlerine kurban gitti. 2024 yılında iş cinayetlerinde yaşamını yitiren emekli sayısı 600’e yaklaştı.

Ülkemizde onca alın teri döküp emekli olan yurttaşlarımıza cehennem hayatı yaşatan AKP ve saray iktidarı yüzünden emekliler çoğunlukla inşaatlarda olmak üzere çeşitli işlerde yaşamlarını sürdürebilmek için yeniden çalışmak zorunda kaldılar. Bu yüzden de pek çok felaketi yeniden yaşar konuma geldiler.

Emeklilere verilen zamlarla birlikte sermaye düzeninin en gözü kara savunucusu konumundaki AKP ve saray iktidarının zulmü altında emeklilerimiz resmen ezilmekte olup yeni zamlarla da bellerini doğrultamaz hale getirildiler.

Hani bazı kuruluşlar açlık sınırını 26 bin lira yoksulluk sınırını da 85 bin lira olarak açıklıyorlar ya iktidarın verdiği rakam resmen insan onuru ile bağdaşmayacak bir rakamın ötesinde değil o kadar.

Peki, iktidarın bu yaklaşımı karşısında bizler ne yapmalıyız ya da yapabiliriz? Birincisi emekliler iktidardan hesap sormak bağlamında sıkı bir örgütlenmeye gitmelidirler. İkincisi pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da iktidarın bu tutumu karşısında partimiz emeklilerle omuz omuza bir mücadelenin içine girmeli, bölük pörçük örgütlenmelerden vazgeçilerek kitlesel bir demokratik kitle örgütü yaratılmalıdır. Mücadelede elbette sistem hedefe konulmalı sistemin en soyguncu iktidarının yapıp ettiklerine izin verilmemelidir.

Unutmayalım ki biz bize yapılanların hesabını elbirliği ile sormazsak iktidar da her zaman ensemizde boza pişirmeye devam edecektir.

Şan olsun mücadeleden yana olan emeklilerimize!

Şan olsun omuz omuza mücadele verenlere…

Türkiye Sosyalist İşçi Partisi

                  TSİP


ULUSAL KAPİTALİZMDEN KÜRESEL KAPİTALİZME/37

-DEMOKRASİDEN FAŞİZME-

İdris Köylü

Küresel kapitalizmin bütün yerkürede egemenliğini tesis ettiği 21. Yüzyılda devrim ve örgütlenme stratejisi ulusal kökenli tekelci burjuvazinin parçalı hegemonyaya sahip olduğu 20. Yüz yıl örgütlenme ve mücadele stratejisiyle bire bir örtüşmez. Kapitalizmin işleyişindeki değişiklikler ve ortaya çıkardığı ilişki ve çelişkiler devrim ve örgütlenme anlayışına olduğu gibi yansır. Dünün göze görünmeyen, ortaya çıkmayan olguları bu gün gerçeklik olarak toplumsal ilişkilerin ortasına gelir oturur ya devrimci hareket saflarında ya da karşı devrim saflarında değişikliklere neden olur, paradigmalar değişir. Yönetici burjuvazi cephesinde meydana gelen artmalar ya da eksilmeler, çelişki ve ilişkilerde meydana gelen değişim, aynılıklar ve farklılıklar devrimci hareketi ilgilendirir, ittifaklar sorununda dost ya da düşman güçlerin tasnifini yeniden değerlendirmeyi gerekli kılar. Dünün kapitalizm saflarında yer alan toplumsal güçler, örneğin küçük esnaf ve zanaatkârlar, küçük burjuvazinin çok önemli bir bölümü, kapitalizmin var olma hakkı tanımadığı küçük üreticiler, emeği ile geçinen köylülük, yaşam tarzına müdahale edilen toplumsal katmanlar gibi kendilerini eritip tüketen küresel kapitalizm karşıtı tavır ve tepki içine girerler. Dünün kapitalizm yandaşları, geleceğini kapitalizmde görenler, bugünün devrimci harekete katılmaya hazır güçleri olarak yerlerini alırlar. Aynı gözlem kapitalizm cephesi için de geçerlidir. Ulusal kökenli tekelci kapitalizm ile küresel kapitalizmin çelişki ve ittifakları, devrimci hareketin yararlanacağı çatlakların da irdelenip değerlendirilmesi, kapitalizmin bulunduğu aşama itibariyle sınıflar kombinezonunda meydana gelen değişim devrimin başarısı açısından işçi sınıfı partisinin ihmal edilemez görevidir.

İkinci paylaşım savaşında tekelci sermaye gericiliğinin uç noktası Alman ve İtalyan faşizmine karşı SSCB ile Batılı emperyalist güçlerin aynı cephede yer almalarının nedeni farklı güçlerin hesabının da farklı olmasıdır. SSCB, Alman faşizminin esas amacının Sovyetleri yutmak olduğunun bilincindedir. Sovyet devriminin korunması ve dünyanın faşizmin egemenliğine girmemesi için faşizme karşı savaşmak komünistlerin ertelenmez görevidir. Batılı emperyalistler için ise Hitler faşizmine karşı savaşmanın amacı,  şayet Hitler galip gelirse dünya üzerinde emperyalist kapitalist ülkelerin pazarları Alman emperyalizminin eline geçecektir. Dünya üzerinde hegemonyasını, pazarlarını kaybetmek istemeyen batılı emperyalistler için de Hitler yenilmelidir. Her Emperyalist ülke tekelci kapitalizminin kendi hegemonyasını ve mevcut pazarlarını korumak,  daha çok pay almak, gerektiğinde bunun için paylaşım savaşına başvurmak ulusal kökenli tekelci Kapitalizmin bu parçalı yapısının kaçınılmaz sonucudur. Hitler faşizmine karşı savaşmak SSCB için tekelci kapitalizmin bu eli kanlı diktatörlüğünü yok etmek iken batılı kapitalist ülkelerin derdi esas olarak faşizmin yenilgisi olmayıp, Alman emperyalizmine karşı pazarlarını korumaktır. Yine dünün tekelci kapitalizminde bir emperyalist ülkenin bir sömürgeyi işgal etmesi, başka bir emperyalist ülke için sorun yaratırken, bu gün küresel kapitalizm Irak, Suriye, Libya örneklerinde görüldüğü gibi kapitalizmin çıkarlarında tek güç olarak hareket etmektedirler. Suriye üzerinde Rusya ile ABD’nin göreli çekişmesi, hatta bunun bir savaşa yol açacağı beklentisinin maddi temeli yoktur. Irak, Suriye ve Libya’nın işgalinde Ulusal kökenli tekelci kapitalizm ile küresel kapitalizm ittifak içindedir. İşgalden pay almaya gelince yer kürede küresel kapitalizme karşı irtifa kaybeden ulusal kökenli tekelci kapitalizm homurtularını yükseltmektedir. Aynı durum Suriye için de geçerlidir. Suriye’nin işgalinde ulusal kökenli tekelci kapitalizm ile küresel kapitalizm ortak hareket etmekte, ancak işgalin ganimetleri paylaşılırken bu güçler arasında bilek güreşi yapılmaktadır. Oysa belirleyici olan küresel sermayedir ve küresel sermayenin amacı Orta Doğunun ulusal sınırlarını ortadan kaldırarak küresel pazara açmaktır.

İkinci paylaşım savaşından yola çıkarak emperyalist/kapitalistlerin Hitler faşizmine karşı ortak hareket etmelerine işaret etmemizin nedeni şudur: O günün koşullarında yer kürenin farklı bölgelerinde hegemonya kuran çoklu/parçalı emperyalist kapitalist grupların bütün pazarlarının yeniden paylaşımını dayatan Alman emperyalizmine karşı mevcut hegemonya/pazar alanlarını ittifak halinde korumaktır.

Küresel kapitalizm, farklı emperyalist/kapitalist grupların parçalı hegemonya alanını sermaye birikim yapısını ağırlıkla finans oligarşisinin oluşturduğu birkaç tekelci grubun ortak Pazar alanları haline getirmesinin adıdır. Klasik kapitalizmin üretim ekonomisine dayalı sermaye birikimi de borç ekonomisine dayanan rantiyer kapitalizmine dönüşmüştür. Bu olgu yoğun sömürünün ve işsizliğin de kaynağıdır. Yoğunlaşan sömürü küresel kapitalizme karşı güçlü bir potansiyel  “ dip dalga” yaratmıştır. 2000 li yılların başından bu yana örgütsüz potansiyel güçlerin dünyanın dört bir yanında Roma’da, Prag’da, Paris’te, ABD de Seattl’da, NewYork’ta Wall Street/occupy İstanbul’da gezi eylemi  küresel kapitalizmin kurumlarına, temsilcilerine karşı (Dünya Bankası, İMF, Dünya Ticaret örgütü, dayatılan gericiliğe karşı v.s) dünyanın dört bir yanında zaman zaman yükselen, zaman zaman düşük düzeyde seyreden kitlesel hareketleri motive etmiş, Kapitalist  ülkelerde ABD de Bernie Sanders, İngilterede Corbyn, Yunanistanda Syrzia, Latin Amerika’da/Meksika’da Obrador  Ekvator’da Lenin Moreno, Brezilyada  Lula, Venezüella’da Mudaro, İspanyada Podemos hareketi,  Asya’da birleşik solun içinde yer alan Nepal Komünist Partisinin iktidar adayı olması  gibi demokratik ve sol güçleri ( kendi içlerindeki zaafların tartışılması bu yazının kapsamı dışındadır) bir araya getirmiştir. Yer kürede küresel kapitalizme tepki olarak ortaya çıkan demokrat ve ilerici güçlere karşı küresel kapitalizm de kendi faşizan sağ güçlerini yaratmıştır. Manzaranın cepheden görünümü şudur: Sadece tek tek kapitalist veya geri bıraktırılmış ülkelerde değil, yer küre ölçeğinde sınıf mücadelesinin ivmesi yükselmektedir. Demokrat ve ilerici güçlerin zaafı, Ulusal ve küresel çapta ilerici güçlere önderlik edecek sınıf partisinden yoksun oluşudur.  Yukarıda sayılan, yer kürenin farklı bölge ve ülkelerinde boy veren gösteri ve hareketler kendiliğinden hareketler olmaktan öteye gidememiş, bu hareketlere öncülük etmesi, bu güçleri koordine etmesi gereken “sol”  öncü değil, artçı olmuştur.

Küresel kapitalizmin yönetmek için faşizmden başka seçeneği yoktur, yer kürede yönelim budur.  Küresel kapitalizm yalnızca sermayeyi birleştirmekle kalmamış, alternatifini de yaratmıştır. Bu alternatif güçler dağınık ve örgütsüzdür. Kapitalizmin küreselleşmesi sınıf hareketinin de küreselleşmesini beraberinde getirmiştir, İşçi sınıf ulusal sınırlar etnik, sömürüye maruz kalan geniş yığınların ekonomik etnik ve dinsel/mezhepsel ya da kültürel inanç farklılıklarından doğan geniş kitlelerin tepkilerini kapitalizme karşı tepki olarak yönlendirme ve kitlelere öncülük etme becerisine sahip kendi öz gücünü örgütlemeyi ihmal etmeden, uluslararası işçi sınıfı ve diğer ilerici güçlerle de fiili ortak örgütlenme ve mücadelenin koşullarını oluşturmak yaratmak zorundadır. Bu görev dünün sosyalist enternasyonalizminin işçi sınıfı mücadelesinin bir rehber örgütü olarak komünistlerin ihmal edemeyeceği bir görevdi. Bu gün Küresel işçi sınıfı hareketinin ortak örgütlenme ve mücadelesinin yaratılmasının yakıcılığı yalnızca bir sınıf olarak proletaryanın sosyalizm başarısı için değil, aynı zamanda küresel kapitalizmin bir taraftan yıkıcı ekonomik sömürüyle, diğer taraftan dayattığı faşizm ile yaşam koşulları elinden alınan bütün sınıf ve katmanların yaşamsal sorunudur. Ya faşizm ve ölüm, ya da özgürlük ve hayat… Küresel kapitalizm. Sömürüsünün devamı için yeryüzünün yaşam alanlarını ortadan kaldıracak kadar vahşidir, gözü dönmüştür. Ancak bütün kitlelerin katılımını sağlayacak, muhalif katmanların ekonomik, politik, kültürel,  sosyal ve sınıfsal tercihlerini dikkate alarak bu kesimleri de antikapitalist mücadele içine katacak uzun vadeli, içeriği itibariyle antikapitalist olan bir programla yaşam yeniden kazanılabilir. Sonucu işçi sınıfının ulusal ve küresel çapta örgütlü mücadelesi belirleyecektir. O halde “Ne yapmalı”? Konuya ilişkin görüşlerimizi sürdüreceğiz.


HER GÜN

 

Turgut Koçak

TSİP Genel Başkanı

 

19.07.2025

 

AKP ve SARAY İKTİDARI

EĞİTİMİ ÇÖKERTTİ

 

(TSİP MYK BİLDİRİSİ)

LGS sınav sonuçları açıklanır açıklanmaz sınav sonuçlarının tartışılmasını da beraberinde getirdi. 15 Haziran 2025 tarihinde gerçekleşen sınav sonuçları ilginç sonuçlarla akılları karıştırdı. Bunun üzerine eleştirilen Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin eleştirilere öyle bir karşılık verdi ki verdiği karşılık tam da iş üstünde yavuz hırsızı anımsattı bize. Yusuf Tekin’in yanıtı elbette hakaret niteliğindeydi ve diyordu ki şimdi “bir geri zekâlıya anlatır gibi…” anlatacağını söylüyordu ve sınavlarda şaibeli bir durumun olmadığını, getirilen eleştirilerin de mesnetsiz olduğunu üzerine basa basa dile getirdi.

Ancak bu şekilde yanıt vermesi sonucu değiştirmediği gibi daha sınav bitmeden soru kitapçığının birtakım çevrelerce paylaşıldığını gördük. Bu arada da 29 kişi hakkında soruşturma başlatıldı. Soruşturma başlatılanlar arasında bulunan MEB Bilgi İşlem Müdürü Özgür Türk ise görevinden alındı. Hiç kuşkusuz sınavda 719 öğrencinin tam puan almış olması da ayrıca dikkat çekiciydi.

Bizler hiç kuşkusuz yıllarca üniversite ve KPSS sınavlarında da soruların çalındığını ve Fetöcülerin maharetiyle yandaşlara verildiği konusunu da bilmiyor değildik. Nitekim 2010 KPSS ve YGS’de çok açık usulsüzlükler olduğu görülmüştü. YGS’de yaşanan usulsüzlükler, liseli öğrencilerin tepkisiyle karşılanmış bu olay da “şifre skandalı” olarak belleğimize kazınmıştı. Bugün ortaya atılan bu olay ne ilktir AKP ve saray iktidarı için ne de son olacaktır. Bütün bu gerçeklere karşın Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in ve diğer AKP’lilerin eleştiriler karşısında takındıkları tavra gelince üzerinde durmayı gerektiren bir tavır olduğu konusunu asla bir yana bırakamayız. Bu konuda sicili bozuk bir AKP ve saray iktidarı bulunmaktadır ki bu gerçeklerde birçok konuyu anlamamıza yeter de artar bile.

Tartışmaların içine Recep Tayyip Erdoğan’ın da girmesi ayrı bir titizlenmemizi gerektirir. Erdoğan’ın “Bizdeki sınavlar dünya ölçeğinde parmakla gösterilecek denli iyidir” demesi eski YÖK Başkanı aynı zamanda Fetöcü Prof. Ali Demir’in niye tutuklanmış olduğu sorusunu gündemimize taşımaktadır.

23 yıllık AKP ve saray iktidarı ile birlikte ülkemizde eğitim sistemi öyle bir çökertilmiştir ki ancak parası olanlar iyi okullarda eğitim görebilme hakkına sahiptir. Bugün özel okullarda çocuklarını okutmak için yırtınan anne ve babaların çocuklarının eğitimine ayırdıkları bütçe akıllara durgunluk verecek rakamlara ulaşmıştır. Liselerde verilen eğitimi gözümüzün önüne getirdiğimizde hiçbir zaman eşitlik ilkesinden söz edilebilecek bir durumları kalmamıştır. Liselerle imam hatip liselerine bile ayrılan olanaklar arasında derin uçurumlar söz konusudur. Ayrıca bu kadar çok imam hatip lisesinin olması da ayrı bir tartışma konusu olarak önümüzde durmaktadır. Bu denli eşitsizlik söz konusu iken üstüne üstlük bir de LGS sınavlarında soruların çalınarak bilinçli şekilde şeçilen yerlere soruların iletilmesi ise ayrıca çocuklarımızın hakkını resmen ayaklar altına almaktır ki bunu Türkiye Sosyalist İşçi Partisi olarak asla kabul edemeyiz. Etmeyeceğiz de.

Çocuklarımızın geleceği ile oynayan Milli Eğitim Bakanı’nın bu kaçıncı skandalıdır? Eleştirimiz bilinçli şekilde bu davranışları sergileyenlerin derhal istifa etmeleridir. Yoksa çocuklarımızın daha çok mağduriyetler yaşayacağı ortadadır. Ahlaki bozulma ile birlikte kanıksanan bir sonucun bu ülkenin eğitiminin içine işlemiş olması giderilmesi olanaksız sonuçlar doğuracaktır ki bu gidişe hemen bir dur denilmeli ve sorumlulardan hesabı kesinlikle sorulmalıdır.

Zaten bu eğitim politikası ile daha çok çocuğumuz eğitimini bırakarak çocuk işçiliği yapar hale getirilmiştir. Bu gidişin yasal zeminini eğitim süresini kısaltarak sağlamak peşinde olan bu iktidarın girişimlerine de daha şimdiden karşı koymak ve engellemek için hazırlıklı olmalıyız, yetmez, iktidarı nasıl geldiyse yine öyle göndermeliyiz.

TÜRKİYE SOSYALİST İŞÇİ PARTİSİ (TSİP)

SOCIALIST WORKERS PARTY OF Türkay



TÜRKİYE SOSYALİST İŞÇİ PARTİSİ'NDEN HABERLER:


TÜRKİYE SOSYALİST İŞÇİ PARTİSİ (TSİP) KISA TARİHİ

 

Partimiz, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nin kuruluş felsefesini doğru anlamak için 12 Mart 1971 faşist darbesinin yapılışını ve sonuçlarını iyi anlamak gerekiyor.

 

Önce darbe yapanların amacına kısaca değinelim. Dünyada ve ülkemizde devrimci savaşım sürekli yükseliyor ve başarı üstüne başarı kazanıyordu. Emperyalist/kapitalist dünya içinse Türkiye soğuk savaşın en üst noktalarda sürdürüldüğü bir ülke olduğu için eğer Türkiye’de devrimci bir dönüşüm yaşanırsa emperyalist dünya açısından son derece ağır bir yenilgi olacağı için yükselen devrimci hareketin bir an önce önünün kesilmesi gerekiyordu. Bunun için var olan iktidara yeterince durumun engellenmesi açısından güvenilmediği için bir darbe ile mevcut partilere set çekildi. O dönemde Turhan Feyzioğlu, Nihat Erim gibi emperyalistlerin devşirdiği kişilerce teknokratlardan kurulu bir hükümet kuruldu. Nihat Erim başbakanlığı üstlendi Başbakan Yardımcısı olarak da Sadi Koçaş askerlerin güven duyduğu kişi olarak görev aldı. Sadi Koçaş’ın ‘Balyoz Harekatı’nı önemle not etmemiz gerekiyor.

 

Bu saatten sonra Dev-Genç ve yöneticilerine ve çeşitli devrimci gençlik örgütlenmelerine karşı ağır operasyonlar başlatıldı. Sonuçların nereye vardırıldığını o dönemde politikanın içinde olanların önemli çoğunluğu iyi biliyor. Kuşkusuz var olan iktidarlara karşı savaşım vermek için bölük pörçük yapılar oluşturulduysa da başarılı olunamadığını bilmeyenimiz yoktur.

 

Bir diğer konu ise Türkiye İşçi Partisi’nin durumudur. TİP her ne kadar kendisini iddialı bir sosyalist parti olarak görüyorsa da öyle olmadığını 12 Mart faşist askeri darbesiyle açıkça gördük. Parti darbeye direnmek yerine pasif bir yolu seçti ve Başta Genel Başkan Behice Boran olmak üzere parti merkez yöneticileri gözaltına alınıp tutuklandılar. Yargılama sonrası ise kendilerine ağır cezalar verildi.  Gençlik hareketine karşı girişilen ağır darbeler sonrası mücadele durduruldu ve Sinan Cemgil ve arkadaşları katledildi. Mahir Çayan ve arkadaşları ise Ünye eylemi sonrasında Kızıldere’de katledildiler. Arkasından da daha başkaları da ya işkencelerde ya da başka başka olaylarda katledildiler. İbrahim Kaypakkaya’da katledilen gençlik önderlerinden biridir.

 

Bütün bu olaylar yaşanırken bir araya gelen bir avuç insan organize oldu ve bir çalışma başlattılar. Bu çalışmaların sonucu olarak kitle Dergisi çıkarılmaya başlandı darbeyi gerçekleştirenlerden tutun da görev alan sivil unsurlara kadar tek tek ele alınıp olup bitenler  yazılıp çizilmeye başlandığı gibi gerçek bir işçi sınıfı partisinin nasıl olması gerektiği de dergide kitlelerle paylaşıldı. Dile getirilen görüşler sindirilemeyen kesimlerde ciddi bir coşku yarattı. Sonuçta ise 15-16 Haziran Şanlı İşçi direnişinin yıldönümüne atıfta bulunarak 1974 tarihinde TSİP kuruldu.  

 

Parti kuruculuğunda, Ahmet Kaçmaz’ın Genel Başkanlığı.  Yalçın Yusufoğlu’nun Genel Sekreterliği’nde şu arkadaşlar görev aldılar. Ahmet Kaçmaz, Yalçın Yusufoğlu, Oya Baydar, Osman Sercan, Aydoğan Gezer, Burhan Şahin, Ali Kar, Hamdi Gülen, Hikmet Karahan, İbrahim Şahin..

 

Partinin kuruluşu ile birlikte partiye yoğun baskılar gelmesine ve tutuklamaların birbirini izlemiş olmasına karşın TSİP örgütsel varlığını deyim yerindeyse bastıra bastıra kabul ettirdi. Parti topluma kitle, ilke, Genç Sosyalist, Gerçek, Birlik ve Kadın Dayanışması yayın organlarıyla seslendi. Parti kuruluşunun hemen arkasından kendilerini doktorcu olarak ifade edenlerin eleştirisi ile karşılaştıysa da TSİP kendisinin Kıvılcımcı çizgide olmadığını ifade ederek bu anlayıştan uzak durdu. O dönemde tartışmaların doktorcu anlayıştan kalma TKP-R üzerinden de yapıldığı için bu partiye yönelik yıkıcı anlayış kısa sürede aşıldı. Ancak o anlayıştan parti üzerinde kalan bir anlayış daha vardı ki o da TKP-B olayı idi. TKP-B olayı da her ne kadar aşıldıysa da partiye kitle ve kadro açısından önemli zarar verdiğini unutmamak gerekiyor.

 

 Bu olayın sonrasında da parti çok çabuk toparlanarak ülke içinde önemli bir güç haline geldi. 1979 ara seçimlerinde 11 şehirde yapılan seçimlerde 89 bin civarında bir oy alarak kurulu bütün sol partileri geride bırakarak bir anlamda rüştünü kanıtladı.

 

1970’li yılların ikinci yarısından sonra ülkede kontrgerilla içinde yer alan başta MHP ve Ülkü Ocakları olmak üzere cinayetler işlemeye ve Maraş, Çorum, Malatya, gibi birçok ilimizde ise kalkışma noktasına varacak iç savaş denemeleri yaşandı. 1970 yılların sonuna ve 1980 yılı içinde ise olaylar çok büyük tırmanışlar gösterdi. Durumdan vazife çıkaran ve koşulların elverişli hale geldiği 12 Eylül 1980’le birlikte ordu bir kez daha faşist darbe gerçekleştirdi ve devrimci örgütlenmelerin alçakça üzerine gidilerek tutuklamalar, işkenceler, darağaçlarında can veren olaylar birbirini izledi. Bir kez daha 12 Mart dönemindeki gibi hazırlıksız yakalanan devrimci gruplar ağır kayıplar vermeleri bir yana örgütsel sürekliliğini bile devam ettiremeyecek hale geldiler.

 

TSİP, başta kendisine inanan üyeleri olmak üzere parti sürekliliği gereği çalışmalarını yeraltına çekti. Kısa bir süre sonra da yayın organlarını ülke genelinde özellikle de büyük kentlerimizde çıkarmaya ve dağıtmaya başladı. Partinin bir kısım üyeleri dış merkez bürosunda görev almak üzere yurt dışına çıkarıldı bir kısmı da parti çalışmalarını yurt içinde organize etmek için içerde kaldı. TSİP 12 Eylül süresi boyunca çalışmalarını devam ettirirken, önemli kayıplar verdi pek çok arkadaşımız tutuklandı uzun süre cezaevinde kaldılar.

 

En önemli tutuklamayı TSİP, 1985 Haziran sonunda ve Temmuz başlarında yaşadı ve bir kısım merkez yöneticileri İstanbul’da yakalandılar kısa süre içinde de serbest bırakıldılar. Gerek tutuklandıktan gerekse içerde iyi sınav vermedikleri bilinen bir şey. İçerden çıktıktan iki yol sonra Görüş dergisi Çağatay Anadol ve arkadaşları tarafından yayınlanmaya başlandı ve bu derginin ideolojik çizgisi TSİP’le çelişen bir  durumda olduğu için o zaman Eskişehir Özel Tip Cezaevinde bulunan Turgut koçak tarafından kendisini ziyarete gelen Av. Ayhan Kızılöz’e Gorboçovcu bir anlayışa kaydığı için eleştirildi. Daha başka pek çok konuda da eleştirilerin iletilmesi istendi.

 

Aynı eleştiriler Turgut Koçak’ın serbest bırakıldığı 1988 sonunda kendisine karşılamaya gelen Çağatay Anadol’a da bir çay bahçesinde iletildi.

 

Bir önemli nokta da İstanbul Sefaköy İşçi Gündemi Gazetesi’nde yapılan bir toplantıda yaşandı. Çağatay ve arkadaşlarınca partinin kapatılması, kurulacak bir birlik partisine gidilmesi savunulduğu için Turgut Koçak tarafından duruma müdahale edildi ve şu andan itibaren bir çoğunluk olarak partiye el koyuyoruz, parti kendi adıyla yeniden kurulacak, yayınlar aynı isimle yeniden çıkarılacaktır, şu andan itibaren sizleri bir otorite olarak görmediğimi ilan ediyorum bizim açımızdan toplantı bitmiştir denildi. TSİP’i ortadan kaldırmak için gevşek ve yavşak bir anlayışla Beşiktaş’ta bir düğün salonunda sözüm ona bir kongre toplandı ve partiyle partililikle ilgisi olmayanlarca oy çoğunluğu ile partinin kapatıldığı açıklaması kamuoyuna duyuruldu ise de asıl kongre 3 Ocak 1993 tarihinde Turgut Koçak ve arkadaşlarınca yapıldı ve TSİP o günden bu yana pek çok dava ile karşılaştı bunlardan ikisi de TSİP’in kapatılma davası idi. Bu konuda aşıldı ve TSİP varlığını daha da güçlenerek Marksist/Leninist çizgide Stalin’i en önemli önder sayarak varlığını devam ettirdi. Şu anda TSİP’in Genel Başkanlığı’nı Turgut Koçak üstlenmiş durumda.

 

Not: Parti Tarihi yazılacağı için partinin tarihçesi bu yüzden kısa tutuldu.  

 

 

ÖNCELLİKLE TURGUT KOÇAK KİMDİR?

 

Herkesin ama herkesin bir öyküsü vardır dolayısı ile benim de vardır.  Ben küçük bir köyde doğdum. Yedi kardeşin ikincisiydim. Köyümüzde okul olmadığı için yedi kilometre uzağımızda bir köyde benim küçüğümle birlikte başladık okula. Aynı sınıflarda okuduk. Okul süresince de teyzemde kaldık. İlkokul üçüncü sınıfın bir kısmını da Ş. Koçhisar Zafer okulunda okuduk. Dördüncü sınıfta köyümüze ortaokul mezunu birisini öğretmen diye verdiler ama onun bilgisi okuma yazma bilmenin ötesinde değildi. Okuduğumuz okul ise derme, çatma yıkıldı yıkılacak eski bir köy odasıydı.

 

Bu dönemde bildiğimiz ne varsa babamızın öğrettikleriydi ama bu bilgilerin hemen çoğu diyebilirim lise düzeyi bilgilerdi. Bu yüzden köyün bütün çocuklarına beşinci sınıfta okuyanlar da dahil derslerle ilgili ne varsa ben öğretiyordum fakat öğretmenimizi de asla küçük düşürmemek için büyük bir özen gösteriyordum. Çünkü babam bize ne söylerse işim onun söylediklerini yerine getirmekten ibaretti. Daha dördüncü sınıfta benim ve kardeşimin sınıf atlamamız ilkokulu bitirme sınavlarına katılmamız için çevre köylerin öğretmenlerinin isteği ile önerildiyse de babam olur vermedi. Babama göre küçüktük ortaokulda okuyan öğrencilerse çok büyüktü. Bu durumda bizi ezerlerdi. Benzer bir öneri Zafer İlkokulu’nda biz üçüncü sınıftayken de gelmiş, babam aynı gerekçelerle yine hayır demişti. Bu yüzden de okulu normal süresi içinde bitirdik ve ortaokula başladık.

 

Ortaokula yazılmak için yaşımız küçük geldiği için kardeşimin ve benim mahkeme kararı ile yaşımız büyütüldü ve kardeşimle birlikte 1D sınıfına kayıtımız yapıldı.

 

Ben zaten okula başlamadan önce okuma yazma biliyordum. Bu yüzden de Karacaoğlan’dan başlayarak Aslı ile Kerem’e kadar bütün kitapları neredeyse ezbere bilirdim.  Babam benim için iyi bir öğretmen kadar bilgi sahibiydi onca bilgiyi ona borçluyum. Borçlu olduğum bir şey daha vardı o da ilk sosyalist bilgileri de ondan öğrenmiş, insanlar arasındaki yaşam farkının bu denli çelişkili olması beni TİP kurulur kurulmaz onlarla tanışmamızın çok ötesine geçti. Bazı aileler dışında köyümüzdeki herkesin TİP’li olması da bir rastlantı değildi.

 

Ben böyleydim. Militan bir ruha sahiptim hep öyle kaldım. Önde yürümem gerekiyorsa öne çıktım. Denizlerden Mahirlerden küçüktüm ama her fırsatta onlarla birlikte oldum. Dev-Genç’li ağabeylerle birlikteydim ama 15 yaşında üye olduğum TİP’ten asla ayrılmadım. 12 Mart’ta Sinop’ta bombalarla yakalandığım için içeri girdim, işkenceler gördüm, cezalar aldım. İşimden atıldım. 12 Mart döneminde okulumdan da oldum işimden de ama bir kez olsun ah demedim. Olaylara karışanlar içinde sayıldığım için sakıncalı olarak askere gittim. Dönüşte Sağlık Bakanlığı’nda Sakarya’da göreve başladım. O karanlık günlerde yürütülen örgütlenme çalışmaları yürüten bir grupla karşılaştım Sakarya’da parti kurulmadan önceydi, Sakarya’da örgütlediğim arkadaşlarla kitle Dergisi Bürosu’nu açtık. Parti kurulduktan sonra da partiyi kurduk.

 

İşte beni ben yapan yaşam öykümün kısa öyküsü budur.

 

TSİP ÖNCESİ TURGUT KOÇAK KİMDİR?

 

Ben okula gitmeden önce okuma yazma ve dört işlemi bilen bir çocuktum. Hatta diyebilirim ki ilk sosyalizmle ilgili bilgileri de o zaman babamdan öğrendim ve babama bu konuda borcumu ödeyemem desem eksik söylemiş olurum.  Okula benim küçüğüm Nezafettin’le aynı yıl başladık. İlkokul boyunca üç kez sınıf atlamamız için öğretmenlerimizden teklif geldi fakat babam kabul etmedi. Nedeni ortaokulda başka çocuklar tarafından itilip kakılacağımızdı. Ki o zamanlar ortaokul neredeyse delikanlılık dönemine girmiş çocuklarla doluydu. Bu yüzden ortaokula kaydımızı bile zor yaptırdık. Kardeşimin yaşı büyütülmesi gerektiği için ikimizin birden yaşı büyütüldü mahkeme kararı ile ben 1949 doğumlu o da 1950 doğumlu yapıldı.

 

27 Mayıs 1960 ihtilalinde bizim köylüler Menderes devrildiği için çok sevindiler. Çünkü Menderes bizim köylülerce Amerikancı ve diktatör olarak görülüyordu. O dönemde sağ olan Kurtuluş Savaşı’na katılmış yaşlı gaziler vardı. Hepsi de M. Kemal Atatürk ve İnönü derler başka şey demezlerdi. 1961 Anayasası kısmi bir özgürlükler ortamı sağladığı için sendikalar kuruldu. 13 Şubat 1961 yılında da TİP kuruldu.  TİP’in ilk kuruluş yıllarında bizim çevrelerde çok etkisi olmadı. Gerçi adı İşçi Partisi olduğu için köylüler kendilerini de işçi saydıkları için TİP’e yakınlık duyarlardı ama hepsi o kadar. TİP, 1963’ten sonra partiye katılan aydınlarla birlikte bir canlılık kazandı. 1965 seçimlerinde de 15 milletvekili çıkarınca TİP’in etkisi kat kat arttı. Biz ortaokuldayken de TİP’i tutuyorduk bizim köyün insanları okuyanları sevip dinledikleri için biz onlara bildiğimiz kadarıyla TİP’i anlatıyorduk onlar da TİP’e oy verme konusunda yemin billah ediyorlardı öyle de oldu. TİP bizim köyde birinci partiydi.

 

Çocuktuk ama köylerde TİP’in bildirilerini dağıtacak kadar da yürekliydik. İşin daha da ilgi çeken yanı kocaman kocaman adamlar bizi hiç de çocuk görmüyor, onlara daha çok şey anlatmamız için ellerinden geleni yapıyorlardı.

 

NEDEN TSİP?

 

Partimiz, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nin kuruluş felsefesini doğru anlamak için 12 Mart 1971 faşist darbesinin yapılış olmasını ve sonuçlarını iyi anlamak gerekiyor.

 

Önce darbe yapanların amacına kısaca değinelim. Dünyada ve ülkemizde devrimci savaşım sürekli yükseliyor ve başarı üstüne başarı kazanıyordu. Emperyalist/kapitalist dünya içinse Türkiye soğuk savaşın en üst noktalarda sürdürüldüğü bir ülke olduğu için eğer Türkiye’de devrimci bir dönüşüm yaşanırsa emperyalist dünya açısından son derece ağır bir yenilgi olacağı için yükselen devrimci hareketin bir an önce önünün kesilmesi gerekiyordu. Bunun için var olan iktidara yeterince durumun engellenmesi açısından güvenilmediği için bir darbe ile mevcut partilere set çekildi. O dönemde Turhan Feyzioğlu, Nihat Erim gibi emperyalistlerin devşirdiği kişilerce teknokratlardan kurulu bir hükümet kuruldu. Nihat Erim başbakanlığı üstlendi Başbakan Yardımcısı olarak da Sadi Koçaş askerlerin güven duyduğu kişi olarak görev aldı. Sadi Koçaş’ın ‘Balyoz Harekatı’nı önemle not etmemiz gerekiyor.


ree

 


ree

dar Merkez Bankası’ndaki ekonomi seyrini bile inceleseniz arka kapıdan nelerin

Yorumlar


bottom of page