EDOĞAN’IN GRUP KONUŞMASI VE D
- Turgut Koçak
- 25 May
- 64 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 3 Ara

HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
3 Aralık 2025
İŞİN SINIFSAL YANI YOK MU?
Aynı konuyu temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp dinleyicilerin önüne konulması yüzünden TELE1’den sonra tek kalan Halk TV’nin de neredeyse dinlenilemezlerin listesine alındığını söylememiz hiç mi hiç abartılı olmaz. Program çağrılıları ayrı bir dert, aynı şeylerin bize dinletilip durması ayrı bir dert. DEM Parti’nin bu konudaki tutumunu da düşününce ve CHP’nin hedefe konmasının altındaki anlayışı da anlamak gerçekten de zor değil.
Özgür Özel’in bazıları gibi her dediğine alkış tutacak değiliz elbette de. Özgür Özel’in Stokholm Sendromu benzetmesi nedeniyle Tuncer Bakırhan’ın meclis grup konuşmasında söylediklerini de göklere çıkaracak değiliz. Neymiş efendim Özgür Özel bir halkı aşağılayıcı konuşuyormuş. “… Cellat defterini açacaksak hepiniz borçlu çıkarsınız …” ifadesi tam da iktidarın CHP’nin üzerine bu denli yüklenirken pek çok şeyi es geçip böyle söylemiş olması Bakırhan’ın suyu soğutmuyor aksine buz kesmesine neden oluyor. Dem Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları da bu konuda CHP’yi suçlayarak “Akıl tutulması” şeklinde yaklaşınca bu arkadaşlara hem AKP hem de MHP yaklaşımlarından örnek vermek gerekiyor gerekmesine de gerekte yok aslında. Çünkü ne söylersek söyleyelim birileri onca yaşananların üstüne yeni şeyler yaşanabileceğini göremiyorlarsa onların bileceği iş demek en iyisi.
Herkes hesap peşinde. Konunun ciddiyetinden uzak bir tutumu sanıyorum Özgür Özel’de yeterince anlamamış olmalı ki Hatimoğulları’nın çıkışından sonra DEM PARTİ’yi kast etmediğini söyledi. Yani işin özeti aman şu mu olur yoksa desteği yitirir miyiz endişesi ile Özel dönüş yaptı fakat konunun üzerine DEM Parti Eş Başkanı Tuncer Bakırhan’ın yanıtı ile konu daha da bir alevlenmiş oldu. Konunun buraya getirilmesi öyle görülüyor ki bazı ciddi kırılmalar yaşanacak gibi. Bölgede CHP yöneticiliği yapan kimi Kürt kökenli yurttaşlar bile arka arkaya CHP’nin pozisyonunu eleştirip CHP’den istifa ettiklerini açıkladılar. Ayrıca Özel’in yaklaşımına DEM Parti’de sıcak bakmadığı gibi AKP ve MHP ile yürütülen çözüm sürecinin daha kabul gördüğü bir tutum alınmasını getirdi ki üzerinde düşünmek lazım. Ülkemizde Erdoğan iktidarı demokratik ortamın kırıntısını bile bırakmamış, daha da önemlisi bu çözüm süreci ile ilgili olarak yürütmenin başı olarak Erdoğan doğru dürüst bir şey bile söylememişken DEM Parti’nin demiri AKP ve MHP’den yana bükmesi doğrusu bize ilginç geliyor. Oysa CHP’nin söylediği şeylerin anlaşılmayan bir yanı yok çünkü Kürt sorununun çözümü için demokratikleşmeyi savunuyor CHP. Öyle ya bir taraf bahar bahçe, bir taraf tipi boransa bu işin içinden çıkılabileceğini düşünmek de doğrusu taraflardan bazılarını erinde geçinde yanılsamayla karşı karşıya getirir ki bunun bilinmeyecek yanı yok.
Kürt sorunu deyince aklımıza sadece güvenlik mi gelmeli ya da ne bileyim “Terörsüz Türkiye” denilince akan sular mı duruyor? Konu küt diye Bahçeli tarafından ortaya atılınca herkeste bir şaşkınlık belirtisi yaşandı yaşanmasına da Suriye’deki gelişmelerin arkasından bu konu gelince acaba bu yeni durumu kim Bahçeli ve Erdoğan’ın kucağına koydu da birileri hemen tutum değiştirdi? Aynı soruyu DEM Parti yöneticilerine de sorarsak zülfüyare dokunmuş mu oluruz? Biz sosyalistler için Kürt sorunu demek sadece ulusal ayrışma ile çözülecek bir sorun mu ki her denilene onay verelim? En başta Özgür Özel’in yaklaşımına diyeceğimizi dedik hesap işi diye de biz sosyalistler öyle bakmıyoruz ki. Kürt sorunu deyince sınıfsal değerlendirmeleri alıp bir köşeye fırlatmak mı gerekiyor? Bütün dünya halklarının baş düşmanı emperyalist/kapitalist dünyaya hiç mi sözümüz olmayacak? Onların söylediklerini kabul edip o çığırdan yürünebileceğine mi karar vereceğiz?
Herkesin hesabı var diyoruz ya yanılmıyoruz. Tülay Hatimoğuları politikalarının çözüm süreci ile sınırlı olduğunu söylemesi, seçimleri farklı algılaması ile AKP ve MHP’nin düşüncesi aynı mı? İktidar bütün hesabını muhalefetteki yarılmaya bağlayarak seçim kazanma peşinde olduğuna göre ve hatta düşüncesini saklamadığına göre bizim eleştirel yaklaşımımız Kürt kardeşlerimizi yaralar nitelikte mi? Biz sınıfsal bakışı ve sömürünün ortadan kaldırılmasını savunursak bu anlayışın geniş Kürt emekçilerine dokunan bir yanı mı var? Ancak birilerine dokunacağı kesin. İşte onu da biz savunmaktan vaz geçecek değiliz. Ya da emperyalist dünyanın aklına ve desteğine niye gereksinim duyalım ki? Tülay Hatimoğulları yüz yıllık hasret diyor ya biz anladık ne demek istediğini de bir de herkesin anladığı biçimde koysa ya neymiş o kadar hasret duyduğu şeyler konuşsun da herkes bilsin.
Erdoğan daha uzaktan yönetiyor süreci çünkü biliyor ki bu süreç kendisine kaybettirir gibi olduğunda elinde kazanmak için kartı olsun istiyor.
İktidar niye demokratikleşme sürecini es geçiyor? Çünkü iktidarın hamurunda dinci, gerici, faşizan bir devlet anlayışı var. Hani madem bu çözüm ciddi ciddi konuşulacak, atılacak ilk adım niye demokratikleşme olmasın ki? Üstelik bu yönde atılan adımlarla işin yürütülmesinin de kolaylaşacağı bilinen bir gerçeklik iken niye bu yola gidilmiyor acaba? Gidilmiyor çünkü iktidarın sistem anlayışı bu. Silahların bırakılması provası yapıldı. Örgütün kendisini fesih edeceğini de bir noktaya kadar taşıdığı görülüyor ama iktidarın demokratikleşme bağlamında hangi adımları attı ya da atmak düşüncesi var mı?
Olanlara bakalım: Baskılar olanca hızıyla devam ediyor, kim iktidarın işine gelmez bir şey söyledi veya yazdı polis kapısında. İnsanlar tutuklanmaması gereken suçlamalardan aylarca ya içerdeler ya da ceza alıyorlar. Polis bir basın açıklamasına bile izin vermez, kimseyi yürütmez ve de görüşlerini açıklamaktan alıkoyarsa, bugün seçme ve seçilme hakkı bile iktidar tarafından hak bile görülmüyorsa Birilerinin malına, mülküne el konulup TELE1 bile kayyumun eline bırakılıyorsa yarın için nasıl bir gönenç toplumu olacağız? İnsanların açlığa mahkum edildiği, insanların iş yaşamında çalışma güvenliklerinin olmadığı, iş cinayetlerinde yaşamlarını yitirdikleri bir ülkede bizler neyi iddiasında olacağız. Hani Erdoğan “Yargıyı kimse hedef alamaz” demiş ya konunu içinde bir de şöyle şeyler dile getirmiş ve “Belki biraz problem çekilecek ama özgürlüklerin herkese eşit uygulandığı yeni Türkiye’yi herkes kabullenecek” demiş ya bu tehdit diliyle mi yürüyecek gemi? Biz de böyle sorarız söz yarıştıranlara… Buyurun konuşun…
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
13 KASIM 2025
İDDİANAME Mİ YOKSA MULUMUN İLANI MI?
İstanbul biliyorsunuz AKP ve saray iktidarının rant kapsıydı. Seçimleri kaybettikten sonra ilk iş seçimleri YSK aracılığı ile iptal ettirdi iktidar. Sonra yine kaybetti hem de 850 bin bir farkla. 2024 yılında yapılan yerel seçimlerde iktidar devletin bütün olanaklarını ve de bakanları seferber etmesine karşın bir kez daha yitirdi hem de bu kez 1,5 milyon farkla. Bu durum iktidarı deliye döndürdü. İstanbul’u bir şekilde CHP’den geri almak için içten içe çalışma yapıldı. İBB’nin görev yapmasını engellemek için her yola başvuruldu. İktidar tarafından İBB’nin olanakları kısıldı, yatırımları engellendi ve hatta AKP döneminde birikmiş olan borçlarının da ödenmesi için İBB’nin kapısına icra gönderildi, kesinti en tepeden yapılarak İBB’nin gelir kaynakları kurutulmak istendi. Görevlerin aksatıldığı propagandası yapılmak için gerektiğinde sabotaj diyeceğimiz eylemlere başvuruldu. Ancak bütün bunlar durumu değiştirmedi ve İmamoğlu ve ekibine İstanbul halkının desteği daha da arttı.
Geçmiş dönemde AKP’nin elinin altında ne kadar vakıf, cemaat, tarikat ve dini dernekler varsa bunların beslenmesi için olanaklar ortadan kalktığı için iktidar ve gerici çevreler deliye döndüler ve her türlü Karagöz oyunlarına başvurmaya geldi sıra. Böylece ne kadar kıçı kırık itirafçı ve iftiracı varsa onlarla işe koyuldular. Sonrasında ise gözaltılar ve tutuklamalar arka arkaya geldi.
Bu operasyonların ön açıcısı AKP iktidarından yemlenen basın çevreleri oldu. Onlar bir iftira kampanyası başlatarak bağımsızlığını yitirmiş olan ve iktidarın emrinde görev yapan yargının harekete geçmesini sağladılar. Tutuklanması gerekenlerin neyle suçlanmaları gerektiğini bile üstüne vazife olmayanlar üstlendi ve yoğun bir kampanya ile insanların onurları ile oynandı. Oysa bizzat Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın başında bulunduğu TÜRGEV neler neler götürmüştü ama kimse bu konuyu dert bile edinmiyordu.
CHP’li Belediye Başkanları suçlu suçsuz ayrımı yapılmaksızın gözaltına alınıp tutuklandılar. Hatta işler öyle çığırından çıktı ki Ekrem İmamoğlu’nun savunmanı bile tutuklanıp içeri atıldı. Bazıları da etkin pişmanlık görevi ile görevlendirilerek örgüt başı olarak suçlandıkları halde serbest bırakıldılar. Ne yazık ki bunların sayısı hiç de az değil 76 kişiymiş. Yandaş basın susmadı. Ne gibi suç işlediklerini açık açık yazarak insanların onuru ile oynamaya devam etti.
Söze Cumhurbaşkanı koltuğunda oturan kişi bile katılarak, tutuklananları “Ahtapotun kolları” olarak niteledi. Bu sözleri savcılık aynen suçlamalarına aldı ne yazık ki. Unutmayalım ki Erdoğan geçmişte Ergenekon davasının da savcısıyım diyerek işin içine karışmıştı bunu unutmuş değiliz. Şimdi de bir benzeri yaşanıyor.
Maddi kanıt yerini “duymuştum, sanıyorum, bana öyle söylenmişti” fasaryalarına bırakmış durumda ki aynı basın bu karalamalar üzerinden yürüyerek iftirayı devam ettiriyor. Buradan ne mi çıkar diyorsunuz? Bize göre adaletli bir yargılamada hiçbir şey çıkmayacak kesin ama işin CHP’nin kapatılmasına kadar vardırılması aslında çok önemli bir şeyin bize göre habercisidir. Bu noktaya gelinmesi demek aslında resmen bir rejim değişikliğinin adımlarıdır ki bu konuda bütün demokrasi güçleri uyanık olmak zorundadır.
AKP ve saray iktidarı artık olağan koşullarda seçim kazanmaktan oldukça uzaklaştığı için bu yollara başvurmuş olduğu tartışma götürmez. Böylelikle iktidarını devam ettireceğini düşünen bir iktidar söz konusu ki onların bu zorbalığına karşı sessiz kalınamaz. Demokrasi güçleri mevcut iktidarın karşısına her defasında yeni bir yol bularak birlikte çıkmalı ve cumhur ittifakının attığı oyunlar her defasında boşa çıkarmalıdır.
Bugün kimilerinin hâlâ dile getirdiği gibi görevini layığı ile yapan bir parlamentonun varlığı ileri sürülemez. Her alanda olduğu gibi TBMM’de de her şey bir emre bakmaktadır ki bu da işin ne kadar tehlikeli bir noktaya taşınmış olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Bugün bütün ara mahkemeler ve Yüksek Mahkemeler iktidarın yön vericiliğinde işlevini yerine getirmektedir. Bunu anlamak için bu yapının nasıl oluşturulduğuna bakmak yeter de artar bile.
Son söz iktidarın atacağı yeni adımları ancak ve ancak demokrasi güçlerinin birlikte tutum almaları önleyebilir. Yoksa ne denli tehlikeli bir noktaya ülkenin götürülmek istendiği aymal açık ortadadır. Bize öyle geliyor ki son düşen kargo uçağının düşmesi bu kafa ile İmamoğlu ve arkadaşlarına suç isnadı edilse bile şaşırmayız. Çünkü suçlamalarının neredeyse tamamı bu denli isnatsız ve ispatsız.
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkan
11 KASIM 2025
GEL DE MUTLU OL!
Bizler yeterince farkına varmasak da yaşamın ne çok güzelliği vardır. Doğa bize her güzelliği sunmuştur sunmasına da hepimiz aynı değiliz ki kimimizin de içine bir fıçı barut koymuş, kimimize de felaket insanı olmamız için kimi sıfatlar sunmuştur ki bu güzelliklerin çoğunu elimizin tersiyle iteriz. Oysa hepimizin dinginliğe olan gereksinimimiz tartışma götürmez. Güneşli bir günün tadını örneğin duvara yaslanarak çıkarsak kötü mü olur? Ya da ne bileyim içimiz yansa, avuç avuç terlesek sonra da bir gölgeye oturup serinlesek bu güzelliği neyle ölçebiliriz ki?
Bir şeylerin eksikliği kıymetini de artırır bunu iyi kötü biliriz. Az olana, ya da hiç olmayana özlem duyarız elbette. Çok olan, her an elimizi uzattığımızda elde edeceğimizin varlığına öyle alışmışızdır ki onlar bize birer önemsiz nesne gibi gelebilir. Hatta zenginliklerimizin arasında bile bu gibi şeylerin bir önemi yokmuş gibi önemsemezken uzak dururuz kimi yaşamsal olan şeylerden iyi mi? Bu şeyler yaşamımızın Hızır’ıdır aslında dara düştüğümüzde değil her zaman için yanı başımızdadır da fark edemeyiz bu yaşam iksirlerini.
Bir acı içine düşmeye görelim… Ya da ne bileyim özlemle yanar hale gelmeyelim, öyle çok özlemini çekeriz ki kimseye sezdirmeyiz bile bütün bunları. Yaşam bu… Öyle anlarımız olur ki örneğim özgürlüğümüz için her şeyden ama her şeyden geçeriz de özgürlüğümüzü başa koyarız.
Neler neler yaşadık. Egemenlerin düzeni bozulmasın, onlar rahat rahat soygunlarını sürdürsünler diye. İnsanoğlunun bulduğu ne çok işkence yöntemleri bulunup bulunup uygulamaya sokulmuştur başına gelmeyen bilmez. Bazıları sanırlar ki her şey güllük gülistanlıktır. Ülke öyle bir yönetilir ki hepimiz sanki tornadan çıkmışız gibi biriz ve aynıyız. Oysa birilerinin çok daha iyi olması için insanlara ne felaketler yaşatılır bilip de susanlarımız olduğu gibi bilmeyip de her şeyin tıkırında gittiğini sanan bir çoklukla çoktan beyaz bayraklar çekip teslimiyet içinde gün geçirdiğimiz de bilinmeyen bir şey değildir. Bugün birçok cezaevleri dile gelse de konuşsa. Ama konuşamaz işte. Oralarda basbayağı öldürülenlerimiz de olmuştur, sakat bırakılanlarımız da. O cezaevi senin bu cezaevi benim sürgünden sürgüne gönderilenlerimiz de.
Kimselerin dönüp de bakmadığı günler yaşandı bu ülkede. Birçok dostumuz, arkadaşımız uzun yıllarını içerde geçirdiler. Bir kısmı da hâlâ içerdeler. Ülkemizin güzel insanlarının hangi özlemleri duyarak içerde onca yıllarını geçirdiklerini bilenler de var bu ülkede bilmeyenler de. Ne kötü, bilmeyenler daha çok. Bunlara tuzu kuru olanlar mı desek? Yoksa sınıf kinlerinin bitmez tükenmez öcüyle hareket edip nasıl öç aldıklarını mı dile getirsem bilemedim şimdi. Avukat Selçuk Kozağaçlı gibi bu ülkenin güzel insanı niye içerde mesela? Geçenlerde serbest bırakıldı da niye içeri alındı şimdi niye hiç konuşmaz olduk? Kozağaçlı başta kaç güzel insanımız içerde biliyor muyuz? Biz yeterince bilmiyor, duyarlı da davranmıyor olsak da bazıları gözümüzün içine baka baka yazdıkları fermanı bizim üzerimizde denemiyorlar mı işte bu zulme katlanmak gerçekten de çok ama çok zor.
Bu ülkenin anlatıp bitirilemeyecek kadar çok öyküsü var. Peki, ya karşımızdakilerin var mı bir tek insanı etkileyecek öyküleri? Yok! Belki de kimbilir büyük kin duyuyorlar bizlere bu yüzden. Belki de bu yüzden bu denli kaba sabalar ve de aynı fazlalıkla da hoyrat. Bunlar için bir gün olsun rahat yataklarında uyku uyuyorlar mıdır acaba diye soracağım da sormuyorum işte. Bunların suçlarını hafifletmeyelim, bence mışıl mışıl uyuyorlardır kesin. Bu gibilere niye batsın ki hanları, apartmanları bilmem onca lüks sarayları? Bu gibileri onu bunu karalayıp durmaktan yürekleri kararmış, içlerinin ışığı sönmüşse kim onları yattıkları gaflet uykusundan uyandırabilir ki?
Dilovası’nda yanan fabrikada yaşamını yitiren dördü çocuk yaş ikisi 65 yaşında kadın işçilerin yaşamları kimlerin gözünün önüne geliyor ya da kimlerin gözünün önüne gelmiyordur acaba? Daha dün 78 insanımızın çoğu çocuk beylerin turistik otellerinde yanıp gitmeleri ve bu suçun failleri neden deşelenip hak ettikleri cezaları almaları nın sağlanması istenmez de ikinci, üçüncü ve hatta failler arasında bile sayılmayacak olanlar fail olarak yargılanırlar da bakanına, müsteşarına, asıl birinci derecede sorumlu olanların kılına bile dokunulmazsa gel de o zaman yaşam halka mutlu olsun nasıl olacaksa. Gel de o zaman insanın yel estikçe bağrı serinlesin nasıl serinleyecek
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
09 KASIM 2025
BUNLARI İYİ TANIYIN
Herkes istediği zaman bir araya gelebilir. Birlikte gezer, tozar, yer, içer, oynar, zıplar buna bir diyeceğimiz olamaz elbette. Ama hiç kimse TSİP adıyla bir araya gelerek bunları yapamaz. İki nedenden dolayı yapamaz.
Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’ne son MYK-GYK ortak toplantısında sahip çıkan biziz. Sahip çıkmayan tarafta kalanlar ise TSİP’e karşı likidatörlük suçu işleyenler olup toplantıyı ‘TSİP’i birliğe hediye ediyoruz diyerek çekip gidenlerdir. Biz ise Onların yüzüne; TSİP’in kendi adıyla yeniden kurulacağını, yayınlarının aynı isimle yeniden çıkarılacağını söyledik ve şu andan itibaren TSİP adına konuşamayacakların söyleyip onların kalemini kırdık.
Onlar çekip gittiler. Önce günlerce katılanlarla kurulacak partinin adında sosyalizm sözcüğü geçsin mi geçmesin mi diye tartıştıktan sonra Sosyalist Birlik Partisi içinde yer aldılar. Ha bu arada TSİP’te üyelikleri bile çoktan bitmiş olan kimseleri de yanlarına alarak parti kongresi gibi değil de ‘Sosyalizmin sorunları” adıyla bir toplantı düzenleyerek TSİP’i kapattıklarını ilan ettiler. Bu toplantıya çağırdıkları Ertuğrul Kürkçü’nün konuşması o denli inciticiydi ki bu konuşmaya çıtlarını bile çıkarmadılar. Partiyi polise teslim edenler elbette kongre delegesi olamayacağı gibi parti üyesi de sayılmazlardı ama öyle olmadı. Bunların marifetiyle yapıldı Beşiktaş’ta bir düğün salonunda yapılan toplantı.
Sosyalist Birlik Partisi yeterince tutmadı. Bu yüzden de rahatsızlık ilk adımda su yüzüne çıktı. Bu arada Avrupa’dan yeni yeni dönenler vardı onları da kapsaması için Partinin adı değişti. Birleşik Sosyalist Partisi (BSP) oldu. Başına da Sadun Aren’i getirdiler. Sadun Aren’le bir nedenden dolayı görüşmemiz oldu. Sadun Aren bana dedi ki ‘Ben sizin isteğinizi yerine getiremem’. Niye diye sordum o da dedi ki ben burada Genel Başkan gözüküyorum ama başkan maşkan değilim. Her grubun kendi başkanı var, kasası var, ayrı ayrı uydukları yapıları var. Benden istediğinizi gidin Çağatay’dan isteyin, ayağını mı kıracaksınız ne yapacaksınız sizin bileceğiniz iş” dedi. (Bu görüşmemizde Naciye Babalık da yanımızdaydı)
Ama bunların serüvenleri bitmedi. Dev-Yol’un bir kanadı parti kuracaktı, çalışmaları vardı, ayrı parti kurmasınlar diye gidildi konuşuldu tabi bu partinin kuruluşunda da partinin adında sosyalizm sözcüğü geçsin mi geçmesin mi çok konuşuldu ve sosyalizm sözcüğü olmasın diyenler ağır bastığı için Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) kuruldu. Artık çok mu arandı, kim bunlara bu kişiyi önerdi, kimin adamı mıydı doğru dürüst sorgulanmadan başına da Ufuk Uras getirildi. Kuşkusuz bu partinin de sürdürülmesinin olanağı olmadığından kısa süre içinde bu partide tarih oldu ve bu parti saflarında olanların her biri kendilerine bir yol çizdi. Metin Çulhaoğlu ve arkadaşları TKP’ye katıldı. Kurtuluş ve Kurtuluş çizgisinden ortaya çıkan yapılar ise HDP bileşeni olarak kendilerini uyarladılar.
Bu serüvenden eli hamur karnı aç dönen geçmişin TSİP’lileri de HDP’ye ya da onun en yakınında duran yapılara gitti. Bir kısmı da Yeşil Sol Parti’ye gittiler.
Biz herkes biliyor ki bir Genel Kurul topladık. Genel Kurulumuzu 3 Ocak 1993 tarihinde gerçekleştirerek fiilen açık alanda politika yapmaya başladık. Bu dönemde ben dahil bazı arkadaşlarımız tutuklandı. Dönemin Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu tarafından hakkımızda iki adet kapatılma davası açıldı. Açılan davanın birisi ‘Ankara’da 80 gün Marksist-Leninist ihtilal denemesi yaptığımız savıyla idi diğeri de genel kurulumuzu geciktirdiğimiz içindi. Ben ve iki arkadaşım dahil 3 yıl 9 ay ceza aldığımız için ilk yedi yıl ülkenin çeşitli cezaevlerinde yatıp 2007 yılında cezamızı tamamladık. Siyasi yasaklılığımız 2018’de bitti. Özetle söylememiz gerekirse TSİP hep var oldu olmaya da devam edecek.
Gelelim TSİP’li olmayan likidatörlere. Bunlar TSİP adıyla her yıl buluşup kimi zaman TSİP’e güzelleme düzerek kimi zaman da bizlere atıp tutarak otellerde geçmişi yad edip nostaljik takıldılar. Gerek duymadığımız için bizde onları görmezden geldik. Bu yılki toplantılarını da Göynük’te gerçekleştirdiler. Toplantıyı düzenleyenler TSİP’li değil. Örneğin Cemil Camcı diğer birçokları ya DEM Parti üyesi ya da Yeşil Sol Parti üyesi. Bu durumda onların sanki TSİP’li imişler gibi toplantı yapıp TSİP’in adıyla yanyana gelemeyecek olanları konuk edip ya da kendileri nasıl toplantı yapabilirler. İnsan kendisine birazcık olsun saygı duyuyorsa bunu yapar mı? Bence yapmaz, yapmamaları gerekir. Öyle sanıyorum ki bizi kendileri bataklıkta kulaç atıp durdukları için bizi de bataklığa çekme niyetleri olsa gerektir ki bu davranışlarını utanmazca devam ettiriyorlar.
Bu son Göynük toplantısı ile ilgili bir paylaşımın altına bir yorumda bulundum. Ayşe Akınca bana şöyle yazmış bu yazıyı neden yazdın. Ben de şunun için yazdım dedim o da karşılık vermedi kapandı. Ayşe Akınca Dem Parti’nin PM üyesi ise TSİP’li olmadığı açıktır. Onun gibi birçok arkadaş daha var. Bu yüzden önerim insanlara politik görüşlerinin doğrultusunda davranmalarıdır. Kendilerine TSİP sıfatı çekmelerinin gereği yoktur hepsi bu…
Bu kimselere bir kez daha söylüyorum. Vazgeçin bu basitlikten hangi örgütün insanıysanız ona göre davranın. Ya da davranmayın siz bilirsiniz. Ama bir daha TSİP bayrağını oynadığınız, zıpladığınız, kafa çektiğiniz yere asmayın. O kadar!
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
07 KASIM 2025
BÜYÜK EKİM DEVRİMİ 108 YILDÖNÜMÜ
" Devrim insanlara hediye olarak sadaka olarak verilmez, emirle yapılmaz ancak milyonların hoşnutsuzluğu yükseldiğinde ve halklar artık böyle yaşanmayacağını anladığında yapılır. V. İ. Lenin.
Söze böyle başladık çünkü Büyük Ekim Devrimi’nin bugün 108. Yılı. Türkiye Sosyalist İşçi Partisi olarak Büyük ekim Devrimi’nin yıldönümünde irade bildiriminde bulunuyor ve diyoruz. Büyük Ekim Devrimi bizlerin ve partimizin yolunu aydınlatıyor. Kuruluş günümüzden bu yana Büyük Ekim Devrimi’ne saldıranlara veya ama fakat diyenlere karşı her zaman karşı durduk ve kararlılığımızı her fırsatta açıklamaktan an bile geri durmadık.
Büyük Ekim Devrimi aynı zamanda eşi benzeri olmayan bir devrim olup İnsanlığın umudunu yeşerten ve yenilmez sanılanların yenilgiye uğratıldığı, ayaklarının altından işçiler ve yoksul köylülerin bağlaşıklığında toprağın kaydırıldığı egemenlerin, gericilerin, geniş halk kitlelerini kanlarının son damlasına kadar emenlerin iktidarına son verilişinin bütün dünyaya ilan edildiği gün.
Bugün Büyük Ekim Devrimi’nin gerçekleştiği Rusya coğrafyasında her ne kadar sosyalizm dalgasının geri çekilmiş olduğunun tanığı olsak da bizler biliyoruz ki geri çekilen dalga geri gelecek ve kıyıları yeniden basacaktır. Bundan adımız gibi eminiz. Bu nedenle partimiz 12 Eylül sonrası 3 Ocak 1993 yılında yeniden açık siyasi alana geçerken partimizin programının Gerekçe bölümünde şu ifadeleri kullanmıştır.
GEREKÇE:
Çağımız, çökmekte olan kapitalizmden sosyalizme geçiş çağıdır. Paris Komünü ile başlayan, Ekim Devrimi ile süren Proletaryanın dünyayı değiştirme savaşımı, yaşanan bütün olumsuz gelişmelere karşın sürmektedir. Binlerce yıllık sömürücü sınıflara, düzenin sonsuz olmadığını gösteren Rus işçileri, yoksul köylüleri ve onların yarattığı Büyük Ekim Devrimi çözülmelere, yıkımlara karşın yine de dünya proletaryasının ve halklarının esin kaynağı olmaya devam ediyor.
Sosyalizm Yeni Dünya Düzeni koşullarında da kendi iç çelişkilerinden kurtulamayarak çürüyen emperyalist-kapitalizm karşısında, insanlığın ileri doğru gelişiminin asal yönlendiricisir. Bugün yeryüzünde, geniş emekçi yığınların ve halkların ortak düşmanı emperyalizmdir. Bu olgu emperyalizme karşı dünyanın dört bir köşesinde yürütülen savaşımın çok yönlü bir bütünlük kazanmasını sağlar. Emperyalizmin kesin yenilgiye uğratılarak varlığına son verilmesi, başta dünya sosyalist hareketi olmak üzere, uluslararası işçi sınıfı eylemliliği ve ulusal kurtuluş savaşımlarının oluşturduğu dünya devrimci sürecinin bütünlüğünün ve dayanışmasının güçlendirilmesini zorunlu kılar. Tek tek ülkelerin halklarının sonuncu kurtuluşları, emperyalizme karşı verdiği savaşımda dünya devrimce sürecinin bütünlüğünü sonuna kadar bağlı kalmakla olanaklıdır. Günümüzde enternasyonalist dayanışma olmadıkça, hiçbir ülke halkı savaşımı sonuncu utkuya ulaştıramaz. (TSİP PROGRAMINDAN)
Kısaca söylersek yukarıda söylediklerimizin yaşama geçirilmesi demek; partimizi örgütlü bir güce dönüştürmekle olasıdır ki Şanlı Büyük Ekim Devrimi’ni TSİP olarak an bile olsun yukarıda dile getirdiğimiz görüşlerin yaşama geçirilmesiyle ete kemiğe büründürülecek ve partimizin Büyük Ekim Devrimi’ne bağlılığı bir anlam kazanacaktır.
Bugün kapitalist sistemin insanlığın sorunlarını çözmesinin olanaksızlığını hemen hepimiz açıkça görmekteyiz. Bugün sayıları milyara yaklaşan insanlar aşırı yoksulluk içinde ve açlıkla boğuşmaktadır. 3,5 milyar insan ise yoksulluk sınırının altında inim inim inlemekte olup bu gerçeklere karşın dünyamızda üç bin sermayedarın serveti 15-17 trilyon dolara varıp dayanmıştır.
Yukarıda dile getirdiğimiz yoksulluğu büyük oranda kendi ülkemizin halkı da en ağır şekilde yaşamakta olup milyonlarca emekçi açlık ve yoksulluk sınırının altında ölüm kalım mücadelesi vermektedir. 10 – 15 zenginin elindeki servet kısa sürede 20-21 milyar dolardan 32 milyar dolara ulaşmıştır.
Bizler yoksullaşırken bir avuç haramzade varlığına varlık katmakta, kâr hırsıyla geniş halk yığınlarına cehennem hayatı yaşatmaktadır.
Bugün ülkemizde yoksulluk, adaletsizlik, yolsuzluk ve hırsızlık alıp başını gitmiştir. Bugün bizlere yaşatılan bu utanmazlık karşısında halkımız sesini çıkarmasın diye egemenler adeta bir avuç yönetici erkinin dışında herkese olmadık zulmü reva görmektedirler.
Sanıyorlar ki güçlüyüz her istediğimizi uygularız. Sanıyorlar ki kurulu düzenimiz sonsuza kadar böyle devam edecek. Sanıyorlar ki böyle gelmiş böyle gidecek ve insanlığın ve ülkemiz halkının yazgısı değiştirilemez.
Türkiye Sosyalist İşçi Partisi olarak hızını ve kararlılığını Büyük Ekim Devrimi’nden alan partimiz, bu gidişe son vermeye, yeminli bir parti olarak yola çıkmış ve savaşımını devam ettirmektedir. Böylesine tarihin sayfalarına altın harflerle yazılmış olan BÜYÜK EKİM DEVRİMİ’NİN 108. Yılını kutluyorsak bu büyük devrime layık olmayı da başat görevimiz olarak sayacağız.
Büyük Ekim Devrimi hem gerçekleşmiş olması açısından hem de kuruluş döneminde Sovyet halklarına kattıklarıyla bizler gördük ki aynı kararlılıkla ayağa kalkılabilir ve insanlık için yaşanası bir dünya yaratılabilir. TSİP olarak aynı yoldan yürümeyi bizler bu yüzden onur olarak kendimize şiar edindik.
Unutmayalım ki Büyük Ekim Devrimi insanlığın hem umudu hem de geleceğine olan güvenidir. Bu yüzdendir ki kurtuluş için, aydınlık bir gelecek için Büyük Ekim Devrimi bizlerin yolunu dün nasıl aydınlatıyorsa bugünde ışığı asla sönmeyecek ve yolumuzu aydınlatmaya devam edecektir.
Emperyalist/kapitalist dünyaya karşı verdiğimiz Kurtuluş Savaşımızın da en büyük destekçisi Büyük Ekim Devrimi’ni gerçekleştiren Yüce Lenin’in ülkesi olmuştur.
Bugün partimizin programında da belirttiğimiz gibi Büyük Ekim Devrimi ve Sosyalist Sistem’in dalgası geri çekilmiş bile olsa, yeniden kıyıları basacağına olan inancımız tamdır. Bu yüzden bir yandan örgütleneceğiz, bir yandan da insanlığın devrim isteğinin yok edilemeyeceğini dost, düşman herkese göstereceğiz. Kimileri gibi sesimiz kısık çıkmayacağı gibi kimseye de yukarıda savunduğumuz görüşler için hesap verecek değiliz. Konu devrim ve sosyalizm olduğunda bilinsin ki sesimiz gök gürlemesini solda sıfır bırakacaktır.
· Şan olsun Büyük Ekim Devrimi’ne!
· Şan olsun Sosyalizme!
· Şan Olsun İşçi sınıfının yüce öğretmeni Lenin’e!
· Şan olsun sosyalizmin yılmaz mücadelecisi, kurucu lider ve Hitler faşizmini yenilgiye uğratan Çelik iradeli Stalin’e!
· Şan olsun Türkiye ve dünya işçi sınıfına!
· Şan olsun partimiz TSİP’e!
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
05 KASIM 2025
SOĞUK SAVAŞ’TAN SICAK SAVAŞA DOĞRU
İkinci Paylaşım Savaşı’ndan onca yıkıma karşın avantajlı çıkan ülkelerin başında hiç kuşku yok ki Sovyetler Birliği geliyordu. Bu arada savaşı en iyi yöneten ve zaferle sonuçlandıran Stalin’in adı da bütün ülkelerde ilk sıralardaydı. Durumu büyük bir tehlike olarak gören ABD ise zaman yitirmeksizin Sovyetlere karşı diğer kapitalist emperyalist ülkelerle görülmemiş düzeyde bir soğuk savaş başlattı.
Kuşkusuz SSCB’nin dağılmasında her ne kadar soğuk savaş rol oynadıysa da asıl sebep SSCB’nin kendi içindeki yönetici kademede oluşan ancak hainlikle nitelendirebileceğimiz teslimiyet politikaları rol oynadı. Burada iki ismi saymadan geçmeyelim. Birincisi açıklık ve yeniden yapılanma politikası (Glasnost ve Perestroyka) politikasının mimarı Gorbaçov, ikincisi de sarhoş Yeltsin’di. Bu dağılmayı Hungtinton ve Fukuyama dünyanın sonu olarak değerlendirdikleri gibi liberalizmin de sosyalizme karşı zafer kazandığını savunurlar fakat gelinen noktaya baktığımız zaman hiç de onların dile getirdikleri gibi olmadığını gördük.
Geçmişte bir yandan soğuk savaş sürerken bir yandan da çeşitli ülkelerde savaşlarda hiç eksik olmadı. Şimdi emperyalist dünyanın karşısında Sosyalist Sistem yok fakat emperyalist güçlere karşı başta Rusya olmak üzere Çin ve daha başka ülkelerin de olduğunu açıkça görüyoruz. Soğuk savaş bir yandan sürerken Üçüncü Dünya Savaşı olarak niteleyebileceğimiz birçok savaşın da fiili olarak yaşandığının tanığıyız.
Bu mücadelede başı ABD çektiği gibi Saldırı ve savaş örgütü NATO’nun da nasıl bir görev üstlenmiş olduğunu bütün çıplaklığı ile görüyoruz. Geçmişte “Yeşil kuşak” ne anlama geliyorsa İslam adına hareket eden bir sürü terör örgütü de aynı işlevi görüyor. Suriye’yi yıkıp IŞİD gibi bir örgütü başına geçirenler ve Ahmed El Şara’yı seçilmeden Cumhurbaşkanı ilan edenler hiç ama hiç unutmayalım ki emperyalistler ve işbirlikçileridir. Bu sözü edilen güçlerin karşısında kim var? Elbette Rusya, Çin ve İran…
Trump’un Amerika adına Asya-Pasifik ve Çin’i hedef aldığını bilmiyor değiliz. Ukrayna ve Ortadoğu’da ABD ve Batı’nın çevirdiği dolapları da unutmayalım. Dünya çapında sürdürülen egemenlik kavgasında Çin’in giderek güçlendiğini de eklemek gerekiyor. Dahası Çin’de nadir bulunan elementlerin varlığı ve fazlalığı ABD’yi basbayağı telaşe sevk etti.
ABD için bu stratejik öneme sahip. Çin, bu elementlerin dışsatımına kısıtlama getirdiği için Trump neredeyse küplere bindi. Bu yüzden de Çin’in ABD’ye sattığı malların gümrük vergilerini artırdı Kuşkusuz bu bir gerginlik yarattı. Bu nedenledir ki Trump ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping Güney Kore’de buluştu. Kuzey Kore ise tam da bu anda bir füze denemesini başarıyla gerçekleştirdi.
Şİ Cinping ile Trump’un görüşmesi bazılarınca her ne kadar geçici bir ateşkes olarak değerlendirildiyse de bu yönde gelişmelerin hiç de iç açıcı olmadığını kısa zamanda öğrenmiş bulunuyoruz. Bu görüşmede Çin daha kazançlı çıktı çünkü Trump bu görüşme sonrasında bazı geri adımlar atmak zorunda kaldı. Bu görüşmenin ardından Trump yeniden ABD’nin nükleer bomba testlerini başlatacaklarını söylemesi ve Rusya ve Çin’in bu yönde önemli bir güce sahip olması üzerinde durması düşündürücü bir mesaj vermiş oldu dünyaya.
Trump bu girişimini Rusya’nın nükleer silah denemeleri yaptığını ileri sürerek haklılık kazandırmak istedi fakat Rusya bunu reddetti ve yaptıkları işin nükleer teknolojiyi içerse de nükleer bomba denemeleri olmadığını açıklaması da ABD’yi tatmin etmemiş görünüyor olmalı ki Trump böyle bir işe kalkışmış bulunuyor.
Batı ne yazık ki militarizm konusunda ABD’nin kuyruğuna takılmış durumda. Bu yüzden de her geçen gün Avrupa’da militarist politikaların benimsendiğine dair açıklamalara tanık oluyoruz.
Avrupa Birliği’ni oluşturan ülkeler silahlanma konusunda gemi azıya almış durumdalar. 150 milyar dolarlık 2030 yılına kadar silahlanma fonuna para ayrılacağını, toplanacak bu paranın 2030 yılana kadar üye ülkelere dağıtılacağını 2045 yılına kadar da geri ödeneceğini sürekli olarak duyuyoruz. Amerika nasıl bir politika izliyorsa silahlanma konusunda ve savaş isteklisi olarak Avrupa da gitgide daha da sesini yükseltiyor ki bu gidişi gözardı etmemek gerekiyor. Avrupa Birliği 163 bin olan asker sayısını da 2035’e kadar 260 bine çıkaracakmış. Sözün özü emperyalist kapitalist dünya geçmişte barıştan söz ederdi şimdi ise bu sözü ağzına bile almadığını görüyoruz ki sanki Trump’un izinden yürümeyi bir marifet sayar oldular.
Gelelim Türkiye’ye. Türkiye bu gelişmeler karşısında yönetici güçler nasıl bir yol izleyecekler? Bunun anlaşılmayacak yanı yok. İkinci Paylaşım Savaşı sonrası yönetici sınıflar nasıl bir tutum almışlarsa bu yeni durumda da aynı yolu izleyecekler kesin. Çünkü geçmişte nasıl bir tutum içinde olduklarını bildiğimiz bu Türkiye yönetim erki sapmadan yoluna devam edecek ve ABD’nin kuyruğuna takılmaktan asla vazgeçmeyecek. Erdoğan’ın son Trump’la görüşmesi sonrasında atılan adımların bu yönde neler olacağını gösteren bir sürü ipuçları var.
Ülkemizde neler olup bittiğini bilmiyor değiliz. Dinci, gerici, faşizan karanlık uygulamalar söz konusu iken TSİP olarak halkımıza çağrımız bize destek olmanızdır. Çünkü ancak emperyalist/kapitalist dünyanın insanlık düşmanı politikalarını boşa çıkaracak olan bilinmelidir ki sosyalistlerdir. Partimiz Türkiye Sosyalist İşçi Partisi kurulduğu günden bu yana asla tek adım geri atmamış kapitalist/emperyalist sistemin karşısında olmuştur.
Bugün ülke sorunlarının bir tekini bile çözemeyen ama halka kan kusturan AKP ve saray iktidarı sadece ve sadece askeri olarak Batı’yla daha sıkı fıkı olma peşinde. Yönetim erki öyle ABD’ye angaje olmuş ki ABD Büyükelçisi Tom Barrack sömürge valisi gibi davranarak Türkiye’deki iktidarı kast ederek “onlara istediği meşruiyeti vereceğiz” diyebiliyor. İktidar Gazze’de ABD’nin istediği gibi rol üstlendi. Devamı ise Trump’tan sonra İngiltere Başbakanı Starmer ve Almanya Başbakan’ı Merz’in Türkiye’yi ziyareti ile geldi. Türkiye İngiltere’den Eurofighter uçakları alacak. Bu konuda İngiltere açık konuştu. Yapılan anlaşmanın Rusya’ya verilen bir mesaj olduğunu söyledi. Dahası İngiltere soğuk savaş döneminde üstlendiği rolü bir kez daha üstlenmiş olarak karşımıza çıktı. Merz’in Türkiye ziyaretinde de benzer şeyler yaşandı.
Ne kadar benzeş bir durum. Soğuk Savaş döneminin aynısı bir kez daha yaşanıyor. Yönetici kesim kendi iktidarları açısından bu durumu yerinde görseler de Türkiye açısından hiç de bir getirisinin olmadığını aksine Türkiye’yi bir kez daha Batı’nın ileri karakolu haline getirerek bataklığa iteceklerini biz açıkça ilan ediyoruz.
AKP ve saray iktidarı seçimsiz bir iktidar arayışı peşinde. Daha da önemlisi veliahtlık bile konuşulabiliyor. Bu denli dinci gerici, faşist bir iktidarı ancak emperyalist dünya desteklerse iktidarda kalabilme şansları var. Yoksa her şeyin tepetaklak gittiği bu ortamda AKP ve saray iktidarının iktidarını sürdürmesinin olanağının kalmadığını buradan açıkça söylüyoruz.
Bu yüzden partimiz kurulduğu 1974 15-16 Haziran’ından bugüne kadar her fırsatta dile getirdiği BAĞIMSIZLIK – DEMOKRASİ – SOYALİZM belgisi asla boşuna değildir. Faşizm, emperyalizm yenilecek demokrasi gelecek ve sosyalizmle taçlandıracağız ki yukarıda dile getirdiklerimin hiçbirisi ülkemizde yaşanmasın.
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
03 KASIM 2025
24. YILINA GİREN İKTİDAR
AKP ve saray iktidarı daha partileşmeden atılan adımları yakından izleyip işin nereye götürüleceğinin kalın harflerle altını çizdik. O günden bugüne AKP ve saray iktidarı ile ilgili tek olumlu sözümüz olmadı olmazdı da. Çünkü bizler biliyorduk ki bu gidiş gide gide bugüne gelinecek ve yaşadıklarımızın bedeli her geçen gün bu iktidarın eliyle daha da ağırlaşacaktı.
Bizim aksimize ülkemizde kimi solcu ve aydın geçinenler AKP ve saray iktidarının oyununa gelmekten yakayı kurtaramadıkları gibi liberal bir çizgide AKP iktidarına ve yapıp ettiklerine övgüler düzerek yanlarında yer aldılar. Bazıları da AKP ile başından beri iktidar ortaklığı yapan Fethullahçılarla yol yürüyüp onların gazetelerinde ve televizyonlarında bizim ve halkımızın gözünün içine baka baka iktidara uşaklık ettiler.
Oysa görünen köy kılavuz istemez hesabı AKP iktidarının gideceği yer o denli belli o denli açıktı ki herkes gidişe kandı ama bu gidişe sonuna kadar yine sosyalistler karşı çıktı. Zaten önceden de örgütlü olan Fethullahçılar bu örgütlü olmanın avantajını kullanarak neredeyse devletin bütün kurumlarında açık ve gizli olarak örgütlenip doğrudan bir güç haline geldiler. Harp Okullarına öğrenciler sokarak ordu içinde yuvalanmayı başardılar. Yargıya el atıp yargı içinde köşe başlarını tuttular. Polis teşkilatı içinde de etkili bir güce dönüştüler.
Ekonomik örgütlenmeleri derseniz hemen her alanda söz konusuydu ve ülkenin çok eski sermaye gruplarını bile sollar hale geldiler. AKP iktidarının en cafcaflı zamanında ise aldıkları ihalelerle palazlandıkça palazlandılar. Sanki ülke yağma Hasan’ın böreğine dönmüştü de eline alanın elinde kalıyordu. İktidarın Turgut Özal’ın “Anadolu Kaplanları dediği çevreler hemen iktidarın yanına kapağı attı ve semirilmeleri ve etkili bir güce dönüşmeleri uzun sürmedi. Bu güç eğitim alanına da el attı ve her yerde imam hatip okulları pıtrak gibi çoğaldıkça çoğaldı. Anadolu, liseleri, Sanat Okulları, Meslek liseleri hatırı sayılır meslek liseleri sanki dondurulup bırakıldı ve imam hatip okulları bile Anadolu İmam Hatip Liselerine çevrildi. Öğrenci bulamadıklarında ise hem sınav yöntemi hem de bu okullara yapılan ayrıcalıklarla çekici hale getirilip öğrenci alındı. Özetle imam hatip okulları resmen AKP ve Fethullahçıların arka bahçesi haline getirildi.
Normal okullarda müfredat değişikliğine gidilerek birer imam hatip okuluna tam olarak dönüştürülemediyse de bu yönde de anaokullarına kadar inen değişikliklerle eğitim resmen iktidarın kendisine güç topladığı birer kurum haline getirildi. Fethullahçıların olanakları ise dershaneleri, açtıkları okullar, üniversiteler aracılığı ile beslenip güçlendirildi ve de hileli sınav kazanma yöntemleriyle devletin her alanına sızıp kapılandılar.
Bildiğimiz 40 yıllık Fethullahçılar şimdi anadan doğma Recep Tayyip Erdoğancı olup çıktı. O kişilerin önemli bir bölümü Erdoğan’ın şu anda bile en önemli silahı konumundalar. Bu kadarla da kalınmadı elbette. Bir sürü tarikat, cemaat, vakıf ve dernekler bugünkü iktidarın havuzuna su taşıyan yapılar haline getirildi ve devletin olanakları bunların ayaklarının altına serildi. Bu parti kurulduğu andan başlayarak iktidar olduğu günden bugüne kadar resmen ülkede görülmemiş bir soyguna imza attı. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Müslümanlık anlayışlarına göre soyulmalıydı bu sevaptı zaten. Zaman zaman bu konuda düşüncelerini açıkça ilan edenler bile oldu.
Şimdi ülke ekonomik olarak yönetilemez hale geldi. Çünkü çark durdu. Zaten yokluk ve yoksulluk içinde kıvranan halkımız ise zamlarla, vergilerle soyula soyula cascavlak hale getirildi. Her çıkan yasayı da bu soygunun devam etmesini daha da kolaylaştırmak için çıkaran iktidar dedik ya halkın anasını ağlattı. En küçük hicap duyulmadan soygun yine de devam ediyor.
Bütün bunlar yaşanırken ülkede hak ve özgürlükler yok edildi. Ülkenin seçilmiş belediye başkanları yargı sopası ile içeri atılarak yitirdikleri belediyelerde operasyon yapıp kimisine kayyum atadılar kimisini de belediye meclis üyelerini tehdit edip ya da satın alarak ele geçirdiler bu yönde çabaları hız kesmeden ne yazık ki sürüyor. Resmen AKP ve saray zorbalığı ile halkın iradesi gasp edilmiş durumda ki düşündüğümüzde seçimlerin de bir önemi kalmamış durumda.
Peki, CHP’nin düzenlediği mitingler bu durumu tersine çevirecek mi? Elbette hayır, olmadığını da görüyoruz. Bu durumda ne denilir burjuvazinin hegemonyasında seçimler zaten birer kandırmacaydı bundan böyle de bu sırıtan durumu devam ettireceklerle karşı karşıya olduğumuza göre oturup bir kez değil bin kez düşünmeli ve mücadelemizi kat kat artırarak devam ettirmeliyiz ki 24. Yılına giren AKP ve saray iktidarı bu yöntemle iktidarını devam ettiremesin. Yoksa var ya; bu ülke gerçekten de bir felaketle karşı karşıya ki bunu asla gözardı etmeyelim…
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
01 KASIM 2025
TARİKAT; CEMAAT; VAKIF VE
DİNİ DERNEKLER KAPATILMALIDIR
Bir zamanlar Diyanet İşleri Başkanlığı koltuğunda oturan Ali Erbaş’ı harcamaları, konuşmaları ve skandal davranışlarıyla tanıdık, bildik gördük. Onun döneminde laikliğin mimarı Mustafa Kemal Atatürk’ün adının anılmaması elbette bir rastlandı değildir. Adı geçen kişinin ideolojisi ile iktidarın ideolojisinin birebir çakışması nedeniyledir ki ülkemizde sayısız insanın tepkisini toplamıştır bunda da şaşılacak bir şey yoktur.
Ancak Ali Erbaş’ın yerine seçilen Safi Arpaguş Cuma hutbelerinde Mustafa Kemal Atatürk’ün isminin anılmasını sağladığı için de baştacı edilecek birisi olması gerekmez. Çünkü Arpaguş’u o koltuğa oturtan nihayetinde AKP ve saray iktidarıdır. Bu iktidarın da Atatürk’ten ve laiklikten hiç de hazzetmediğini bilmiyor olamayız. İşte bu yüzden CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Cuma hutbelerinde Atatürk’ün adı geçirildiği için kendisini popülizme kaptırarak Diyanet İşleri Başkanı’nı ziyaret edeceğini söylemesi ise bizi çok da şaşırtmış değildir. Şimdilik bu sözlerin altını çizmekle yetiniyoruz. Gelelim asıl konuya.
Fethullahçılar örgütünü sizlere yeni baştan anlatacak değilim. Ama kısaca değinmek gerekirse durum şudur. Bu örgütün en tepesindeki kişi geçmişte Komünizmle Mücadele Derneğinin Başkanıdır ve Bu derneği kurması sanıldığı gibi komünizm düşmanı olduğu için bizzat kendisi tarafından kurulmuş bir dernek değildir. Soğuk Savaş yıllarının en cıfcıflı zamanında bu örgüt kendisine ABD tarafından kurdurulmuş, dinciler ve yerli işbirlikçiler tarafından da desteklenmiştir. Süreç içinde bu örgüt ABD’nin en gözde örgütlerinden birisi olarak sahneye sürülmüş, ülkemiz ve dünyanın pek çok Müslüman ülkesinde ve hatta Müslüman olmayan ülkelerde bile gözde bir örgüt haline getirilmiştir. CIA ile içli dışlı olan bu örgüt aracılığı ile bazı Türki Cumhuriyetlerde iktidar olma yolunda epey yol alınmıştır.
AKP iktidarının etkili ve yetkili bir ortağıdır. Bugün bile AKP içinde yer alan adı sanı bilinir pek çok kimse tartışmasız Fetöcüdür. Fetöcülerin ülkemiz içinde yargıda, ordu içinde ve polis teşkilatında örgütlenmesi ise ayrı bir handikaptır. Ergenekon operasyonları ve diğerleri bu örgütün başının altından çıkmış olup sonuçlarını hepimiz biliyoruz. İktidarı Erdoğan’la paylaşmış olmalarının yanında birde ihaleleri yanına koyarsak ayrılıklarının en önemli nedenidir. 15 Temmuz 2016’da askeri darbe girişimlerinin nedeni ise tam olarak budur.
Darbe önlenmiş, Fetöcülerin mal varlıklarına ise el konulmuştur. Şimdi el konulan bu mal varlıkları devlete mi aktarılmış yoksa iktidar bu malvarlıklarını doğrudan kendisi mi el koymuştur bu konu belirsizdir.
Fetöcüler nasıl örgütlenmişlerse AKP ve saray iktidarı da dincilik üzerinden aynı şekilde büyük bir örgütlenme gayreti içindedir. Bu yüzdendir ki pek çok tarikat, cemaat, dini vakıf ve dernekler iktidarın en önemli dayanakları konumundadır. Bunlar ülkemizde bir hayli de palazlandıkları için birçok bakanlığın kadrolarında ve güvenlik birimlerinde cirit atar durumdadırlar. Bazıları ise daha fazla iktidar tarafından kayrılıp öne çıkarılmış ve kendilerine büyük devlet olanakları sağlanmıştır. Örneğin TÜGVA bunlardan birisidir.
TÜGVA hem devlet desteği hem de iş insanlarının çoğunun desteğini alarak güçlendirildikçe güçlendirilmektedir. Ta Amerikalara kadar uzanan bir yapıya dönüştürüldüğü gibi içerde de bir hayli revaçtadır. Bu örgüt aracılığı ile Harp Okullarının yine bu iktidar eliyle Milli Savunma Üniversitesi’ne çevrilmesi sonucunda TÜGVA bu okullara öğrenci yerleştirmek için büyük bir olanağa sahiptir. Hatta bu yönde dışarı sızan bilgilerde bir hayli artmıştır. Emniyet’te, Ordu içinde, gayretli bir çalışma söz konusudur. Öyle ki dışarı sızan bilgilere bakılırsa yazışmalarda dudak uçuklatacak şeyler dile getirildiği ileri sürülmektedir. Hatta kimi iddiaların içinde silah külah meselesi de yine dışarı sızan bilgiler arasındadır.
Dışarı sızan bilgilerin yüzde 10’nu bile doğru olsa buradan açıkça ilan ediyorum ki bu Türkiye’nin beka sorunudur.
Son söz olarak şunun altını bir kez daha çizmeyi gerekli görüyorum. Cemaatler, tarikatlar, dini vakıf ve derneklerin hiçbiri Sivil Toplum örgütleri değildir. Hele Demokratik Kitle Örgütü hiç değildir. Yaşadıklarımızı, halen yaşıyor olduklarımızı ve ileride yaşayacaklarımızı dikkate alacak olursak bu örgütlere karşı bir mücadele yürütülmeli, bunların üzerine gidilerek masum olmadıkları kanıtlanıp kapatılması için elimizden geleni yapmalıyız. Yoksa yarın bu gidiş bize çok pahalıya mal olabilir, söyleyelim de…
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
30 Ekim 2025
YAŞAM ÖĞRETİR
Cumhuriyet nedir diye sorulduğunda Mustafa Kemal Atatürk “İnsan olmaktır” diyor ya işte tam da birçok özelliklerin yitirildiği karanlığın şu an öngünlerini yaşıyoruz. Hukuk yok, yargı iktidarın sultası altına girmiş durumda. Anayasal güvence altında olan birçok insan hakları ve hak ve özgürlükler kolaylıkla ayaklar altına alınabiliyor. Kimse de Anayasal haklara karşın hakkını arasa da sesini duyuracağı bir kurum kalmadığı için şu an yaşanılan durum tam da dinci, gerici, faşist bir anlayışın yurttaşların tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallandığı bir dönemi yaşıyoruz.
Siz Merdan Yanardağ’a, İmamoğlu’na ve Necati Özkan İngiltere adına casusluk yaptığı savlanılıyor değil mi? Ülkemizi ziyaret eden İngiltere Başbakanı en üst seviyede ne diye karşılanıyor ve de ne diye adı geçen kişi ile başta savaş uçaklarının alımı olmak üzere ön anlaşmalar yapılıyor? Hem kendi ülkemizde sokaklar işsizlikten geçilmezken bu anlaşma ile en az 20 bin İngiltere yurttaşına nasıl oluyor da iş olanağı sağlanabiliyor bu ön anlaşma ile. Eğer İngiltere istihbaratı böyle bir tutum sergilemişse ki böyle bir durum yok. Öncelikle bizim ülkemizin birinci dereceden sorumlu yöneticileri halka bir açıklama yapmak zorunluluğu yok mudur?
Neymiş efendim? Türkiye’de seçimlerin CHP tarafından kazanılması için İngiltere istihbaratı dolayısı ile İngiltere seçimleri manipüle etmişmiş. Bu yalanın iler tutar yanı var mı sizce? Yok, ama insanların hem onuru ile bu şekilde oynanıyor hem de insanlar cezaevlerine tıkılarak özgürlüklerinden ediliyor. Hüseyin Gün’ün ifadeleri de ortalıkta dolaştığına göre bu yargı nasıl oluyor da insanları casusluk muamelesi yapıp tutuklanması kararı veriyor.
Gelelim basın özgürlüğüne… TELE1 sizlerin babasının malı mı ki Yeni Şafak Gazetesi yazarını kayyum olarak atayabiliyor mahkeme? Bir haber kanalını penguen gösterilen kanal haline çeviren ve bant yayını ile işi iyice karikatürleştirme hakkını kim kendinde nasıl buluyor. Öyle var mı bir başkasının malına çökme hesabı davranma özgürlüğü. Hem milyonlarca yurttaşın haber alma özgürlüğü ne adına ayaklar altına alınabiliyor?
Yazımızın girişinde söyledik. Bir iktidar düşünün ki Cumhuriyet’i hedef tahtasına koymuş. Cumhuriyet’in kurduğu fabrikaların bugün yerinde yeller esiyor. Ne var ne yok yüzlerce fabrika ve kurum yabancı ve yerli sermeye güçlerine peşkeş çekilmiş. Sanki ülkede cumhuriyet rejimi değil da saltanat varmış gibi bir davranış içinde olan iktidar laikliği tamamıyla rafa kaldırmış. Tarikatlar, cemaatler, dini vakıf ve dernekler ortalıkta cirit atıyor.
Bahçeli Kıbrıs’taki seçimler için söylemediğini bırakmadı. Yok, seçimler iptal edilmeliymiş. Meclis karar alıp yok saymalıymış falan filan bir sürü zırva dinliyoruz. Seçimler için AKP ve saray iktidarının tutumları yetmiyormuş gibi tarikatlar ve cemaatler de sıraya girebiliyor. Cübbeli bile Kıbrıs seçimlerine hokkabazlığı ile ayan vermeye çalıştı ama hükmü yok.
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
26 Ekim 2025
YARIN GEÇ OLABİLİR HEMEN ŞİMDİ
AKP ve saray iktidarının dinci, gerici ve faşist bir anlayışı tartışmasız bir şekilde oturtulmak istediği bir noktadır. Ülkemizde bütün medya araçlarına iktidar tarafından el konulduğu ağır bir dönemin içindeyiz. Bugün Merdan Yanardağ yarın bir başka yurttaş bu anlayışla herhangi bir suç uydurulması ile kolayca gözaltına alınıp kolayca yandaş basın tarafından en ağır bir şekilde suçlanabilir ve suçlanırken de “Sen hainsin, buyur hain olmadığını kanıtla” denilebilir.
Bu suçlamanın aynısı bugün Mardan Yanardağ’a karşı uygulanmıştır. Sabahın köründe güvenlik güçleri gelip TELE1’de arama yapıyorlar bir de öğreniyoruz ki bu operasyon Merdan Yanardağ’a karşı “casusluk” suçlaması ile yapılmış. Dünya alem bilir ki Merdan Yanardağ yurtsever biridir ve ülkemizin emperyalist/kapitalist dünyanın saldırısı karşısında dirençli bir kişiliği ve kimliği vardır. Ancak böyle bir dostumuza, arkadaşımıza casusluk suçlaması ile operasyon çekilip gözaltına alınabiliyorsa birazcık zülfüyare dokunan hemen her yurttaş böyle bir suçlama ile her an karşı karşıya kalabilir.
AKP ve saray iktidarı ile birlikte hukukun askıya alındığını, iktidarın devletin gücünü kullanarak hemen herkesi susturmak istediklerini hepimiz biliyoruz. Bu yüzden de Merdan Yanardağ’ın kendisini doğrusu nasıl savunacağını merak ediyorum. Çünkü Merdan Yanardağ’dan bu iktidar bir suçlu çıkaramaz. Hele de casus suçlaması ile bir suçlu çıkarmasının hiç mi hiç olanağı yoktur.
Bir insana böyle bir suçlama yapılsa ve dense ki “sen casussun” casus olmadığını buyur kanıtla, böyle bir suçlamayla karşı karşıya kalan kişi suçlu olmadığını nasıl kanıtlayabilir ve kendisini nasıl savunur. Daha da önemlisi ne gibi kanıtlar ortaya koyabilmelidir ki savcıya, yargıca casus olmadığını kanıtlayabilsin? Daha önce sayısız suçlamalarda yargı suçsuz olduğunu kanıtlaması için hep suçlanan kişiye buyur suçlu olmadığını kanıtla yönünde davrandığı içindir ki böyle bir suçlama karşısında kişinin ne denli zorlanacağını iyi bildiğimiz için AKP ve saray iktidarının bütün bu uygulamalarını temelsiz ve mesnetsiz bir suçlama olarak görüyoruz.
Konu sanıldığı kadar kolay olmayıp hem de “casusluk” suçlaması ki elde kanıt yoksa eğer kişi o zaman yazıp çizdikleri ve de konuşmaları ile mi casus olup çıkacaktır? Bugün AKP ve saray iktidarına ve bu iktidarın suyunda giden yargıya göre Merdan Yanardağ zaten suçludur. Çünkü Merdan Yanardağ gazetecidir ve televizyonu ile de doğrudan iktidarın karşısında bir yerde konumlanmıştır ve de milyonların haber alma hakkını kullandığı bir alandır TELE1. İktidara göre zaten TELE1 durduğu çizgi itibari ile doğrudan suçlu sayılmaktadır. Ancak kısıtlı da olsa bu ülkenin Anayasa’sı Haber alma hürriyetinden söz ederek ve haber verme hakkını da yurttaşlara tanımıştır.
Bazı konular vardır ki evrenseldir. Örneğin haber alma özgürlüğü evrenseldir. Ya da basın özgürdür kimsenin egemenliği altına girmek gibi bir yükümlülüğü yoktur. Bu yüzden de basın özgürdür görüşü de evrenseldir. Bu nedenle bizim bırakalım politik kimliğimizi bir yurttaş olarak haber alma özgürlüğümüz yok mudur? Bu hakkımızı bir yurttaş olarak özgürce kullanamayacaksam Anayasamızda bu madde süs için midir? Ne diye Anayasa’ya konmuştur? Sonra diyelim ki ben gazeteciyim, gazete çıkaramaz, televizyon kuramaz mıyım? Dahası bir yurttaş olarak görüşlerimi basın açıklaması ya da yürüyüş ve gösteri yaparak yayma hakkına sahip değil miyim? Kim ya da devletin hangi birimi benim bu hakkımı kullanmamı engelleyebilir. Engellediğin de nasıl olur da engelleyenler suç işlememiş olurlar.
Bütün bunları yanyana getirdiğimizde iktidar ne yapmaktadır bilmediğimiz mi sanılıyor? En hafifiyle bugün iktidar yukarıda da belirttiğimiz gibi dinci, gerici ve faşist bir iktidar kurarak iktidarda kalma peşindedir ki bizler de yurttaşlar ya da siyasi partilerde yer almış kişiler olarak bu tutuma karşı mücadele etmeyecek miyiz?
Evet, şimdi bir önerim var. Yurttaşlar tek tek ya da siyasi partiler TELE1’e çökme girişimine karşı haber alma özgürlüğümüzü yok etmek isteyen, gazeteci ya da televizyon sahibi olarak basın özgürlüğü hakkımızı kullanmak gibi temel haklarımızdan olan hakkımıza karşı iktidar tarafından girişilen bu gayreti hukuk yoluyla durdurma hakkımızı kullanalım. Aynı zamanda da bu görüşlerimizi, miting, basın açıklaması ve benzeri yollarla ifade edelim ki iktidar kime kafayı taktıysa o kişinin yurttaşlık haklarını hiçe sayamasın.
Ünlü bir söz var.
YARIN GEÇ OLABİLİR HEMEN ŞİMDİ…
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
21 Ekim 2025
KKTC’DE OLAN OLDU?
SIRA BİZDE
AKP ve saray iktidarı ve bu iktidarın ortaklığını oluşturan cumhur ittifakı KKTC’deki seçimleri en az Türkiye’de yapılıyormuş gibi önemsedikleri için iktidar yanlısı basınla ortalığı birbirine kattılar. Hiç kuşku yok ki destekledikleri kişi Ersin Tatar’dı, Tatar da KKTC’nin gelmiş olduğu son durumdan AKP ve saray iktidarı kadar sorumluydu. Çünkü Türkiye’de yaşanan ekonomik kriz ve enflasyon neredeyse aynıyla KKTC’ye de yansımakla kalmıyor, üstüne üstlük KKTC mafyanın cirit attığı, otellerin, kumarhanelerin, kara para aklamalarının ve kadın ticaretinin neredeyse bölgede merkezi olmuş çıkmıştı. İş bu kadarla da değil, bizim ülkemizde cemaatler, tarikatlar, dini vakıf ve derneklerin bir benzeri de KKTC’ye el atmış insanların yaşam tarzına karışılır olmuştu. Bu nedenle son günlerde KKTC Parlamentosunda ortaöğretimde türban serbestisi gündemin neredeyse ilk maddesini oluşturmaktaydı. Diğer yandan KKTC aynı zamanda da mafya gruplarının hesaplaştığı alana dönüşmüştü.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı ve bitti. Katılımın %64,87 olduğu olduğu seçimlerde oyların %62,76’sını Erhürman alırken Tatar da oyların 35,81’ini aldı. Dolayısıyla seçimler ilk turda tamamlanmış oldu.
Bu sonuç üzerinden fırtına koparmak isteyenler yok değil. Olsa bile bunun çok da öneminin olmadığını kimi tutumlardan anlıyoruz. Bilindiği gibi seçimlerin sonucu belli olduktan sonra Erhürman’ı ilk kutlayan seçimleri yitiren Ersin Tatar oldu. Ayrıca KKTC’de olup bitenlere baktığımız zaman KKTC’nin seçmenlerinin de demokrasi kültürü açısından bir hayli bizden ileride olduklarını da anlamış olduk. Çünkü AKP ve saray iktidarı KKTC’yi bize benzetmek için elinden geleni arkasına koymamasına karşın başarılı olamadıysa KKTC seçmeninin bizden bir hayli ileride olduğunu göstermesi açısından öğretici yanları var.
Dahası UBP’nin Genel Başkanı ve Başbakan görevini yürüten Ü. Üstel de “Kıbrıs Türk Halkı bugün sandığa giderek iradesini ortaya koymuştur… Bugün demokratik olgunluğunu göstermiştir. Bu seçim süreci, demokratik değerlerimize olan inancın bir göstergesidir” dedikten sonra “Sandıktan çıkaracağımız dersler vardır” diye sözlerini sürdürdü. Ayrıca Ü. Üstel’de Erhürman’ı kutlayanlar arasındaydı.
Peki, KKTC’de bunlar olurken Bahçeli şu sözleri hangi kafa ve demokrasi anlayışı ile söylüyordu düşünmemiz gerekmiyor mu? “Seçim sonuçları kabul edilemez… Kıbrıs Türklüğünün kaderini belirleyemez… KKTC parlamentosu acilen toplanarak Türkiye’ye katılma kararı almalı…” Nasıl diyebilir?
KKTC’de Tatar’a destek veren partiler ve Tatar’ın partisi UBP seçmenlerinden ve Türkiye kökenli Kıbrıslılardan Erhürman’a hatırı sayılır bir desteğin de gelmiş olduğu gerçeği nasıl açıklanabilir? Oysa gece gündüz AKP ve saray iktidarı ve cumhur ittifakını oluşturan partiler var güçleri ile Tatarı desteklemelerine karşın acaba niye rüzgâr Erhürman’dan yana esti dersiniz?
Kıbrıs’ta ekonomik sorunlar ağırlaşmadı mı? KKTC’yi mafyanın cirit attığı, her türlü pisliğin döndüğü alana dönüştürülmesinde Tatar’ın payı yok mu? Daha da önemlisi Erdoğan’ın yanından hiç ayrılmayan Tatar KKTC’lilerde KKTC’ye dışardan müdahalenin yarattığı sonuçları görmedikleri mi sanılıyor?
Türkiye kökenli Kıbrıslılarla ilişkileri iyi düzeyde götüren Erhürman’ın çabası, kucaklayıcılığı, etkili kampanyasının etkili olduğu kadar dışarıda Erhürman’ın KKTC’yi daha iyi temsil edebileceği izlenimini yaratmış olması yabana atılacak şey mi?
Bugün Tatar gitti yerine de Erhürman geldi. Sol seçmen olarak nitelediğimiz kesimlerin tutum ve davranışlarına baktığımız zaman ihtiyatlı olduklarını görebiliyoruz. Ancak sonucu da tepkilerini ortaya koyarak dile getirmediklerine göre KKTC’lilerin söyledikleriyle söyleyelim; “Tatar, müdahaleyle geldi, kendini rezil ettiği yetmemiş gibi müdahaleciler tarafından da maymun maskara edilerek gitti. Traji komik dönem bitti, ‘demir çiğneme’ dönemi yeniden başladı. Bu defa belki biz yanalarık…”
KKTC’deki seçimler için iktidar yandaşı medya ‘REFERANDUM’ fikriyle ortalığa korku salarken bizde yapılmış olan ve yapılacak seçimler için ne diyecektir acaba? Ağızlarına “demokrasi mi otoriterlik mi referandumu” sözünü alabilecek mi dersiniz?
Sözümüzü Bahçeli’ye yanıtla bitirelim. “Bahçeli Efendi diyelim ki seçimler oldu, sizin ittifakınız seçimleri kaybetti. O zaman çıkıp yok iptal edilsin yok sonuçları tanımıyoruz gibi sözleri ağzına alabilecek misin? Diyelim ki aldın ve de ileri sürdüğün gibi de harekete geçtin. SİZİN KOLUNZDAN TUTULUP BULUNDUĞUNUZ YER HER NERESİYSE YOKSA ATILMAYACĞINIZI MI SANIYORSUNUZ?
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
19 Ekim 2025
ÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYNU
DUVARA TOSLAR MI?
Her sürecin kesinlikle bir belirleyeni olduğu gibi bir de başını çekeni vardır. Gazze olayı yaşandığı günden bu yana konuyla ilgili düşüncelerimizi dile getirdik ve dedik ki özet olarak bölgede ne olup bitiyorsa belirleyenleri bütün dünya halklarının baş düşmanı ABD emperyalizmi ve ABD emperyalizminin dümen suyunda hareket eden İsrail ve NATO olarak örgütlenmiş olan saldırı ve savaş örgütü ve bu gücü oluşturan diğer emperyalist güçlerdir.
Nihayetinde Suriye’de Beşar Esad iktidarı düşürüldü ve emperyalist dünyanın tekerine çomak sokan bir güç ortadan kalkınca İsrail’in işi daha da bir kolaylaştı. Bu yüzden bölgede hızla gelişebilecek olaylar gündeme gelince ABD’nin ve bağlaşıklarının AKP ve saray iktidarından istekleri gündeme geldi ve böylece de yeni duruma uygun olarak cumhur ittifakını oluşturanlar kendilerinden istenilen doğrultuda adım atmayı yaşamsalmış gibi düşündüler böylece bölgede kimi girişimler hız kazandı.
Bu konuda atılacak adımlarda CHP her ne kadar kendisini emperyalizme karşı savaş kazanıp ülkenin kuruculuğu konusunu bahşediyor da CHP’nin üst düzey yöneticilerinin tavır ve söylemleri de gösterdi ki CHP’de emperyalist dünyanın istekleriyle ters düşen bir konumda değil. Bu düşünceye verebileceğimiz örnekler var. İmamoğlu içerden Venezuela halkının düşmanı ABD’nin dostu sözüm ona muhalefet partisinin lideri Maria Corino Machado Nobel Barıs Ödülü alınca İmamoğlu’nun adı geçen faşisti kutlama mesajıyla su yüzüne çıktı. Ayrıca Özgür Özel’in Brüksel’de yaptığı konuşmada da bu yönde sözler dile getirildi.
Bildiğiniz gibi Erdoğan BM toplantısına giderken Bahçeli kalktı Türkiye’nin Rusya Çin bloğunda yer alması gerektiğini dillendiren bir demeç patlattı. Bu demeç yolda Erdoğan’a sorulduğunda o da kalktı “Haberim yok öyle miymiş” yolunda soruyu geçiştiriverdi. BM toplantısından sonra Erdoğan’ın Trump’la buluşması da aynı şekilde ülkemizin gündeminden günlerce düşmedi. Hani bir de Kürt sorununun çözümü için oluşturulan komisyon var ya o komisyonda da tıkanıklık noktasında arızalar olduğunu zaten bilmeyenimiz yok. Orada da itişip kakışma yaşandığı gibi gidişin hiç de hayra alamet olmadığını sütün çıplaklığı ile görüyoruz zaten.
Ortada giderek sertleşen bir durum söz konusu. Öcalan’a Sayın Öcalan diye hitap edenleri bile sollayan konuşmaların bile çok ötesine geçilerek “Kurucu önder” denilmesi ile gündeme gelen gelişmeler ziyaretlerle, karşılıklı ziyaret istemleriyle bir boyut kazandı. Şimdilerde ise giderek sertleşen bir dönemin neredeyse eşiğindeyiz.
Hani Kürt sorunu bu denli önemliyse ve de zorda olsa adım adım ilerlenecekse komisyondan bu işin nasıl konuşulacağı ve nasıl bir yol haritasıyla ilerleneceğine dair kanun önerileri gelecek ve mecliste bu kanunlar çıkarıldıktan sonra ilerlenecekse niçin bu yönde bugüne kadar bir ilerleme olmadı. Hemen herkesin tepesini attıracak olan ve Pervin Buldan tarafından söylenen çözüm süreci ile ilgili olarak bozguncu düşünceler ileri sürenlerin susturulması gerektiği yolunda antidemokratik tavır pat diye niye söylendi.
Hani bazılarının değiştirilmesi için açık ya da üstü örtülü olarak Anayasa’nın “değiştirilmesi dahi teklif edilemez” olan maddelerini kim nasıl değiştirecek? Ki değiştirilse bile bu kimin işine ne anlamda yarayacak ve karşı direnç aşılabilecek mi acaba? Ya da biz bölgemizde bölünmelerin ayyuka çıktığı zorlukları neyle nasıl aşacağız? AB’nin bildiğiniz gibi yerel özerklik konusunda düşüncelerinin olduğunu biliyoruz. Öcalan’ın da demokratik konfederalizm olarak dile getirdiği adı liberalizm olan anlayış iki halkın sorunlarını nasıl ve ne bağlamda çözmüş olacak?
Bu konular sanki çok basitmiş gibi düşünenlerin daha ilk adımda nelerle karşılaşacakları konusunda öyle sallama sözlerle bir yere varılmayacağını bilmiyor olmaları düşünülebilir mi acaba? Bütün bunlara karşın topluma hemen oluverip bitecekmiş gibi sunulan kimi anlayışların aydınlık günlerden çok bize göre karanlık günlerin habercisiymiş gibi geliyor olması bazılarınca niye doğru anlaşılmıyor da ona buna elense çekmeye yelteniliyor bu durum gerçekten de üzerinde düşünülmesini gerektirmiyor mu? Sağ ve aşırı milliyetçi partilere baktığımız zaman yerine göre birinde olmazsa bir diğerinde kanları uyuşuyor bunu da bilmiyor değiliz. Hatta daha da işin tuhaf yanı ABD, AB, ve NATO sözü edilen politikaların arkasındaysa ki öyle olmasa bu adımlar kolay kolay atılmazdı. Dahası yeni bir yurttaşlık tarifi, Cumhuriyet değerlerinin askıya alındığı ve de ülkenin birliğini de öteledikten sonra yukarıda dile getirdiklerimiz konular olmayacak şeyler değildir kesinlikle…
Konu çok açık olarak tartışılmasa da bugün her duyarlı yurttaşın gündemine gelmiş bulunuyor. Ancak niyeyse AKP ve saray iktidarı ve cumhur ittifakı bileşenleri bu sorunu halkın bilgisi dışında sürdürmekten yana bir tutum içinde. Bu da ayrıca ortaya çıkacak zorluğun en dikkate alınması gereken yanı.
Bizler tartışaduralım ne gelişen olaylar bizi bekler ne de zaman durur. Bu yüzden de çözüm süreci ile ilgili komisyon böyle giderse duvara çarptı çarpacak durumdadır. Ülkemizin çözüme gereksinimi ise önemli ve yaşamsaldır. Bize göre işçilerin birliği halkların kardeşliği, cumhuriyetçi her anlamda eşitliği dikkate alan ve barışı önceleyen bir anlayış yol açıcı olabilir bu anlayışın aşılması için de sosyalist bir düzen hemen her konuda yapıştırıcı bir işlev görecek, diğer bütün yollar ise yeni yeni dertler açacak bir yoldur ki bu da boşa kürek sallamaktır en açık haliyle…
CHP'den Nato'ya Rapor
Alper Gülay
Türkiye Sosyalist İşçi Partisi Gnl Bşk Yrd
Ülkemiz de ekonomik kriz o kadar büyük boyutta ki diğer gündemlere odaklanmak neredeyse unutuldu. Bu konulardan bir tanesi de NATO.
NATO deyince bir kısım toplumda ülkemizi koruyan bir yapı olarak biliniyor. Elbette siyasetten uzak toplumlar araştırmak yerine kulaktan duyumlar ile hareket eder.
NATO kurulma amacının komünizme karşı olduğunu aslında araştıran herkes bilir. NATO bir kuruyucu değil,kan emici bir yapıdır. Geçmiş te komünizm bugün ise Rusya, Çin, Kuzey Kore ve çıkarına uymayan başka ülkelere de düşmanca siyaset yürütmektedir.
Gelelim ülkemizde NATO ile ilgili yaşanan bir gelişmeye. CHP NATO 'ya bir rapor sundu. Bu rapor "İran Tehdidi" başlıklı bir rapor. CHP milletvekili Utku Çakırözer NATO parlamenterler asamblesi'ne İran Tehdidi konulu 28 sayfalık rapor sundu.
Raporun içine baktığımız zaman Amerikancı bir çizgide hazırlandığını görüyoruz. Özellikle sonuç ve rapor kısmında ise Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerinde NATO'ya alınmasını istiyor.
Aslında sorun tam burada başlıyor. Kendi halkına sosyal demokrat olduğunu iddaa edip, Amerikancı bir rapor hazırlamak ve NATO 'yu savunmak nedir?
Raporun için de yer alan bir konu da İran, Rusya, Çin, Kuzey Kore ilişkilerini de batı karşıtı ilişkiler olarak adlandırmasıdır. Rapor, İran'a karşı Malatya'nın kürecik üssünün de kapasitesinin arttırılması ve uygulamaların güzelliği ile övünen bir rapor. Rapor da elbette başka konulara da değiniliyor.
Her ne kadar bu konular gündeme gelmiyor ya da çok az konuşuluyor olsa da, Nato'ya karşı ciddi bir eylem planı düzenlenmelidir. NATO 'nun bir savaş makinesi olduğu, emperyalizm emrinde dünya halklarına karşı tehdit oluşturduğunu unutmamalıyız.
Türkiye'de en çok NATO dan derhal çıkılmalı sözcüğünü kullanan Türkiye Sosyalist İşçi Partisi her zaman bu mücadeleyi sürdürmeye devam edecektir. NATO'dan çıkmak elbette önemli ama işbirlikçilerininde hesap vermesi şarttır.
NATO'dan derhal çıkılmalı dır. Ve buradan CHP 'yi de NATO konusunda uyarmanın önemli olduğunu vurgulamak istiyorum.
Sağlıcakla kalın.
NATO EMPERYALİZMİNİN YERLİ SÖZCÜLERİ VE CHP’DEKİ SİYONİST UYUMCULU
Hasan Hüseyin Beydil
CHP Milletvekili Utku Çakırözer’in NATO Parlamenterler Asamblesi’ne sunduğu “İran’ın Bölgesel ve Avrupa-Atlantik Güvenliğine Yönelik Tehdidi” başlıklı rapor, Türkiye’de emperyalizmin siyasal düzenekler içindeki yerli sözcülüğünü bir kez daha gözler önüne sermektedir. Bu rapor, yalnızca İran’ı hedef alan bir belge değildir; aynı zamanda ABD emperyalizminin, NATO’nun ve siyonist İsrail’in politikalarının yerli dillerde yeniden üretimidir. Emperyalizmin çıkarlarına hizmet eden bu söylem, komünizme, bağımsızlığa ve halkların özgürlük mücadelesine karşı konumlanmış bilinçli bir karşı devrimci duruştur.
NATO, var olduğu günden bu yana dünya halklarının özgürlük mücadelelerini bastırmak, bağımsız devletleri diz çöktürmek, sosyalist sistemleri kuşatmak ve kaynak zengini bölgeleri denetim altına almak için örgütlenmiş bir askeri aygıttır. Türkiye, bu aygıtın 1952’den bu yana ileri karakolu haline getirilmiştir. Kürecik’teki radar üssü, emperyalizmin Ortadoğu’daki gözetleme kulesidir; İran’a, Suriye’ye, Rusya’ya, Çin’e karşı çevreleme stratejisinin merkezindedir. Bugün CHP’li bir milletvekilinin bu üssü “bölgesel güvenliğin garantisi” olarak sunması, NATO’nun savaş makinesine gönüllü destek anlamına gelir.
Bu tutum, Mustafa Kemal Atatürk’ün antiemperyalist Kurtuluş Savaşı mirasına da, Cumhuriyet Halk Partisi’nin kuruluşundaki bağımsızlıkçı, ulusal kurtuluşçu ruha da taban tabana zıttır. Kurtuluş Savaşı’nı yürüten kadrolar emperyalizme karşı silah çekmişti; bugün aynı partiden bir vekilin emperyalizmin askeri örgütüne “İran tehdidi” bahanesiyle sadakat raporu sunması, tarihsel bir ihanettir. Bu, NATO’yu savunmakla kalmaz; aynı zamanda ABD’nin bölgesel vekili olan İsrail’in güvenlik çıkarlarını da meşrulaştırır.
Raporun içeriği dikkatle incelendiğinde, İsrail’in “meşru güvenlik endişeleri” adı altında yürüttüğü soykırım politikalarının savunusuna kadar uzanan bir çizgi görülmektedir. İran’ın “İsrail’i ortadan kaldırmayı hedeflediği” iddiası, siyonist propagandanın birebir tekrarıdır. Bu söylem, emperyalizme direnen, kendi topraklarını savunan, ABD ve NATO kuşatmasına karşı duran tüm halkları “tehdit” olarak tanımlayan karşıdevrimci bir aklın ürünüdür. Bu akıl, Filistin halkının direnişini terör; İsrail’in işgalini “savunma hakkı” olarak gören zihniyetle aynıdır.
Utku Çakırözer’in NATO’ya sunduğu bu rapor, yalnızca kişisel bir politik tercihin değil, CHP’nin giderek artan emperyalist uyumculuğunun da göstergesidir. Bugün CHP, kurumsal olarak NATO üyeliğini, ABD ile “stratejik ortaklığı” ve AB emperyalizmiyle bütünleşmeyi sorgulamamakta, aksine bu düzene meşruiyet kazandırmaktadır. “Batı değerleri” maskesi altında NATO’nun kanlı sicilini aklayan, siyonizme sessiz kalan, ABD üslerini “müttefiklik gereği” olarak savunan bir çizgi, sol veya sosyal demokrat olamaz.
CHP’nin sosyalist enternasyonale üyeliği, bu tür raporlar ve politikalar karşısında anlamını yitirmektedir. Sosyalist Enternasyonal, tarihsel olarak antiemperyalist dayanışmanın, halkların kardeşliğinin, barış ve eşitliğin savunucusu olmuştur. Bu bağlamda, ABD ve NATO çıkarlarını savunan, İran, Rusya, Çin, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti gibi bağımsızlık hattında duran ülkeleri hedef gösteren bir CHP’li vekilin tutumu, sosyalist enternasyonalin ilkelerine tamamen aykırıdır. Eğer sosyalist enternasyonal kendi değerlerine sadıksa, bu tür emperyalist yanlısı eğilimleri ve temsilcilerini gözden geçirmek, hatta bu tür partilerin üyeliğini yeniden değerlendirmek zorundadır.
Aynı şekilde, CHP içindeki antiemperyalist, bağımsızlıkçı, ulusalcı ve sosyalist kanadın da bu tür raporlar karşısında se
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
17 Ekim 2025
YASALAR DEĞİŞİR BASKILAR ARTAR
Hak ve özgürlükler konusunda kırmızı görmüş boğa örneği gibi davranan yargıda bunca akıl donduran uygulamalar yetmiyormuş gibi bir de yeni yeni yasalar çıkararak toplum tam anlamıyla zaptı rapt altına alınmak isteniyor. Ülkedeki iklimi yakından incelersek kan dondurucu davranışlarla karşılaşıyoruz ki bunlar kabul edilir şeyler değil.
Hani şu mecliste oluşturulan ve Kürt sorunu üzerinde bir görev üstlenmiş gibi görünen oluşum sonrası değişik çevrelerden eleştiriler gelince bazıları da haritayı pusulayı şaşırmış durumda konuşmalar yapmaya başladı. Kürt sorununa bu ülkede faşizan baskı ile yaklaşanın da olduğunu olması gereken şey neyse öyle bir çözüm anlayışı ile eleştiriler yapanlarda oldu. Tam da bu konu üzerinde kafa yorulurken DEM içinden akıl almaz tutumlar sergilenmeye başlandı. DEM’lilere göre çözüm sürecinin yürümesi için eleştiride bulunan gazeteci ve de kim varsa tutuklanmaları için iktidara bir çağrı yapıldı.
Neymiş efendim yargı zaten iktidarın elinin altındaymış. Dolayısı ile iktidar yargıyı harekete geçirmeli, çözüm sürecinin gidişi ile ve amaçlananlarla ilgili kim eleştiri yapıyorsaymış tutuklanmalılarmış ki süreç kesintiye uğramadan devam etsinmiş.
İktidardan böylesi bir istemde bulunmak hiç kuşkusuz ki mevcut antidemokratik ortamın onaylanmış olması bir yana bütün bunlar yetmiyormuş gibi üstüne üstlük hem kimseye göz açtırılmaması gerekirmiş hem de bu yönde bir an önce harekete geçilip “kim pişmiş aşa” su katıyorsa icaplarına bakılmalıymış.
Gerçek şu, böyle bir istek iktidarın canına minnet. Bu yolun önü açılırsa bir kez iktidar kısa süre içinde hak ve özgürlükleri tamamıyla rafa kaldırmak için hem vallahi, hem billahi ortalığı yasakçı yasalara boğar. Bu isteğin DEM Parti’den gelmesi ise bir hayli ilginç. Zaten bir süredir DEM Parti ve çevresi aman iktidarı ürkütmeyelim yoksa çözüm sürecinden vazgeçer düşüncesi ile iktidarın can yakan sayısız antidemokratik girişimlerine bile bir süredir söz söylemez oldu. Eğer bu konu nedeniyle yapılan sayısız eleştiriler söz konusu olduğunda DEM Parti çevresinden ya biz o anlamda konuşmadık deniliyor. Ya da biz yine de eleştirilerimizi yaparız bağlamında çıkışlar yapılıyor. Ancak ne yazık ki hak ve özgürlükleri yok etmek için zaten pusuda bekleyen iktidarın öyle ya da böyle desteklenmesinin ise ne Kürt sorununun çözümü için bir yararı söz konusu ne de tartışmaya açılmadığı sürece el altından konuşulan ne varsa kamuoyunca destek görür. Durum bu olunca da başlatılan sözüm ona bu yeni süreç de rafa kaldırılır olur biter. İktidar bu konuyu öyle ya da böyle bitirmek için doğacak fırsatları öyle sanıyoruz ki tek tek not ediyordur ve bu hareketini de olası bir seçimde başkalarının sırtına yükleyerek zeytinyağı gibi su üstüne çıkacaktır kesin.
Ülkemizde mevcut iktidar ve hatta muhalefetin önemli bir kısmı emperyalist kapitalist dünyanın görüşleriyle hastalıklı konumdadır. Dolayısı ile her fırsatta dinci, gereci, liberal ve faşist çevreler sorun ya da sorunların sınıfsallığı konuşulmasın diye ellerinden geleni artlarına koymamaktadırlar. CHP Milletvekili Utku Çakırözer’in hazırladığı İran ile igili NATO’ya hazırladığı rapor hem utanç vericidir hem de CHP’li yetkililer ağızlarını her açtıklarında biz emperyalistleri yendik ülkenin kurucu partisiyiz sözleriyle dipten doruğa çelişmektedir. Dolayısı ile ülkemizin hayrına düşünecek olan ülkemizde bir tek sosyalistler vardır ki sosyalistler arasında var olan parti ya da yapıların birçoğu bile bu zeminden uzaktır.
Sonuç olarak düzen içi çözüm arayışı içinde olanların ülkemize kazandıracağı hiçbir şey yoktur. Evet söylüyoruz. NATO emperyalist/kapitalist dünyanın saldırı ve savaş örgütüdür. Aynı zamanda da emperyalist/kapitalist sistem bütün mazlum dünya halklarının eli kanlı baş düşmanıdır. Utku Çakırözer gibilerin taşıdığı kafa ile ülkeyi emperyalizme peşkeş çekmek isteyenlerin kafaları da aynıdır.
Eh o zaman geriye bir tek bu ülkenin namuslu sosyalistleri kalıyor ki bu konuda ödünsüzüz. Sesimiz de bu gerçek doğrultusunda çıkacaktır, direncimizde bilinmelidir.
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
15 Ekim 2025
AKP’LİLER NİYE KONVOY YAPTILAR?
Buradan açıkça ilan ediyorum ki AKP’liler akıl almaz bir aymazlık içindedirler. Ülkeyi yabancılara peşkeş çektikleri yetmiyormuş gibi kalkmışlar bir de Gazze başarısı diye bir şey uydurup Erdoğan’ı bir kez daha ülkemiz halkına pazarlamaya kalkışıyorlar. Oysa Gazze’de yaşananlar belli, Trump’un barış diye sunduğu garabet belli. Mısır, BAE, Katar, Suudi Krallığı ve Türkiye bu anlaşmanın görünürde imzacıları. Bizler bir şeyler olurken İsrail Parlamentosu’nda Trump’un konuşmasını izledik. Trump’a göre Netanyahu haydudu meğer bir kahramanmış.
İmzalanan sözde barışın içinde ne var acaba ülkemizin yurttaşı olarak bir bilsek olmaz mı diyeceğim de nerede o yetenek AKP’lilerde ve yandaş basında? Emperyalizmin bölgede en büyük oyunlarından birisi sahnelenirken sözünü ettiğim bu çevreyi anlamak acaba olası mı? Bir kez Gazze’de bu barış diye adlandırılan yanyana geliş de kim ne kazanmıştır acaba da AKP’liler ve yandaş basın konvoylar düzenleyip Erdoğan’ı övmeye kalkışır ve de bütün bu yaşananları AKP ve sarayın medyası yutturmaya kalkarken bunlar biz niye kendimizden geçiyoruz diyebiliyorlar mı acaba?
Bu sözde barışla Filistin bağımsızlığını mı kazandı? Yoksa soykırıma uğratılan bir halkın eli kanına bulaşmış Netanyahu ve benzerleri hesap mı verdiler? Nasıl olur da Filistin’de 70 bin kişi kırılırken Trump denilen hayasız adam İsrail Parlamentosu’nda Netanyahu faşistini “kahraman” ilan eder? Sonra Trump’un karşısında Amasya bardağı gibi dizilen ülkelerin yöneticilerinin düşürüldüğü durumun ne anlam taşıdığı bu çevrelerce hiç mi araştırılıp gerçekler kavranmaya çalışılmaz da habire Erdoğan göklere çıkarılıp durur? Bu görüşmelerde bir şeylerin altına imza atmanın dışında Erdoğan’ın gösterebilir misiniz ne gibi bir başarısı olmuştur. Eğer sizler Trump’un dalga geçer gibi yaptıkları hokkabazlıklar karşısında suspus durmayı başarı sayıyorsanız bravo size ki ne bravo?
Örneğin Hitler bir soykırımcıdır. O kişinin yaptıklarından en ağır zararı da Yahudiler görmüş, gaz odalarında boğulmuşlar Krematoryumlarda yakılmışlardır. Hitler hak ettiği gibi kendi kafasına kurşun sıkarak gebermiş sayısız Nazi ise işledikleri cinayetler nedeniyle ya kurşuna dizilmişler ya da ağır cezalara çarptırılmışlar ama Netanyahu gibi bir Nazi ise Trump tarafından kahraman ilan edilmiştir. Bu nedenle Gazze’de uygulanan soykırımdan sonra Netahyahu’nun hak ettiği bu kabul görüş asla yerinde değildir. Hem bir şey söyleyeyim mi Netanyahu’yu ABD hiç karışmasa belki de İsrail halkı yargılayacak ve hak ettiği cezaya çarptırılacak da ABD başta olmak üzere sözde barış anlaşması içinde yer alan ülke liderleri resmen Netanyahu’ya boğulma anında ip atıp kurtarmışlardır.
Görülüyor ki BOP hâlâ uygulanmakta bu projenin iki aktöründen birisi bölgemizde Netanyahu diğeri de Erdoğan’dır. Çünkü Trump dalga da geçse her ikisinden fazlasıyla memnundur.
Sonuç olarak görülüyor ki AKP’liler ve MHP’liler resmen ülkemize en büyük kötülüğü yapmaktadırlar. Bahçeli’nin MHP Grup toplantısında ettiği laflar akla aykırı olup bu yaklaşım dünyayı hiç tanımamaktır ki bu muhteremler anlaşılan ülkeyi içinden çıkılmaz bir kuyuya itmek konusunda yeminlidirler. Bakın ne diyor; Özgür Özel’in yurt içi ve yurtdışındaki konuşmaları için. “kol kırılın yen içinde kalır” Gerçi Özgür Özel gereken yanıtı grup konuşmasında vermiştir ama biz bir kez daha anımsatalım. Gerçekten de kırılan kol başkalarının olunca bazıları ne rahat konuşuyor değil mi? Hem bir şey diyeyim mi Bahçeli ve Erdoğan Türkiye’de olup bitenleri yabancılar Özgür Özel konuştuğu için değil bilmeleri gerektiğini düşündükleri için noktasına virgülüne kadar biliyorlar ama siz de bunu bilmiyor olamazsınız ama karacahil yandaşlarınızı uyutmak için habire vatan, millet, Sakarya edebiyatına devam ediyorsunuz.
Size sorayım; İzmir Büyükşehir önceki Belediye Başkanı niye tutuklandı, mahkemece niye serbest bırakılmadı? İstanbul, Adana, Antalya gibi şehirlerdeki Belediye Başkanları ve meclis üyeleri ve değerli bürokratlar niye içerde? Siz kimin kolunu kırdınız da yen içinde kalır deyip duruyorsunuz? Önce bu yaptıklarınızın hesabını vermeniz gerekir. Yargıyı bu denli yandaş yapmış olmanızın sonuçlarından sınava çekilmeniz gerekir. Göreceksiniz yabancı ülkelerden para dilenmek için Amerika’ya giden Mehmet Şimşeğiniz de eli boş dönecek. Dönmese bile o kadar çok karadeliğiniz ve harcayacağınız yerler var ki size değil para dağlar dayanmaz dağlar?
Sizler kendi kendine yeten şu ülkeyi ne hale getirdiğinize bir bakın! 10 hanelik köylerde bile ülkemiz yurttaşı yabancı tekellerin ürettiklerini tüketiyor. Türkiye’de sanayi mi bıraktınız, peşkeş çekmediğiniz kamu malları mı kaldı, buğdayından, tütününe, canlı hayvanında bisküvisi ve benzer mallarına kadar yabancı menşeili. Bu yüzden ülke topraklarını bile satışa çıkardınız da Kanal İstanbul gözde projeniz olarak elinizde olduğu için yapılar yükseltiyor, su kaynaklarımızı kurutuyorsunuz. Bizim ülkemizde kafeler bile yabancı patent altında çalışıyor. Bu yok edişin hesabını da vermeniz öyle kolay olmayacağı, ülkede demokrasinin kırıntısını bile bırakmadığınız için gitmeniz gerekiyor da gitmek için ülkenin ve ülke insanlarının başına örmediğiniz çorap kalmadı…
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
13 Ekim 2025
SİSTEM POLİTİKACILARI
VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
CHP’nin ileri gelenleri bir şeyler söylerken on kez düşünmeli bizce. Niye derseniz, Ekrem İmamoğlu içerde yatarken CHP’nin 61 mitinginde okunmak üzere mesajlar gönderdi ve o mesajlar miting alanında okundu. Öyle ki İmamoğlu’nun mesajları ve miting alanına yansıtılanlara baktığımız zaman giderek işin içinde başka şeyler olduğu sonucunu yaratan bir anlayış insanlar arasında artmaya başladı. Bu durum birileri için iyi gelebilir ancak CHP’ye de giderek gölge düşüren bir sonuç yaratmaya başlamış olduğunu da unutmamak gerekir.
Neden derseniz; bu mitingde okunan mektuplarda söylenenleri tersyüz edecek gelişmeler oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde ve operasyon çekilen ilçe belediyelerinde. Çünkü Aziz İhsan Aktaş gibi birisine CHP belediyelerinin iş vermiş olması gerçekten de bize ilginç gelmektedir. Neden derseniz sözü geçen kişinin bu noktaya kadar nasıl geldiğini AKP ve saray iktidarı iyi biliyor ancak bizim açımızdan iş yaşamında bu denli hızlı yükseliş gerçekten de karanlıktır.
Geçmişte Beşli Çete olarak anılanlara ve AKP’lilere neden ihale verildiği Ekrem İmamoğlu’na sorulduğunda verdiği yanıt düşündürücüdür. Çünkü Ne yapalım onlar da işlerini iyi yapıyorlar” demiştir. Bugün pek çok kişi bu çevrelerin verdikleri ifadeler yüzünden içerdedirler. İşin içinde bir başka şey daha var. Ekrem İmamoğlu İstanbul Belediyelerinde kişilerin aday olmasında belirleyici olmuştur. Ki onun belirledikleri isimlerin birçoğu sapır sapır dökülmüş ve CHP’yi suçlayarak AKP’ye kapağı attıkları gibi bazı belediyelerin de AKP’nin eline geçmesinde rol oynamışlardır.
Bütün bunlar olurken bir de Ekrem İmamoğlu’nun adaylığını desteklemek amacıyla oluşturulan bürodan Ekrem İmamoğlu’nun bir mesajı yayınlanmıştır ki gerçekten de üzerinde durulması gerekmektedir. Bildiğiniz gibi ABD dünyanın bütün mazlum halklarının düşmanıdır ve bu politikası nedeniyle de Güney Amerika ülkelerini kendisinin arka bahçesi olarak görmektedir. Bazı ülkeler bu zinciri kırmıştır bazıları da kırmak için mücadele etmektedir. Bu ülkelerden birisi Venezuela’dır. Muhalefet petrol şirketlerinin darbe girişiminde bulunmasına alet olmuş bu alet olma işinde başrolü oynayan kişilerden birisi ise Faşist, Amerikan uşağı ve Netanyahu hayranı kadın politikacı Maria Corino Maçhado’dur.
Daha önce de belirttiğimiz gibi NOBEL Barış Ödülü bu kadına verilmiş, Machado’da aldığı ödülü Trump’a armağan etmesi de İmamoğlu’nu uyandırmamış olacak ki Maria, Corino Machado’yu tebrik eden bir mesajı yayınlayıvermiştir. Ki bunun not edilmesi gerekiyor ve de bu Amerika’ya bir mesajdır ama kötü bir mesajdır.
Hemen arkasından Özgür Özel’in Brüksel’de düzenlenen CHP mitinginde söyledikleri de ayrıca bizim düşündüklerimizi kuvvetlendiren bir davranıştır. Çünkü Özgür Özel konuşmasında Ukrayna konusuna değinmiş ve Ukrayna’nın özgürlüğünden dem vurarak üstü kapalı Rusya’yı eleştirmiştir. Oysa bizler ABD ve Avrupa devletlerinin ve onların oluşturduğu saldırı ve savaş örgütü NATO’nun Ukrayna’da neler çevirdiğini iyi biliyoruz ki konuşmayı da yine bir yerlere verilen mesaj olarak değerlendiriyoruz. Olay sistem partilerinin bu durumda tutarsızlığının da çok ötesindedir. Çünkü Ukrayna’ya gönderilen silahlar ve de Batının Ukrayna’yı sürekli kışkırtması ve bu ülkeye dünyanın her yerinden faşist alçakların gönderilmesi öyle kolay unutulacak bir şey olmadığı gibi Zelenski gibi bir soytarının desteklenmesi gerçekten de utanç verici bir durumdur.
Bu konuşma ve Nobel ödülü için İmamoğlu’nun mesajı ABD’nin kendileri için iktidar yolunu açması adımı ise gülünç olduğu kadar da Trump’un Erdoğan’ı atlayarak yüzünü CHP’ye dönmesinin olanaksızlığıdır.
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
11 Ekim 2025
VE KİRLİ NOBEL
ABD’yi ve NATO’yu kim ki barış havarisi gibi gösteriyorsa bilinmeli ki onlar savaştan yana ve de mazlum dünya halklarının baş düşmanıdırlar. Bilindiği gibi uzun süredi Trump denilen kişi dünyanın başına bela olmasına karşın Nobel Barış ödülü için kendisini layık görüyor, bu konuda da sık sık sözler ettiği gibi piyasaya sürdüğü kişilerce de bu konuyu deşeleyip duruyordu. Ancak Nobel Barış Ödülü Trump’a verilmedi. Çünkü Nobel Ödülü’nü düzenleyenler işin doğrusu bu kadarını da göze alamadılar sanırım. Neden derseniz Trump’un kafasında toz kadar olsun barıştan yana olmak diye bir düşüncenin geçtiğini düşünebilmek bile eşyanın doğasına aykırıdır.
Ancak Nobel Ödülü yarışmasına kimler aday olarak gösterildi bilmiyorum fakat ödül öyle birine verildi ki insan keşke Trump’a verilseydi de Nobel Ödülü verenlerin gerçek yüzlerini öğrenmiş olurduk demekten de kendini alamıyor.
Çünkü Nobel Barış Ödülü’nü alan kişi Trump ve Netanyahu hayranı Venezuela’yı ABD emperyalizmine peşkeş çekmek isteyen sözüm ona “muhalif lider” olarak gösterilen kadın politikacı Maria Corino Machado. Bu kadın geçmişte Chavez’a yapılan askeri darbe girişiminin de bir numaralı destekçisi. Üstelik bu kadın öyle bir halk düşmanı ki aldığı Nobel barış ödülünü Trump’a armağan ederek nasıl birisi olduğunu da dünya aleme kanıtlamış oldu.
Zaten uzun süredir Nobel Ödülü ile ilgili olarak hiç de olumlu şeyler duymadığımız gibi daha öncesinde de ödül verilen kimselerin kimliği ve son olarak Maria Corino Machado’nun kim olduğunu düşünürsek bir yargıya varmakta da zorlanmayız.
Herkes biliyor ki ABD emperyalistleri Güney Amerika ülkelerini kendilerinin arka bahçesi olarak görmekte, ABD’ye kafa tutanlara karşı ise ABD emperyalistleri savaş dahil her türlü tehditle Güney Amerika ülkelerini susturmaya kalkışarak, o ülkelerdeki halk düşmanı yönetimleri ya da muhalefetteki ABD yanlısı partileri destekleyerek gerektiğinde de askeri kuşatma altında tutarak ya da ekonomik ambargo uygulayarak sonuç almaya kalkışmaktadır.
Venezuela’da CHavez’in döneminde ve ölümünden sonra seçilen Cumhurbaşkanı Maduro döneminde ülke içinde iç karışıklıklar çıkararak Venezuela yönetimini devirmeye kalkan bir muhalefetten söz ediyoruz. Bu muhalefet ki bizzat Venezuela’da büyük petrol şirketleri tarafından desteklenip finanse edilmekte, dolayısı ile de muhalefet birer ABD suç makinesi gibi kendi halkına boyun eğdirmeye çalışarak ABD’ye teslim olmaya zorlamaktadır. Mararia Corino Maçhado’da bunlardan birisidir. Bu yüzden Venezuela’da darbe girişiminde bulunanlarla birlikte davrandığı için ortalıklarda görünmeyip ABD’nin kanatları altında bir sıçan gibi saklanmaktadır.
Bu zor koşullarda Maduro seçimleri yeniden kazanmıştır. Ancak bu seçim sonuçlarını başta ABD emperyalistleri olmak üzere diğer emperyalistler de tanımamışlardır ama birçok ülkede sonuçta yapılan bu seçimleri kabul ederek Maduro’yu desteklemişlerdir. Seçim sonuçlarını tanımayan kurumlardan birisi de Birleşmiş Milletler Teşkilatıdır. Salt bu yüzden bu konu ile ilgili olarak birçoklarının kafası karışıktır. Oysa Nobel Ödülü ne kadar sorunluysa BM’de en az Nobel Ödülü verenler kadar sorunludur. Çünkü BM ağırlıklı olarak emperyalist dünyanın güdümü altındadır ve kararları da bu yüzden tartışmalıdır.
Bütün bunlar konuşulurken ve de Venezuela ABD savaş gemilerince kuşatılmış olması ve bu bölgede de aynı tehditlerin yaşanıyor olmasını görmezden gelerek burjuva demokrasisinden söz edenlerin de ağzına acı biber sürmek de bizim için şart oldu. Bu ödül verilir verilmez Ama, fakat diyerek Venezuela’da da cici demokrasi arayan liberal solcu kimseler ve ABD hayranlarına da bir diyeceğimiz var. Utanın desek nasıl olsa size işlemiyor yüzünüz çarıktan çünkü. Sizin bu cici demokrasinizi de suratınıza çarpacak bu ülkede unutmayın ki sosyalistler var sosyalistler..!
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
09 Ekim 2025
GÖZALTINA AL
SONRA DA TUTUKLA GİTSİN
AKP ve saray iktidarı iyice zıvanadan çıktı. Kimi kendilerine muhalif görüyorlarsa onların kapısına ya sabahın köründe ya jandarma dayanıyor ya da polis. Gözaltıydı, değildi, şu, bu derken bir de bakıyorsunuz ki kimisi içeriyi boyluyor kimisi de adli kontrolle dışarı salınıyor ama yapılan gözaltıların hemen hepsinin de üzerinde durulması ve eleştirilmesi gerekiyor.
Öncelikle böyle bir gözaltı ile karşılaşanları savcı ifadeye çağırsa hemen hepsi gidip ifade vermekten çekinmeyecek, kaçma şüphesi de olmayan kimseler. Bununla birlikte sabahın çok erken saatlerinde polis ya da jandarma baskını ile insanlar gözaltına alınıyor ve devamında ne olacağı ise yandaş basın tarafından peşin peşin suçlu ilan edilerek bu insanlara karşı onur kırıcı davranışlarda bulunuluyor. Peşin peşim gözaltına alınanlar ya suç örgütü lideri, ya çalmış çırpmış ihaleye fesat karıştırmış ya da uyuşturucu müptelası kimseler olarak gösteriliyor ki toplumun gözünde suçlu olarak görülsünler.
AKP ve saray iktidarı 23 yıldır iktidarda. Toplum bu döneme kadar asla bu denli bozulmuş değildi. Uyuşturucu çeteleri sokaklarda fink atıp istedikleri zaman birini ya da birilerini öldürebiliyorlar. 18 yaşından daha küçük çocuklar ise suç makinesine dönüştürülmüş sokaklarda birilerinin adına rahatlıkla cinayetler işleyebiliyorlar.
Hiçbir dönemde ülkemiz bu denli uyuşturucu baronlarının ve onların alt birimlerinin cirit attığı bir dönem yaşamış değildir.
Bütün bunlar yetmiyor, ülkenin başına bela olmuş bir MHP var o partinin üst düzey yöneticilerinden Semih Yalçın, çıkmış silahtı, külahtı, mermiydi diyerek CHP ve Özgür Özel’i tehdit ediyor. Bütün bu gerçekler hani muhalif basın olarak bildiğimiz birkaç televizyonda Semih Yalçın’ın sık sık adı geçiyor ki bu kişi sanki Türkiye’de olup bitenlerden rahatsızmış da demiş ki denilerek böyle bir adama ve böyle bir adamın konuşmalarına yer veriliyor. Öyle ya İstanbul ve diğer belediyelerde belediye başkanlarının tutuklanması ve yargılanmalarının adaletli olması gerektiği konusunda ağzından bir çift söz çıkmışsa yorum üstüne yoruma boğuluyoruz ki bu denli dar düşünce sahibi kimselere ne söylesek bilemiyorum.
Neyse; hani gözaltı, tutuklamalar ve insanların suçlu olup olmadıkları konusunda bile bir yargı kararı yokken onurları ile oynanması sürüp giderken bir de bakıyoruz ki bir dans grubu gözaltına alınıp içeri yollanmış. Bir şarkıcı şarkı sözlerinden dolayı doğru içeri gönderilmiş. Haklarında da cezalar isteniyor. Öyle ya burası yolgeçen hanı. Birileri hedef gösteriyor birileri de hedef gösterilenler kim olursa olsun önemli değil yollanıveriyor içeriye. Bu kadarla kalsa iyi. Yalaka ve yandaş basın tarafından neler yazılıyor insanların hakkında neler.
Sonra bir de bakıyoruz ki dizi sanatçıları ve başka sanatçılar uyuşturucu operasyonuyla sabahın altısında gözaltına alınmışlar. Onlara sorarsanız yapılan şey gözaltı falan değil. Ancak gözaltına alınmanın kuralları harfiyyen uygulanıyor. İnsanlar jandarma eşliğinde polis karşılaması ile hastanelerde kontrolden geçiriliyor. Sağlık raporu alınıyor sonra da bırakılıyorlar ama bu insanlarla ilgili uyuşturucu kullandıklarına dair neler yazılıyor neler. Gerekli kan ve saç örnekleri alınıyor temiz çıktıkları için bırakılıyorlar ama bu sanatçılarımız toplumun gözünde uyuşturucu partileri düzenleyen kimseler olarak bol propaganda yapıldığı için peşin peşin suçlanmış da oluyorlar bu ara.
Gelelim bütün bunların niye olduğuna. AKP ve saray iktidarı toplumun yaşam biçimini dinsel değişikliğe uğratmak istiyor. Siyasal olarak da istedikleri rejim dinsel devlet düzeni. Ancak bunu da alenen bastıra bastıra ilan edecek durumda değiller. Bu yüzden ülkede ileri gelen kim varsa böylesi bir uygulamaya tabi tutuyorlar ki toplum korksun gıkını bile çıkarmasın iktidarda istediğini yapabilsin.
Ama olmuyor işte. AKP ve ortakları giderek güç yitiriyorlar. Toplumsal uyanış genişleye genişleye yükselmeye devam ediyor. Ekonominin düzeltilmesinin olanağı yok, son ABD gezisinde Trump’a verilenler ortada, aldığımız hiçbir şey yok. Arkasından bir de öğreniyoruz ki bizde nadir elementler varmış. Bu elementlerde en stratejik savaş araçlarının yapılmasında ve iletişimde kullanılırmış. Bu yüzden Özgür Özel çıkmış partisinin mitinginde topluma hatta toplumun bir parçası olan AKP ve MHP’lilere “Yalvarıyorum size bunu hep birlikte engelleyelim” diyor.
İşte bu gerçeklerin ışığında olup bitenlere baktığımız zaman olup bitenlerin nedenini de çok ama çok iyi anlıyoruz. Biz sosyalistler olarak diyoruz ki kimse korkuya kapılmasın, kimse yılgınlığa düşmesin, kimse ülkenin varlıklarının peşkeş çekilmesi karşısında susmasın. Kim birileri bu ülkeyi yaşanmaz hale getirmeye cüret edemesin.
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
07 Ekim 2025
ÜLKENİN SU SORUNU
Bu yıl kurak gitti. Barajlarda doluluk oranı en alt seviyeye kadar indi. Bu yüzden de su sıkıntısı kendini ciddi bir şekilde duyumsatmaya başladı. 23 yıldır iktidar koltuğunda oturan AKP ve saray iktidarı bugüne kadar değil bu konularla ilgili bir sorunu çözmek, bu yönde attığı adımların neredeyse tamamı battal oldu. Kimi barajların duvarları çatlak çıktı, kimi barajlar hesaplanıp düşünülmeden yapıldı, kimi barajlar ise siyanürle altın aranması nedeniyle harcanan sularla işlevsiz hale getirilirken kimileri de sularımızı zehirleme olasılığı yüzünden bizleri neredeyse diken üstünde oturur hale getirdi.
Kanada’da siyanürle altın çıkarılması olası değilken Kanada şirketlerine ülkemizde yol verilerek böylesine büyük tehlike ile ülkemiz karşı karşıya getirildi. Bütün bu tehlikelere karşın iktidarın gözü bir türlü doymak bilmediği ve bu tehlikeleri dikkate bile almak gereği duymadığı için yeni yeni yasalar çıkarılıp ve de altın arama ruhsatları verilerek açıkça ülkemizin geleceğine kast edildi. İstanbul gibi dünyanın en büyük metropollerinden bir kentin su havzaları bu iktidarın rant sevdasına kurban edilerek Kanal İstanbul Projesi parça parça geriye dönülmez bir şekilde başlatıldı ve şu an o su havzalarında yapılar yükselmeye başladı. İBB’nin onca engelleme girişimi ise iktidarın iktidar olma gücü kullanılarak devam ettirildi.
Hepimizin bildiği gibi bu bölgede yabancılara toprak satışı bu konunun iktidar tarafından gündeme getirilişiyle başlatıldı ve yasalara karşın devam ettirildi. İBB’ye çekilen operasyonların önemli sayacağımız nedenlerinden birisi de hiç kuşkusuz ki Kanal İstanbul olayı olup şimdi buralarda inşaatlar yükselmeye başladı.
Burada kısa bir not düşmekte yarar var. Bilindiği gibi İsrail Devleti Filistin toprakları üzerinde kurulmadan önce Filistinli zenginlerin ve bazı kendini bilmezlerin Yahudilere toprak satışı ile başladı. Bugün bu konu ülkemizde çokbilmiş geçinen bazılarınca sık sık konu edilir ve denir ki, şu yıl şu kadar dönüm Arazi İsraillilere satıldı sonra şu kadar daha, sonda şu kadar daha derken bir devlet kurulacak denli bir genişliğe ulaşılınca da İsrail devleti emperyalist dünyanın da desteği ile kuruluverdi. Bizler şimdi kendi topraklarını satan ve de Türk askerlerini arkadan hançerleyen Filistin’i niye destekleyeceğiz ki?
Güzel, ancak bütün bu örneklere karşın AKP’nin 23 yıllık iktidarı ve daha öncesinde yabancılara ülkemizde ne kadar toprak satıldı bileniniz var mı acaba? Dün Turgut Özallara, ses çıkarmadınız 23 yıldır da AKP ve saray iktidarına ses çıkaramadığınız için bunca toprak yabancıların eline geçti. Ülkemizde onca yerleşmiş neredeyse her ülkeden insan var. Bir ülke düşünün ki bunlar kimdir, neyin nesidir, bilmedikleri için ya da göz yumduklarından IŞİD militanları ellerini kollarını sallaya sallaya cinayet işlemekte sonra da buradan Suriye’ye kadar kaçıp giderken yollarda kendilerine kimlik bile sorulmamaktadır ve hatta belki de gerek bile duyulmamaktadır.
Böyle bir iktidarın 23 yıllık ülkenin omuzlarına yüklediği yükün haddi hesabı yok. Bu yüzdendir ki yargı başta olmak üzere hiçbir kurum görevini yapamaz hale getirilmiş olup Almanya ve bazı ülkeler Türk Devleti’nin iflas ettiğinden bahsetmektedirler. Ülkemizde kastın bile ötesine geçen uygulamalar söz konusudur ki bu ülkede kimse neredeyse yapıp ettiklerinden sorumlu bile değildir. Çalışma Bakanı çıkar asgari ücretten ve emeklilere verilen maaştan şikayetlenir, Maliye Bakan’ı çıkar Maliye’nin kasasının nasıl doldurulacağından hareketle vergi üstüne vergi konur. Olmadı ülkemizde aklınıza ne gelirse kimlikten, pasaporta oradan yurt dışına çakışa kadar harçlar arttırılır da arttırılır. Sonra trafik cezaları gelsin denir ve ceza yolu ile trafik kurallarına uyulmadığı savıyla cezalar astronomik rakamlara çıkarılır. Yurttaşa yollarda radar tuzakları kurularak ceza üstüne ceza yüklenir. Bir kentten bir kente gidişte yol güzergahında bulunan her ilçeye ait trafik polisleri ve jandarmaların çevirmeleriyle karşılaşırsınız. Yani işin özeti soygun için kim kime dum duma bir hale getirilen bir ülkeden yani ülkemizden söz ediyoruz.
Başında yazdık. Barajlardaki su oranı en alt seviyelerde. Bu yüzden birçok şehrimizde su kesintileri uygulanıyor. Uşak’a verilen sudan Kanadalı altın madeni arama şirketi daha fazla su kullanmış siyanürle altın çıkarmak için. İktidarın ve borazanlarının bundan ne haberi var varsa da iki satır bir şey söyledikleri ya da yazdıkları yok. Ancak Ankara’da su kesintisi uygulanıyor ya Akit başlık atmış “BİDON MANSUR” diye. Ben size bir şey diyeyim mi Ankara’da bugün bu zorluklar yaşanıyorsa İ. Melih Gökçek zamanında alt yapı ile ilgili hiçbir şey yapılmadığındandır. Daha da önemlisi döşenen boruların hepsinin insan sağlığına zararlı borular olmasından ve paslanması yüzünden patlama riski teknik olarak uyulması gereken kurallara uyulmadığından giderilmesi büyük arızalar yaşanmaktadır ki bugün o eski boruların yerini çelik borular almaktadır. Öyle işkembeden atacağınıza hem kent içinde hem de Kesikköprü’de patlayan boruların değiştirildiğini görün. Dahası ağır metallerle kirlenmiş olan Kızılırmak suyunun iki kez arıtıldığını da görecek ve utanacaksınız diyeceğim de nerede sizde o utanacak yüz.
Gerçi sizler bizim hemen Mansur Yavaş’ı savunduğumuz düşünüp çamur atmaya başlayacaksınız biliyorum da Mansur Yavaş’ın bizim savunmamıza ihtiyacı yok ki. Mansur Yavaş’ın bu yöndeki çabaları kendi kendisini savunmaya yeter de artar bile ama sizde bunları görecek vicdan olmadığı için sadece iftira atarsınız. Çünkü siz dinciler büyük kentleri arpalık olarak görmeye alışmışsınız. Ancak kaybettiniz baylar kaybettiniz! Kaybetmeye de devam edeceksiniz.
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
05 Ekim 2025
YALAN DOLAN ÜSTÜNE KURULU
GÖZ BOYAMA HESAPLARI
Düzeysiziz vesselam. 1 Ekim TBMM’nin yeni yasama yılı açılışı sonrasında olanları ha babam tartışıp duruyoruz. Açılış, açılış sonrasında Erdoğan’ın çağırdığı partilerle bir araya geliş, bir araya gelişin fotoğraflarının servis edilmesinin ardından başlatılan bir tartışma ki evlere şenlik… Herkesin bakışı ya da gülüşü üzerinden yorumlar, yorumlar yorumlar. Kim ne demek istiyormuş da konuş konuş bitmeyen bir yılan hikayesi… Ülkemizde sınıf gerçeği hiç akla getirilmediği için kimse bu pencereden bakmayı akıl edemiyor bir türlü.
Arkadaş bir kez Erdoğan’ın bu ülkeye ve ülkenin insanlarına yaptıklarını göz önüne getirirsek birçoklarının bu görüntüyü özlenen sahne olarak sunmaya kalkışması bence tam anlamıyla utanç verici. İşin garip tarafı ne biliyor musunuz İsrail meclisinde bir kişi çıkıp oradakilere öyle haklı şeyler söyledi ki hemen hepsini delirtti. Çünkü niye İsrail’in yöneticileri korkaktılar, insanlık düşmanıydılar, Filistin’de resmen soykırım uygulamaktaydılar. Birisinin çıkıp da bu gerçeği onların yüzüne haykırması gerekiyordu bir parlamenter çıktı ve haykırdı. Ya bizim orada görüntüye renk katmak isteyenlerin biri de çıkıp gerçekleri Erdoğan’ın yüzüne usulü dairesinde olsun söyleyebildi mi?
1 Ekim’de TBMM’nin yeni yasama yılı açılışı var. Oysa ortada meclisin ne iradesi bırakılmış ne de varlığının bir anlamı. Özgün Özel partisi CHP’nin açılışa katılmayacağını söylemesi ile birlikte bütün sağ partiler veryansın ettiler CHP’ye “Vay TBMM, protesto yeri değilmiş de… falan filan” Eh zaten parlamento protesto yeri değilse, sokaklar onlara göre zaten değil. Peki, bu durumda kim nasıl eleştirilerini ve protestolarını nerede yapacak? Yoksa bilinmeyen bir gezegende mi? Bu tür yaklaşımları olan partiler bu ülkede aslında burjuva demokrasisinden bile yana olmayan partiler bunu bizlere her fırsatta gösterdikleri halde yahu arkadaşlar bizlerde ne büyük sabır varmış her defasında dur bakalım ne olacak demekten kendimizi bir türlü kurtaramıyoruz.
Can Atalay içerde mi? Anayasa Mahkemesi’nin verdiği karar niye uygulanmıyor da hala içerde? Gezi gösterilerinden dolayı içerde ağır cezalar verilerek yatırılan dostlarımız niye içerdeler peki? Selahattin Demirtaş neden serbest bırakılmıyor o zaman? CHP’nin belediye başkanları, meclis üyeleri önemli bürokratları niye tutuksuz yargılanmıyor da en kötü koşullarda herkese had bildirmeye kalkan bir iktidar iradesi söz konusu? Sonra efendim Avukat Selçuk Kozağaçlı verilen cezayı bile bitirdiği halde bırakılıp yeniden içeriye niye alındı?
Vurgun, soygun yasalarının dışında 23 yıllık AKP iktidarı döneminde iyidir diyeceğiniz tek bir yasa çıkmış mı? En son ormanlarımızı ve doğayı tahrip eden “Zeytin yasası” neyin nesiydi? Ki orada hasbel kader seçilmiş olan parti başkanları ve de eşbaşkanlarının bu sevinç gösterilerinin sebebi neydi dersiniz? Sanki bizimle dalga geçer havasında davrananların kitlelere ve bize söylenecek bir sözleri olabilir mi?
Ülkemiz, geniş emekçi yığınlarının yaşamlarını zindana çevirenlerle bu şenlik niyedir, bu görüntüler bizlerin niye özlediği şeyler olsun buyurun anlatın anlatabilirseniz. Bu iktidarın sayesinde kimse karnını doyuramıyor, kimse çocuğunu okula gönderemiyor, üniversite kazananlar ya ertelemek ya da devam etmemek durumunda kalıyor. Hani size bakınca iyilik, sağlık, hoşnutluk sözcükleri aklıma geliyor da bulamadığım için ya da sizlerin baktığı pencereden bakmadığımızdan olacak sanırım ayrı ayrı şeyler görüyoruz galiba. Yoksa insan bu denil bir tutum sergilemesini neyle nasıl açıklayabilir? Açıklasa da zaten kimseyi tatmin edecek bir açıklama olmayacağından biz bu hallere düşenleri olumlayamayız.
Öyküye bakın bir. Erdoğan bir kez daha seçilmek ve o koltuğa oturmak istiyor. Peki, biz buradan ne anlıyoruz? Meclis devre dışı edilmiş. Bütün kurumlar emir komuta zincirine bağlanmış. ABD ile yani Trump’la yapılan görüşmenin bütün beş para etmez yanları bir tek Trump’un Erdoğan’ın sandalyesini çekmesine bağlanmış ki bir AKP’li bunu TGRT’de “az şey mi” diye anlatarak bizimle dalga geçer gibi konuşuyor. Ancak Erdoğan’ın kabul görmeyen istekleri ve Trump’un Erdoğan’ın yüzüne söylediklerini anımsayan AKP’liler yok niyeyse?
Yeri geldiğinde Gazze bizim canımız diyenlerin Trump karşısında gıkları çıkmıyor, ekonomik, ticari ve de gizliden gizliye devam ettirilen siyasi yakınlıklarından bile vazgeçmeyenlerin palavralarını dinlemekten o kadar çok sıkıldık ki ne söylesek az.
Sosyalistlere gelince, evet kitlesel değiliz. Evet, gücümüzün sınırlı olması hesabıyla yeterince etkili çıkışlar yapamıyoruz ancak kimsenin kuyrukçuluğunu da yapmak gibi bir zorunluluğumuz olmamasına karşın her birimiz çaldığımız minareyi kılıfına uydurmakla meşgul olduğumuzdan bir türlü durmamız gereken yerde duramıyoruz. Her davranışımız için bir sebebimiz var ancak birilerinin yanında koşturup niye duruyoruz acaba? O birileri dediğimiz çevreler ilk adımda bizi satıp yine benzerleriyle açık gizli uzlaşma yolları arıyorlarsa ki bunları biliyoruz. Bazıları bu uzlaşmanın neresindeler ki popülist siyasetin birer avanesi olmaya bu kadar meraklılar?
Hani desek ki birileri dinci, gerici, faşizan bir rejim kurma hevesinde bizler de bütün demokrasi güçleriyle omuz omuzayız? Şimdi soruyorum ortada böyle bir şey mi var, var mı bu konu ile ilgili ilke tilke ya da birlikte davranılacağına dair gerçek bir niyet o da yok. Sosyalistleri ortalık durulur durulmaz ilk istasyonda indireceklerle ortada koşturup duranlara söylüyorum niye kendinizden geçercesine kendinizi yırtıyorsunuz?
Neyse neyse gün gelecek o gün de gelecek nasıl olsa. Yani sofradan eller hamur karınlar aç olarak kalkılacak ama herkes yeldiği ile kalacak. Biz böyle söylüyoruz TSİP olarak biline…
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
03 Ekim 2025
1 EKİM’DEN DERSLER
Sumud gemileri uluslararası sulardaydı ve de İsrail deniz komandoları gemilere operasyon yapmaya başlamışlardı. Gazze’ye doğru yol alan gemilerde İsrailli askerler arama yapıp gemilerin ışıklarını söndürdükten sonra sözü geçen gemileri ve aktvistleri İsrail’in bilinmeyen bir limanına götürüyorlardı ki bu keyfi zorbalık bütün dünyanın gözleri önünde yaşanan bir gerçeklikti.
Bütün bu zorbalıkların yaşandığı saatlerde ise TBMM’in yeni yasama yılı açılış kutlamaları vardı. Maşallah oradakilerin keyfi yerindeydi. Erdoğan, mecliste CHP, TİP ve EMEP dışında bütün partiler tarafından ayakta karşılanmış bazıları alkışlamamışlardı ama orada bulunmanın huzuru içindeydiler.
Buradaki partiler Erdoğan’la kısa bir sohbette buluştular. Kimisi sağına oturdu, kimisi soluna hatıra fotoğrafı da çektirdiler. El sıkma, gülüşme sahneleri gırla gitti. Ha bu arada Bahçeli yapacağını yaptı CHP’yi sert bir dille eleştirip had bildirmeye kalktı. Bir de MHP’den ayrılıp İyi Parti olarak siyasete devam edenler vardı ki İyi Parti’nin Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu’da CHP’yi eleştirmekten geri kalmadı
Bunlar özet olarak ne diyorlardı. Meclis çok önemliydi bu yüzden de meclise gelinip boy gösterilmesi gerekir yönünde tespitler yapıp CHP’ye verdiler veriştirdiler. Bütün bunlar dikkatlice incelenmesi ve altına not düşülmesi gereken iri iri sözler olduğu için bizler de not ediyoruz.
DEM Partisi’nden MHP’sine, DEVA’dan, Gelecek Partisi’ne Saadet’ten ötekilere kadar katıldılar katılmayan sadece üç partiydi. CHP, TİP, EMEP.
Bizde bir söz vardır. “Minareyi çalan kılıfını uydurur” diye. Katılanlar kılıfını uydurdukları gibi kılıfını da aşanlar olmadı değil hani. Şu an sanki TBMM’nin bir önemi kalmış gibi davranan yaşananlara kör bakan bir sürü sistem partisi bizlerle dalga geçer gibi ahkâm kesip duruyorlar. Sanki bu partiler mecliste yer aldıkları için meclisin halkın ve egemenliğin temsil edildiği savı ile göz boyayan bir duruş sergiliyorlar.
Kısaca değinip geçelim. Bugün Meclis’in Erdoğan’ın iradesi dışında neyi gerçekleştirdiğini sorsak tek bir yanıtları var mıdır bilmek isteriz. Bütün bu gerçeğe karşın birilerinin hâlâ kendilerini milleti temsil ediyor görünme gayretleri de gerçekten ilginç. Çıkarılan yasalardan tutun da, hayati konularda bile meclisin hangi iradesi sonucu belirliyor da bu muhalefet milletvekilleri kendilerini halkın temsilcisi sayabiliyorlar gerçekten de ilginç. Ülkemizde kuvvetler ayrımı mı var? Bağımsız yargıdan söz edebilir miyiz? Yasama nasıl işliyor nasıl çalışıyor? Yürütme bir kişinin dışında kimdir ki bu denli bir yanılgıyı bazı parti başkanları getirip getirip halkın önüne koyuyorlar?
Siz kalkıp ülkenin en büyük partisi CHP’yi hedef tahtasına koyun, yargı yoluyla kazanılan belediyelere operasyon düzenleyip kimilerine kayyum atayın, kimilerini zorlama yöhtemlerle içeri alıp bazı belediye meclis üyelerini satın alarak o belediyeyi kendiniz kazanmış gibi bir tutum sergileyin yetmez herkesi istediğiniz zaman tutuklama yetkisini kendinizde görür konuma gelin sonra da ter ter tepinip Meclisin halkın iradesini temsil ettiğini söyleyip durun ama bu size meşruiyet kazandırmaz. Dahası sakatlanan onca şeyin arasına bir de Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD gezisi ve Trump’la görüşmesi sonrasında olanları ekleyin ortada bir de meşruiyet olayı dursun bunların hibiri olmamış gibi davranarak ahkam üstüne ahkam kesin kimse bu palavraları yutmaz.
Deveye sormuşlar neren eğri o da yanıt vermiş Nerem doru ki diye. Şu Gazze’de yaşanalara bakıp da bizim palavra dinleyecek durumumuz mu var. SUMUD gemilerine İsrail’in çektiği operasyor çırılçıplak ortada dururken gazı tuzu, petrolü, uçak, tank motorunu geçtik soykırıma bile göz yumup ses çıkarmayan bir iktidarın neyinin peşine takılınır da zor zamanlarda hep bir arada olmalıyız diyerek Türkün Türke propagandasını şiar edinmişlerle nasıl olur da birlikte yürünür. Neymiş efendim; bizim Dışişleri Bakanlığından bir açıklama yapılmış da denilesiymiş ki İsrail en büyük terör devletidir. Sonra SUMUD gemilerine yapılan operasyonu da şiddet ve nefretle kınıyormuşuz.
Bu 21 maddelik anlaşmayı kim koordine edecekmiş Katar ve Türkiye. Bu maddelere bir bakın isterseni içinde adil olan ne varmış acaba? Adaletsizliği koordine edenlerle bir olanlarla niye balım gülüm olunsun ki? Hoş DEM Parti’de içinde bu boşluğu evvel Allah dolduracak onca partiler varken soldan ve sosyalistlerden kimseye bu iş düşmez. Düşerse de sonucu belli olan insanlığın bir utanç halidir ki bizde böylelerine hadi oradan hadi oradan deme hakkını basbayağı kendimizde buluruz.
Hani gerçek bu değil de Gazze konusunda Trump ve Netanyahu tarafından 21 maddelik bir anlaşma metni hazırlanmış ya bu işin
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
01 Ekim 2025
TBMM AÇILIŞI
Ülke her geçen gün resmen yolgeçen hanına çevrildi. Başka ülkelerle anlaşma yapılıyor yapılan anlaşmalar anlaşmalara benzemiyor. Hele de son Erdoğan’ın Trump’la görüştüğü konularda anlaşmaya varıldığı konulara baktığımız zaman içinin ülkemiz açısından ne denli boş olduğunu görüyoruz fakat bu AKP’liler acaba niye hoplayıp zıplıyorlar bunu bir türlü anlamış değiliz.
Erdoğan Trump’la görüşmesinde topu topu iki dakika ya konuştu ya konuşmadı, konuşmanın gerisi Trump’un ukalaca konuşmasıyla başladı, dalga geçer konuşmasıyla bitti. Öyle şeyler söyledi ki Trump, İngilizce bilmediği için Erdoğan kalkıp da (eğer yapacaksa da) itirazını bile yapamadı. Hani diyebilirsiniz ki adamın konuşma tarzı öyle ama değil. Böylesine iki ülkenin en üst yöneticisi mahalle ağzıyla konuşamaz. Trump tam bir mahalle ağzı ile konuştu ama Erdoğan hele bir dur ne diyorsun bile demedi, diyemedi. Çünkü kendisi İngilizce bilmiyordu çevirmen Hanım tam söylenen gibi çevirmiş de olsa müdahale edecek bir ortam da yaratılmış değildi.
Hani “Bu adam” diye hitap etmek ne anlama gelir? Sonra “Bu adam seçim hilelerini bilir” demek ne demek? Daha başka şeylerde var elbette de ne diye kafa yorup duralım ki? Adamın Gazze konusunda düşünceleri belli, Suriye dersen yine öyle. İsrail’in politikasının arkasında durmak dersen o daha bir beter. Bir de şu saldırı ve savaş örgütü NATO var. Bu saldırganlar iş bitirecekler, Ukrayna’yı kendi hesapları için kullanacaklar bizi de içine sokacaklar vallahi de anlaşılır yanı yok billahi de anlaşılır yanı yok.
Sonra Boeing alımı, F35, F15, bir de işin üstüne bize yerli uçak diye yutturulan uçağın motoru olayı ve daha neler neler… Ya şu gaz ve petrol işi nereden çıktı sahi? Bizim Rusya ile zaten gaz anlaşması var. Üstelik de ABD’nin bize satacağı fiyat misli misline sayılır ki kimse bunu kabul edemez. Başka piyasaların olduğunu da zaten biliyoruz. Üstelik de bize çok daha ucuza gelecek. Ha bir de bu gazın Güney Kıbrıs’ta İsrail’in çıkaracağı gaz olduğu söyleniyordu ki işin bu yanı daha da bir alengirli. Bu gaz hem işlenmesi gerekiyor hem de İsrail’in gazı…
Dün Konuştu Erdoğan. Ne kadar iyi anlaşmalar yapıldığına dair yine aynı aldatıcı sözler yeni bir şey yok da bu ülkenin kamuoyunun hiç mi kanına dokunacağı hesap edilmiyor. Bir de sürekli yinelenip duran meşruiyet konusu var. Bu söz nasıl olacak da yenilip yutulacak gerçekten de anlaşılması çok zor.
Tabi bir de bugün TBMM’nin açılışı var. CHP katılmayacağına dair açıklama yaptı. Özgür Özel bu açıklamasında çok da haklıydı ama bir de öğrendik ki işin içinde başka bir şeylerde dönmüş.
Özgür Özel Bülent Arınç’a bir mesaj atıp Meclis’in açılışında bulunamayacaklarının nedenlerini yazmış. Sonra Bülent Arınç’ta Özgür Özel’e katılmamalarının iyi olmayacağından söz eden karşı bir mesaj yazmış ve her iki mesajın da kendisi tarafından açıklanmasının bir mahsuru olup olmadığını sormuş Özgür Özel’de “Bir mahsuru yok demiş.
İşte biz TSİP olarak bunları anlayamayız. Özgür Özel ne sıkıntı yaşıyorsa bunu Bülent Arınç’la paylaşması gerekmez. Bu ikinci önemli girişimi oldu Özel’in. Bir önceki Bülent Arınç’la kurduğu iletişim ne işe yaradıysa bu yeni girişimi de aynı sonucu verecek. Bu dediklerimi bir yana yazın isterseniz.
Sonra bir şey daha var. O da Erdoğan’ın Trump’la konuşması ve anlaşmaya vardığı konularla ilgili ki göreceksiniz daha ne bombalar patlayacak ve AKP’yi un ufak odecek.
Keşke Özgür Özel, hukuksuzlukların yanına TBMM açılışına katılmama nedenini Trump’la görüşme ve sonuçlarını da ekleseydi çok iyi olacaktı ya o Arınç’ta ne varsa varıp yine onun kapısını çaldı iyi mi?
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
29 Eylül 2025
BURASI NERESİ?
Bizim ülkemiz ne hale geldi böyle? AKP’nin 23 yıllık iktidarı döneminde neyin ne hale getirildiği konusunda ülkede tam anlamıyla bir cehalet yaşanıyor. Geçen seçimlerde duymadığımız şeyler duyduk ve ağzımız bir karış açık kaldı. Yetkili, yetkisiz iktidar mensupları halkın karşısına çıkıp Karadeniz’de gaz bulduk deyip açılış bile yaptılar. Kimileri ise gaza gelip açın pencerelerinizi, kapılarınızı istediğiniz gibi açın yakın doğal gazınızı diyerek hem kendileri gaza geldiler hem de AKP’lileri gaza getirip resmen göz boyadılar. O dönemde bize borular mı gösterilmedi, gazların nasıl depolanacağı mı vay anam vay birçoğumuz bu gerçekler karşısında susmadık yazıp konuştuk ama nafile bizler zaten bütün iyi şeyleri bu çevrelere göre karalayan insanlardık. Bu da böyle yutturuldu insanlara.
Ya Gabar Ya Kato Dağı?
Buralarda öyle kaliteli öyle kaliteli petrol bulmuştuk ki, günlük rezervi neredeyse 100 bin varildi. İsteyen gelir arabasına, traktörüne doldurup gidebilirdi bu petrolü de. Aradan zaman geçti ortada bir şey yok, bu sözleri bağıra çağıra söyleyenlerinde sesi sedası kesik. Kimse ağzını açıp da konuyu gündeme bile getirmiyor.
Yalanlar bu kadar mıydı peki?
Hiç olur mu? Kısa zamanda göklerde uçaklar uçuracak, tankları sahaya sürecek, ve hatta ihraç bile edecektik. Füzeler, savaş gemileri say sayabildiğin kadar. Ancak bunların hiçbiri olmadı. İHA ve SİHA dışında. Helikopterler ise bakıp göreceğiz nasıl olacak?
Kabul edelim ki bunlar doğru. Parasını bile ödediğimiz F-35’ler niye bize verilmiyordu? Bu kadar savaşla ilgili şeyler yapıyorduk da ne diye gidip elin Amerika’sına yağlı müşteri kılığında gerdan kırıp duruyorduk? Sonra güvenliği bile tartışılan Boieng yolcu uçaklarını hem de bu kadar çok sayıda neden alıyorduk acaba?
Üstelik Trump görüşmesinde ortaya çıkan onca şeyleri nasıl sinemize çekip oturacaktık? Ha bir de şu “MEŞRUİYET” olayı var ya bu Türkiye Cumhuriyetine yakışır şeyler miydi bunun bir açıklığa kavuşturulması gerekmez miydi? Öyle bir durumdaydık ki bir tek AKP’liler bu işte de olağanüstülük buluyordu da biz bulamıyorduk sizce ilginç değil mi? Bundan böyle iktidara gelmenin yolunun ABD’nin meşru görüp görmeyeceğine mi bağlıydı?
Hani Gazze’yi hiç konuşmuyoruz bile. Pek çok ülkeler birer birer Filistin’i tanır ve Gazze’de gerçekleşen soykırıma açıktan cephe alırken nasıl oluyordu da AKP ve cumhur ittifakı konuyu başka türlü yorumlayıp başka türlü değerlendiriyordu konu iktidar yetkililerince açıklığa kavuşturulabilir miydi?
Türkiye’de insanlar nasıl bir şey yaşadık da CHP aşağı CHP yukarı konusunun dışında bir şey konuşamaz olduk. Erdoğan Bayraktar’ı şimdi anımsayanımız var mı acaba? O geçmişte çekilen operasyon için “ben ne yatıysam Recep Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dahilinde yaptım” demedi mi? Yargılanmak da istiyorum ben hırsız değilim diyen Bakan Erdoğan Bayraktar Egemen Bağış’ı ve Zafer Çağlayan’ı kast ederek niye kalktı, “Beni hırsızlarla aynı çuvala koydunuz” dedi.
Sonuç niye biz bunları konuşmuyoruz.
Deprem’de onca kaybımızın yanında insanların evleri yıkıldı, iktidar herkesi ev sahibi yaptı sorunları çözdü ve de bunları yaparken hiç mi kamuyu zarara sokmadı da bunlar üzerinde durulmazken İzmir’in Önceki Belediye Başkanı Tunç Soyer ve arkadaşları yargılanıyor şu an içerdeler de AKP’den kimse içerde değil. Niye bütün bunlar rafa kalktı da gündem dışı?
Salt konuşmayalım hesabını soralım. Madem Adalet Bakanı her ağzını açtığında ülkede bağımsız yargı olduğunu söylüyor bizler de Irak Petrollerinin ticareti sırasında uygulama dışı petrol sevkiyatı yapıldığı ve de paraların nereye gittiği belli değilken üstelik te Türkiye’ye 1 milyar 450 milyon dolar ceza verilmişken sebep olanlardan niye dava açıp hesabını sormuyoruz.
Not Bu da CHP’ye bir anımsatmadır. Milletvekili Deniz Yavuz Yılmaz bu konuyu birileri gevezelik yapsın diye mi ortaya çıkarıp kamuoyu ile paylaştı. Ya gereğini herkes elinden geldiğince yapsın ya da beceremeyen çekip gitsin arkadaş. Bizim mecliste ne milletvekilimiz var ne de grubumuz. Buradan çağrımdır kimin üstüne gidilecekse gidilsin bu ülkede birilerine yolsuzluk serbest diye bir yasa mı var? Ya da birileri yönetimi elinde bulunduruyor diye her şeyden muaf mı sayılıyor?
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
26 Eylül 2025
KİM KİME MEŞRUİYET TANIYOR?
Önce Trump’tan nasıl görüşme alındığı tartışıldı ülkemizde.
Neymiş efendim Trump’un oğlu ile Erdoğan İstanbul’da görüştü ve bu görüşme gizli yapılmasına karşın sağır sultanın duyduğun bir görüşme oldu.
Randevu koparılmasının bedeli ise Türkiye için ağır oldu fakat yandaş bu randevu olayını dünya liderliğinin kanıtı olarak pompalayıp bizleri tartıştırdılar ve ne yazık ki sonuçları kötü oldu ama bir o kadar da zamanımızı alarak canımızı sıktılar.
ABD Dışişleri Bakanı bu görüşme ile ilgili olarak; “Trump ile görüşmek ve 5 dakika el sıkışabilmek için Türkiye dahil tüm ülkelerin kendilerine "yalvardığını" söyledi. Türkiye Dışişleri Bakanlığı’ndan ve de başka bir Kurumdan tek söz söylenmedi. Bölge valisi gibi davranan Tom Barack’ın kendini bilmez sözleri de karşılıksız kaldı.
Erdoğan görüşmesinden önce BM’de konuşan Erdoğan, Gazze sorununu dile getirdi, katliamla ilgi içe dokunur resimler gösterdi ve Trump, Gazze ve Ukrayna’da barışı getirebildi mi diye sorunca, ülkemizdeki yandaşlar adeta sevinçten göklere fırladılar ve “İşte dünya lideri” dediler.
Başbaşa görüşme günü gelip çattı. 25 Eylül günü Oval ofiste görüşme gerçekleşti. Erdoğan gazetecilerden bir tek soru aldı ve ABD ile ilişkileri iyi tutmaktan söz edip ticari olarak neler yapılması gerektiğinden söz ettikten sonra Heybeliada’da Ruhban okulunun açılacağı sözü verdi ve Halk Bankası problemini de dili ile dişi arasında söyleyip geçti..
Konuşmasında ne Gazze vardı ne de başka bir zülfüyare dokunacak sözü. Trump ise hiçbir konuda basının önünde söz vermedi ama şu önemli konulara değinerek toplantı bitirildi.
· Suriye ile ilgili olan ve olacak olan ne varsa Türkiye sorumluydu. (Bu Türkiye’nin üzerine 1000 yıl ağırlığı kalkmayacak bir yük yüklemiş oldu)
· Türkiye Rusya’dan Doğalgaz ve petrol alımını durduracaktı. (Tabi ABD’den alacak bize neye mal olacağı da bilinmeyen bir şey değildi)
· Boieng 300 adet alınacak bunun fiyatı da aşağı yukarı 200 milyar tutarnda bir para olacaktı ki Türkiye 40 yılda bu parayı ancak öderdi. (Verilip verilmeyeceği de kesin değil)
· F-16’ların modernizasyonu ve parası ödenen F-35’lerin verilmesi. (Bu konuları da Trump geçiştirdi ama yakasındaki f-22 savaş uçağı ve masada konulmuş olan Boieng yolcu uçağının maketi bile AKP’lileri sevindirdi)
· Trump Erdoğan gibilerini sevmezmiş ama Erdoğan’ı seviyormuş.
· Gelelim Erdoğan’ın meşruiyetine? Bu konuşulanların hepsinden bize göre daha önemlidir. Çünkü ülke yöneticileri bugüne kadar dışarda meşruiyet aramazlar bilirlerdi ki seçimle gelen yöneticiler meşruiyetlerini halktan alırlardı. Şimdi olan şeyse madacılıktan bile ağır bir durumdu.
· Bir de Halk Bankası konusu vardı ABD’nin elinde koz olarak bu konu Erdoğan tarafından dile getirildi ama Trump bu konuyu da es geçti.
· Trump İsrail’in yanında durduğunu belli eden sözlerini de hiç eğip bükmeye kalkmadan dile getirdi ve onca konuşması içinde İsrail’i haklı bulduğunu İsrailli esirler iadesini istedi.
Konuyu uzatmaya gerek yok. Erdoğan’ın esip yağdığı şeylerin hiçbirinin ne değerleri var ne de etkisi. İsrailli esirler iade edilmeliydi ama 70 bini çoktan aşmış Filistinlilere uygulanan soykırımı yönünde tek sözünü duymadık.
Yine İspanya Başbakanı’ndan duyduklarımızı da duymuş değiliz. Çünkü İspanya Başbakanı İsrail’le bütün ticari ilişkileri durduracakların ve dünya çapında İsrail’in katılacağı spor karşılaşmalarına da katılmayacaklarını alenen ilan etti. Peki, bizde olan neydi yaptırım yok, ticarete devam…
Ne diyelim AKP ve saray iktidarı ve gözü dönmüş yandaşlar yukarıda belirttiğim konuları yok sayıp Erdoğan’ı Trump’un kabul etmesini ele alıp “dünya lideri” diye kendilerini kandırıp dursunlar ancak bu konu bir daha göstermiştir ki Erdoğan resmen BOP Eşbaşkanı’dır bununla ne kadar övünseler azdır…
Not: BOP Eşbaşkanı’yım diyen de kendisidir.
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
23 Eylül 2025
TELEVİZYONCULUK ZOR İŞ VESSELAM
“Tele1'de 21 Eylül'de yayımlanan bir programda ekrana yansıtılan "RTE'nin Netanyahu'dan farkı ne?" alt yazısı nedeniyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlattı.
Başsavcılıktan yapılan açıklamada, re'sen başlatılan soruşturma kapsamında Tele1 Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ, sorumlu müdür İhsan Demir ve program moderatörü Musa Özuğurlu hakkında "Cumhurbaşkanına alenen hakaret" suçlaması yöneltildi.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun kıyaslandığı ifadenin alt bantta kullanılmasına ilişkin soruşturma açıldığını duyurdu.
Kanal yönetimi ise söz konusu ifadenin kesin bir yargı taşımamasına rağmen yanlış anlaşılmalara yol açabilecek nitelikte olduğunu belirterek, "Reji kadromuzdan kaynaklanan ve sehven yapılan bu hata nedeniyle özür dileriz" açıklamasını yaptı.
Yanardağ'dan özür: 'Bu ifadeye katılmıyoruz, doğru bulmuyoruz ve reddediyoruz'
Kanalın genel yayın yönetmeni Merdan Yanardağ, 22 Eylül'de "4 Soru 4 Yanıt" isimli programda alt bant yazısında yer alan ifadeleri "doğru bulmadığını" söyledi.
"Gazze'de soykırım yapan siyonist faşist Netanyahu ile Erdoğan karşılaştırılamaz" diyen Yanardağ şöyle devam etti:
"Bu doğru değil. Ne kadar eleştirirsek eleştirelim bu dil doğru değil. Sağa sola bükmeye gerek yok. KJ'deki [alt bant yazısı] ifadeye katılmıyoruz, doğru bulmuyoruz ve reddediyoruz.
"Bu TELE 1'de yayınlandığı için de özür dileriz. İlgili arkadaşlarla yollarımızı ayırıyoruz. Daha sorumlu davranılması gereken dönemdeyiz. Bu kararı da sabah saatlerinde aldık."
Bu yazıları okuduktan sonra iki çift söz etmemizi istersiniz sanırım.
Öncelikle başsavcılığın bu denli hassas davranması gerekir miydi falan diye bir soru sormuyoruz. Ancak bazılarının diğerleri hakkında sıraladıkları küfürnamelerde de bu kadar duyarlı davranılmıyor olması hatta hiç davranılmaması acaba sizlerde nasıl bir duygu yaratıyor?
Ya da böylesi durumlarda herkesten önce sözü kapıp ortalığı karma karışık edenlere ne dersiniz. Bir Adalet Bakanı düşünün ki HSK’nın başında. Bu kişi çıkar da herkesten önce konu ile ilgili hem de yönlendirici şekilde ifadelerde bulunursa sizlerin aklınıza ne gelir acaba? Eğer bu davranış yargıya talimat vermek değilse neyin duyarlılığıdır acaba? O Adalet Bakanı ki başka durumlarda bugüne kadar hiç duyarlılığına rastladığımız kişi değildir fakat işin içinde Erdoğan olmasın yeri göğün bu muhteremler inletmektedirler? Ki öyle bir şey oluyor ki Erdoğan AKP Genel Başkanı olarak konuşuyor, öyle bir durum oluyor ki yeri iktidar partisinin genel başkanı başka bir durumda da Cumhurbaşkanı. Bu ikili yaklaşım yüzünden binlerce ülke yurttaşı Recep Tayyip Erdoğan tarafından “hakaret edildiği” savıyla mahkemelik.
Neyse işin bir de Merdan Yanardağ açısından ele alınacak yanları var elbette. Çünkü Merdan Yanardağ’ın iki gündür konu ile ilgili yaklaşımlarını kendisinden dinlediğimiz zaman şöyle dedik.
“TELEVİZYONCULUK ZOR İŞ VESSELAM”
Ancak bizi bu işin üzen tarafı da olmadı değil. Bu konuyu uzatmak istemiyorum ama şunu da dile getirmeden yapamam çünkü yaşananlar gerçekten de bizi üzüyor. Nasıl derseniz şöyle; Kanal’ın tartışma bölümlerine çağrılan kişilerin kimliklerine baktığımız zaman “Allah allah” demekten kendimizi alamıyoruz. Zaten solda doğru dürüst haber kanalı olmadığı gibi doğru dürüst bir televizyondan da söz etmek olası değilken var olan bir, iki kanalda da sağcılıkları tescilli insanlar her fırsatta bize ahkâm kesiyorsa bizler de giderek soğuyoruz onca özveri gösterenlerin tutum ve davranışlarından. Hele birisi kendisini bildiğimiz kanalın birinde şöyle tanıtıyordu. ”Ben ömrümce CHP’ye oy vermiş biri değilim ama CHP’ye karşı yürütülen politikayı da doğru bulmuyorum” Ne güzel değil mi? Memlekette demokrasiyi, emeği, savunacak bir tek solcu kalmamış köküne kıran girmiş olmalı ki bu gibiler neredeyse iki günde bir tartışma programlarının çağrılıları.
Merdan Yanardağ’ın şu sözleri de üzücü:
"Bu TELE 1'de yayınlandığı için de özür dileriz. İlgili arkadaşlarla yollarımızı ayırıyoruz. Daha sorumlu davranılması gereken dönemdeyiz. Bu kararı da sabah saatlerinde aldık."
Nasıl hoşunuza gitti mi? Eğer bu hata olarak görülüyorsa daha ne çok şey hata değil miydi?
Zor günler yaşıyoruz elbette farkındayız ancak her zoru gören mevzileri terk edecekse ortada mücadele verecek insan kalmaz. Bir de bu işin bu yanı var ki vallahi de billahi de can sıkıcı…
Not: Bu yazının kimi yerleri
BBC News Türkçe
Londra
22 Eylül 2025
Yayınından alınmştır.
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
21 Eylül 2025
MÜSLÜMANLAR KADINDAN NE İSTER
Herkesin bildiği gibi Afganistan gibi bir ülke emperyalist dünyanın el atmasının sonrasında kimyası bozulan ülkelerin başında gelir. Emperyalist ülkeler zamanında Sovyetler Birliği’ni kuşatmak ve güçten düşürmek için İslam İnancının kendileri açısından kullanışlı olacağını düşündüler ve SSCB’ye karşı Müslümanlardan ‘Yeşil Kuşak’ oluşturdular. Bu mücadeleyi körüklemek için de fanatik dincilerden (Taliban) gibi örgütler kurdular. Bu yapı kısa zamanda örgütlenip Afganistan’da bulunan rejimi tehdit etmekle kalmadı aynı zamanda da düşürdü.
O günden sonra bölgede önemli değişiklikler oldu ve artık ABD’nin ve öteki emperyalist ülkelerin bu yapılara gereksinimleri kalmadığı için onları sözümona düşman ilan ettiler. ABD yanına NATO’yu da alarak Afganistan’ı kontrole kalkıştı. Bugün bazılarınca CHP’nin genel başkanlığını yapanlar arasında sayılan Hikmet Çetin ise emperyalist dünyanın baş sorumlusu olarak Afganistan’da göreve atandı. Uzun süren mücadeleden sonra ABD ve diğer emperyalist ülkeler ve oraya NATO adına asker yollayan Türkiye’de içinde hepsi Afganistan’dan çekildiler ve iktidar böylece Afganistan’da Taliban’ın eline geçti.
Başlangıçta ılımlı bir yol izleyeceğini ileri süren Taliban şimdi kadın düşmanlığını bütün çıplaklığı ile ortaya koyan yolu seçti ve eğitim başta olmak üzere kadınların çalışma hayatında yer almalarına yasak getirmek için kolları sıvadı. Artık kız çocukları ile erkek çocuklar aynı okullarda eğitim göremeyecekleri gibi kızlara ayrı okul yapılacağı da yüksek perdeden dile getirilmeye başlandı. Kadınlara çalışma hayatını yasaklamak için harekete geçen yönetim arka arkaya yasaklar koymaya başladı ve bu nedenle sokağa çıkan Afganlı kadınlar ise kırbaçlı adamlar tarafından sokak ortasında linç edilmeye başlandığı gibi gerekli cezalarda üst üste geldi. Bir de burada ikiyüzlüce Kadın İşleri Bakanlığı kurulmuştu şimdi adı değişti ve ‘iyiliğe davet ve kötülükten sakındırma bakanlığı’ bakanlığı oldu. Bu kafa aslında inançları ileri sürerek yüreğinde cehennem ateşi yananların kafasıydı ama bu ortamı hazırlayanların ve bu ortamı sahiplenip iktidar olanların derdi bile değildir. Çünkü bütün İslam ülkelerinde birinde daha çok, diğerinde biraz az olmakla birlikte kadın düşmanlığı her yönüyle çırılçıplak ortada.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Taliban yumuşamış görünüyordu ama kısa sürede her şey tersine döndü. Üniversitelerde kadın erkek birlikte eğim görmesi yasaklandı. Kadınlara çalışma yasağı geldi. Kız çocukları 12 yaşından sonra eğitim göremeyeceklerdi. Kadınlar yanlarında erkek olmadığı sürece sokağa bile çıkamayacakları gibi seslerini de duymamalıydık. Çünkü duyulursa Bunların İslam anlayışına göre ahlaksızlık sayılırdı. Erdoğan bile Afganistan’daki durum için artık kadınlar için Afganistan’da bazı şeyler olmayacak demişti ama tam tersi oldu ve her şey özüne döndü. Kadınlar evde bile olsa şarkı söyleyemez, kısık sesi aşan bir sesle konuşamazlardı. Sonuçta öyle de oldu.
Kadına karşı uygulanan şeyler öyle akıl dışıydı ki sokağa bakan ve kadınların daha çok bulundukları evlerde bile pencere olmamalıydı. Taliban’ın yeni girişimleriyle artık evlerin planı da buna göre yapılacaktı. Yapılıyor da. Kadınlar tam anlamıyla sosyal yaşamdan dışlandığı gibi internet kullanması da yasaktı. Kısa süre içinde kadınlarla ilgili yasakların hızla yaygınlık kazanması akıl almaz bir boyutta idi ama Taliban yönetimine göre bütün bu yasakların sebebi ahlakın bozulması endişesiydi. Ki bu denli bir ahlak zorbalığına dönüşmüş ve insan doğasına aykırı uygulamaların Müslümanlık adına yapıldığını düşünürsek böyle bir inancın insanlık düşmanı haline gelmiş olmasını asla unutmamak gerekir.
Şunu unutmayalım ki Afganistan’da bu noktaya gelinmesi kısacık bir zaman diliminde oldu. Ama kapitalist dünyaya bakarsak kadınlarla ilgili ataerkil bakış çoğu zaman önemsizmiş gibi görünse de hortlatılmakta, kadın haklarının kısıtlanması için derin çatlaklar yaratılmaya çalışılmaktadır. Bugün bizim ülkemizin üniversitelerinde bile öyle profesörler var ki akıl almaz konuşmalarına tanık olmaktayız ve bunların her biri konuşurken din ve ahlaktan dem vurarak bunu yapabilmektedirler. Bu yüzden de uyanık olmak ve bu anlayışa karşı kararlı bir mücadele yürütmek çok önem kazanmıştır. AKP ve saray iktidarı döneminde işlenen kadın cinayetlerinin sayısının da bir hayli artmış olmasının nedenini asla gözden kaçırmamak gerekir.
Kadınlara bu denli hayasızca kısıtlamalar getiren bir ülkenin nasıl yaşadığına baktığımız zaman o ülkede yoksulluk ve sefaletin diz boyu olduğunu görürüz. Bu durumun en çok da İslam ülkelerinde yaşanıyor olması asla bir rastlantı olmayıp aynı zamanda bir seçimdir. Bugün sömürü toplumlarına bir sigorta görevi gören İslamiyet bu anlayışı bir an önce terk etmeli ve emperyalist dünyanın kurulu oyuncağı olmaktan bir an önce kendisini kurtarmalıdır. Çünkü din baskısı ile kabul ettirilmeye çalışılan bu sapkın davranışların savunucularına alanı boş bırakmamak bizlerin görevi olmalıdır.






Yorumlar