15-16 HAZİRAN
- turgutkocak2009
- 16 Haz
- 65 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 3 gün önce

HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
22 Aralık 2025
2026 YILI BÜTÇESİ SOYGUN BÜTÇESİ
2026 yılı bütçesi görüşülürken sol ve sosyalist partiler, demokratik kitle örgütleri, işçiler, emekliler, çiftçiler, dar gelirli küçük esnaf hemen herkes sokaklara çıktı ve iktidara sordular.
“BİZ, 2026 YILI BÜTÇESİNİN NERESİNDEYİZ” diye.
Bu bütçenin hiçbir yerinde yoklardı ama şöyle yoklardı:
Bilindiği gibi AKP ve saray iktidarı 24. Yılının içinde. O günden beri halktan alındı, bir avuç haramzadeye verildi. Çeyrek aşırı bulan bu süre içinde halk öyle hale getirildi ki artık verecek bir şeyleri kalmamış açlıkla ve yoksullukla boğuşur hale gelmişlerdi. Ancak iktidara sorarsanız bunların hiçbirisi doğru değildi. Ülkede ne aç vardı ne de açıkta kalan. Bu yüzden de iktidar firene basmadan halkı soymaya devam etti. Vergiler tavan yaptı. Dolaylı vergilerle halk inim inim inletildi. Halk köle gibi çalıştırıldı ama gülünç denilebilecek maaşlara talim ettirildi. Ama temel ihtiyaçlara yapılan zamlar akıl alır gibi değildi. Bu yolla deniliyordu ki siz de nesiniz? Telefon ve internet kullanmak, aydınlanmak, ısınmak, sosyal yaşam size göre mi varın bunların hiçbirinden de yararlanmayın. İşin şakası yok gerçekten de olan buydu. Çünkü halkın aldığı ücretlerle bunları karşılamasının olanağı yoktu.
Ama yalan yalan üstüne söylendi. Bu yıl düzelmedi, gelecek yıl düzelecek denilerek halkın sırtına yük bindirildikçe bindirildi. Ancak düzelen bir şey olmadı. Halksa yok emekli yılı olacak, yok aile yılı olacak vs. denilerek kandırıldıkça kandırıldı.
Bilal Erdoğan şimdi piyasada. Sözü artık kime söylüyorsa onca yapılan şeylere kör kalınmış, babasının arkasında durulmamıştı. Bütün bunlara karşın kıymet bilmeyen ülke halkına neler verilmiş ne hayatlar yaşatılmıştı. Bu konuşmaları kimileri AKP içinde bir hesaplaşma olarak görmüş ve değerlendirmiş, kimisinin de tepesi atmış ne diyor bu adam diyerek kızgınlıklarını ortaya koymuşlardı ama değişen bir şey yoktu.
Ülke giderek ekonomik bataklığın içine biraz daha biraz daha itilirken, tepedekiler har vurup harman savuran bir hayat sürdürmeye devam ettiler. Kimileri öyle zıvanadan çıktı ki halkla dalga geçer gibi şaşalı yaşamlarını sergiler oldular. İhalelerden birileri köşe döndü, Erdoğan’a yakın olma yarışı hız kazandı.
Baktılar ki halkın memnuniyetsizliği iyice artmakta bu kez de devleti arkalarına alarak herkesi korkutma yolunu seçtiler. Artık tutuklanan tutuklananaydı. Kimilerinin Anayasa güvencesi hiçe sayılarak şirketlerine bile el koyup o şirketler bir güzel iç ediliyordu. Şaşalı yaşam arşı alaya yükseldi. Harcamaların değil kısılması daha da arttığına tanık olduk. Birilerine öyle olanaklar sağlanıyordu ki halka gelince halkın ümüğüne çökenler yandaş şirketlere vergi muafiyeti getirmekten bile çekindikleri yoktu. İktidar halkın baskısını sorunları çözerek ortadan kaldıracağı yerde zorbalığı seçmiş içerisi suçsuz insanlarla doldurulmuştu.
İşte 2026 yılı bütçesi bu koşullar altında görüşüldü ve dün gece kabul edilerek sahne kapandı. Bu sahnenin en provakatif kişisi ise Mustafa Varank’tı. Yalan üstüne yalan söyledi birilerine çattı. Gerçekleştirdiklerini sayarak göz boyamaya kalktı. Bu yüzden de CHP bu yalanlara yanıt verince de ortalık karıştı. Mecliste büyük bir arbede yaşandı.
Son söz; 2026 yılı bütçesinde resmen halkımız sömürülen taraftaydı kanlarının son damlasına kadar da kanları emilecekti. Bu iktidar ve yandaşları ise kayrılan yandaydı sanki sonuna kadar iktidarda kalacaklarmış havasındaydılar. Ancak deniz bitti. Bu iktidara da yol göründü. Dinci, gerici, faşist rejim isteği ise göreceksiniz kursaklarında kalacak. Türkiye halkının sanıldığı gibi her şeye olur çekmeyeceğini birileri yaşayarak görecek. İlk seçim bu gidişin işareti olacak…
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
20 Aralık 2025
AKP SARAY İKTİDARI
24. YILINDA
AKP ve saray iktidarı halkı yoksullaştırmada rekor kırdı.
İnsanlar aç yatıp aç kalkıyorlar.
Emekliler Ankara Ulus semtinde geceliği 200 liraya kalmaya başladılar.
Durumla ilgili gerçeği kabul etmek yerine İngiliz vatandaşı Maliye ve Hazineden Sorumlu Bakan Mehmet Şimşek, gerçeği görmek yerine bunun bir tercih olduğunu söyledi.
Yine Mehmet Şimşek emeklilere “ölün aylığı” verildiğini unutmuş gibi kalktı bir de üstüne üstlük bayram ikramiyesi ile ilgili olarak; “dünyanın neresinde böyle bir şey var” diye sordu.
AKP ve saray iktidarı ile birlikte ahlaki değerler yerle yeksan olurken, fuhuş, uyuşturucu kullanma ve satma konusunda ülke tavan yaparken yetkililer bir yandan da uyuşturucu ile ilgili olarak operasyon yapıp durmakta.
Oysa bundan önce pek çok kişi bu işe bulaşmış olarak tutuklanmış ve yakayı kurtarmışlarken, Halil Falyalı cinayeti ve muhasebesine bakan kişi Hollanda da öldürülmüşken ve de arkasında pek çok kuşkulu durum varken, Türkiye kara para aklanma ülkesi haline getirilirken yasalar çıkarılıp kara paralar Türkiye’ye getirtilip aklanırken, kara para ile birlikte uyuşturucu baronları da Türkiye’ye doluşurken ne yapmıştı acaba bu iktidar biliyor musunuz?
Sedat Peker’in açıklamalarında pek çok kişinin adı geçmesine karşın iktidar kalkıp da tek birisinin yakasına yapıştı mı?
Yapışmadı ama Sedat Peker’in susturulması için her yola başvurulmadı mı?
Bugün konuşmuyorsa niye konuşmuyor acaba?
Tutuklanan pek çok kişi nasıl oldu da yargı eliyle salıverildikten sonra bu kişiler sırra kadem basıp ortadan kayboldular biliyor muyuz işin iç yüzünü?
Şehirlerin meydanında silahlı hesaplaşmaya girişenler kimler ve bunlar hakkında etkin olarak ne yapıldı?
Ülkenin limanlarına adrese teslim uyuşturucular geldiğinde bu sorumlular kimlerdi üstüne gidilip gereken yapıldı mı?
Neden Çocuk çetelerin yaş ortalaması 12’ye kadar düştü? Uyuşturucu kullananların yaşının 12’ye kadar inmesi de mi bir şey ifade etmiyor?
Soygunların bu denli tavan yaptığı ülkemizde sosyal adaletin sıfırlandığı bu yüzden de toplumda suç işleme isteğinin artarak rekor kırdığını nasıl açıklayabiliriz?
***
Bu konu ile ilgili olarak ne kadar çok şey sayabiliriz aslında da birkaç konuya daha değinip bitirmek en iyisi?
Bunca kadın cinayetinin işlenişinin altında yatan gerçekler nedir? Aile ve Sosyal İşler Bakanlığı’nın doyurucu bir açıklama yapması olası mı?
Çocuklara yönelik cinsel istismarların sayısı niçin arttı.
Narin cinayetinin ne kadarı su yüzüne çıktı? Ne kadarı karanlıkta kaldı biliyor muyuz?
Tarikatlar bu konuda hangi ahlaki anlayışın temsilcileri?
Bu ülkeden “bir kereden bir şey olmaz” diyen eski Aile ve Sosyal İşlerden Sorumlu Bakan sizin bakanınız değil miydi?
Şimdi uyuşturucu ile ilgili operasyonlar yapılıyor. Suçlananların kimisi Kuran ayeti paylaşıyor kimisi nasıl dini bütün bir ailenin çocukları olduklarını açıklamaya çalışıyorlar?
Bu operasyonu bizle niye samimi bulmuyoruz acaba?
Bulmuyoruz çünkü CHP’li 16 belediye başkanı şu an tutuklu. Bulmuyoruz çünkü yüzlerce kişi tutuklu. Bulmuyoruz çünkü kamuoyunun bunları konuşması istenmiyor.
Bu yüzden de son operasyonların bunlar konuşulmasın unutulsun diye yapıldığını düşünüyoruz.
Gerçekten de olan budur. Daha önce hep CHP’li belediye başkanları ve diğer tutukluları konuşurduk. Şimdi ise başka bir alanda yer almış, yaşam tarzları bozuk çevreleri, magazinel olarak konuşup durmaktayız. Çünkü sizlerin de bildiği gibi ülkemiz insanının magazinel olan şeylere de fazladan bir ilgisi var. Bravo size tam on ikiden vurmuş bulunuyorsunuz.
Artık CHP’li belediye başkanları ya hiç konuşulmayacak ya da çok az konuşulacak.
Tunç Soyer’i bugünkü CHP yönetimi de konuşmuyor ama onu da biz dile getirip kamuoyunun dikkatine sunalım.
SAHİ TUNÇ SOYER NİÇİN TUTUKLU VE TUTUKLULUĞU İKİ DURUŞMADIR NEDEN DEVAM ETTİRİLİYOR?
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
18 Aralık 2025
EEE HİÇ Mİ DÜŞÜNMEK GEREKMİYOR?
Evet, bugün Kürt sorunu ile ilgili olarak yazıp çizen ve konuşanlar bize göre ciddi bir yanılgı çukurunun içine düşmüş durumdalar. Gerçekleri nesnel olarak ele alıp düşünecekleri yerde ne ilginçtir ki nesnel bakanlara yönelik suçlamalar içinde davranmayı daha yeğ olarak görüyorlar. İşte biz de tam olarak bu konu üzerinde duruyoruz.
Savunanlar ve PKK’lıların kendileri giriştikleri mücadeleyi “özgürlük ve bağımsızlık destanı” olarak niteleyebilirler. Ancak bize göre durum hiç de sanıldığı gibi olmamış ya da olamaz. Çünkü onca süre Beka Vadisi’nde Esad rejiminin gölgesinde ayakta kalan bir hareketin durumu ciddi ciddi tartışma konusudur. Ecevit döneminde Türkiye ile Suriye Savaş’ın eşiğine gelince orayı terk eden kişidir örgütün başındaki Öcalan.
Biz şöyle demek istemiyoruz PKK’nın varlığı Esad’ın desteği ile yaşam bulmuştur. Durum bu kadar basit olsaydı PKK varlığını sürdürebilir miydi tartışılır. Hatta PKK’ya bağlı gruplar da… Bölge çelişkiler bölgesidir. Bölge ülkelerinin Kürt sorunu ile ilgili baskı, şiddet ve yok sayma anlayışları da bu yapının ayakta kalmasını sağladığı gibi bu yapıyı güçlendirdi de.
Suriye’de iç savaşın nasıl başladığını, arkasında kimlerin olduğunu bilmiyor değiliz. Evet, Esad rejimi elbette içinde bulunduğu durum nedeniyle kimi bölgelerde kontrolü sağlayamayacağı gerçeğinden yola çıkarak oraları Kürt örgütlerine bıraktı. Hiç kuşku yok ki “buralar sizin bundan böyle buraları siz yönetebilirsiniz” denmemesine karşın burada yaşanan ciddi bir boşluk sonucu bugünkü fili sonuç ortaya çıkmış oldu.
Sonuçta bu durum bölgede YPG’nin salt politik olarak değil, aynı zamanda da askeri bir güç haline gelmesini de sağladı. Suriye’de emperyal dünya ve dinci, gerici güçlerin yarattığı tehlike nedeniyle durum bu şekilde şekillenirken Esad’ın Kürtlere dokunmamasının nedeni elbette ki ortaya çıkan nesnel durumdan kaynaklanıyordu. Doğal olarak Esad’da bağlılık olmasa da hiç olmazsa yeni bir düşman cepheyle karşı karşıya kalmamanın hesabını yaptı.
Peki, sonuç nasıl bir durum yarattı? Suriye Kürt hareketleri hiç zaman yitirmeksizin Esad’ın gitmesi yolunda bir politika izledi. Aynı düşünceyi savunan başkalarını da unutmamak gerekiyor. Bunlar sırasıyla ele alırsak Körfezde yer alan monarşik sözüm ona devletler, CIA’nın desteklediği kimi gruplar, Selefi-cihatçı örgütler, Batılı emperyalist merkezler ve PKK’nın yıllarca savaştığını söylediği Türkiye devletini sayabiliriz. Bu arada Suriye’nin İsrail karşısında parçalanmasını isteyen kim varsa onları da sayabiliriz.
“Esad’ın diktatörlüğü” tartışmasını bir yana bırakırsak, şu noktaların önem kazandığını görürüz. Aleviler katledilirken seslerini çıkarmayanlar, İslamcı terörün arkasında duranlar, Suriye’nin etnik ve mezhepsel olarak bölünüp parçalanmasını isteyenlerin üzerinde ciddi ciddi durmamızı gerektiren çok şeylere tanık oluruz.
Bugün Suriye’nin geldiği nokta hesabı ile bir felaketin ortaya çıktığını görmemek akılsızlık olur. Bakıyorsunuz Türkiye buralarda ya anlaşmalar yapıyor ya da anlaşma zeminleri arıyor. IŞİD artıkları ile al gülüm ver gülüm havasında yaşanan temaslar söz konusu. Esad’ın gitmesine zil takıp oynayanlar mı dersin, Alevi katliamı sürerken suskunlukla geçiştirmek isteyenler mi dersin, Esad dönemine habire demediğini bırakmayanlar mı dersin ne ararsan ortada cirit atıyor.
Bölgemiz elbette sayısız ihanetler yaşadı ihanetin bu yüzden ne olduğunu iyi bilir. Arkadan hançerlemek dersen gırla. En acımasız eleştirilerin birilerinin ağzında pelesenk olup söylenmesi ise hak getire. Sonra ABD ve diğer emperyalist ülkelerin planlarına açıktan ve doğrudan yardımcı olmak mı dersiniz ne ararsanız bulabilirsiniz.
Öyle bir yol izleniyor ki ne ilkesi var ne de güven veren bir yanı. Yukarıda söylediğimiz gibi Esad merkezi yönetiminin alan açtığı ya da açmak zorunda kaldığı bir bölgede serpilip gelişenlerin Esad’ın devrilmesine ne denli sevindiklerini bilmiyor değiliz de işin davulla zurnayla karşılanacağını da doğrusu anlamamız zor. Ahmet Şara denilen bir katille el sıkışma arayışları olacak iş mi acaba? Ya da herkes işine geldiğinde mi kullanıyor yoksa “Halkların kardeşliği” belgisini. Onca acı yaşayanlar yeri geldiğinde bu belgiyi nasıl oluyor da elinin tersiyle itebiliyor acaba? Onlarla aynı kayıkta devlet olma pazarlıklarını da biz anlamıyoruz ama işin böyle olması gerektiğini kim Kürt örgütlerinin kulağına fısıldamıştır dersiniz. Bölgede bölge valisi gibi dolaşan Tom Barack’ın aklı herkese feyz mi veriyor ne dersiniz?
Bir sürü haklı nedene sığınabilirsiniz, reel politik diye açıklayanların da bol olduğu bir ortamda haklılık sonuçları da çıkarabilirsiniz kendinize ama tarihin affetmediğini kim es geçerse bize göre yanılır. Bugün ittifaklar kuruluyor gibi görünüyor ama bu aslında yarın halkların katledilmesi için bir neden olarak kaşımıza çıktığında bu kez demiri tersine nasıl bükeriz buyurun anlatın o zaman?
Bir halkın onurlu mücadelesi ile emperyalist dünyanın planlarının aynı kefede tartılmasının olanağı olmadığına göre bu durum mazlum halklara kolayca açıklanabilir mi?
Son sözümüz şudur: İnsandır unutur demeyelim, tarihin unutmadığını asla unutmayacak insanlarda her zaman için olacaktır.
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
16 Aralık 2025
OLANLAR NORMAL Mİ?
Ekrem İmamoğlu davası ve diğer belediye başkanlarının ve de görevlilerin davasının hakkaniyetle sonuçlanacağına bu iktidarın kimseyi inandırması olası değil. Bu dosyalara dikkatlice bir göz atılsa her türlü maddi hata usül yönünden bile akıl almaz yanlışlıklar söz konusu. Hele de şu itirafçılık ve gizli tanıklık yok mu bu davaya dahil edilmesi kadar akıl dışı bir şey olamaz. Çünkü bu davada daha çok maddi kanıt aranması gerekirken birilerinin iftiradan öte gitmeyen gizli tanıklıklarıyla ve itirafçılığıyla hüküm kurulamaz. Gizli tanık olayı bile dosya açıklandıkça fasa fiso olarak gözümüzün önüne geliyor.
O zaman bu davanın neden açıldığı gün gibi su yüzüne çıkmış oluyor. AKP ve saray iktidarı çok yönlü olarak iyice sıkışmış durumda bu yüzden de şu anda otoriter bir iktidar ülkenin tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor. İyice sıkışan iktidar beğenirsiniz beğenmezsiniz kendilerini alaşağı edecek bir kişi olarak görüyor İmamoğlu’nu. Bu yüzden de hakkında tam 12 dava açılmış durumda. İnsan ister istemez durup şöyle bir düşünüyor 12 dava açmak gibi bir yola heves edenler acaba niye 40 dava açmazlar ki?
Diploma Davası, Casusluk Davası daha pek çok dava yukarıda belirttiğimiz gibi resmen devlet gücünü elinde bulunduran bir iktidarın konumu ile açıklanabilir, aşağı yukarı diğer davalar da öyle. Maddi kanıttan yoksun “çamur at izi kalsın” hesabından davalar açıldığı için ister istemez inandırıcı olmuyor atılan adımlar. Hani söylenenlere bakılırsa bu davaların 12 yıl kadar süreceğinden söz ediliyor ya ne yani insanlar 12 yıl süre içerde mi kalacaklar? Madem durum bu niye insanlar serbest bırakılmıyor da bugün yarın ya aklanacaklar ya da hüküm giyecekler kafasıyla bu davalar bu şekilde sürdürülüyor?
İnsan sormadan edemiyor pek çok Belediye Başkanı niye içerde? Örneğin Zeydan Karalar ve onun gibi diğer Belediye Başkanları hem de niye bulundukları yerde doğal hakim önünde yargılanmıyorlar da dava Silivri’de görülüyor? Dahası bazı kişiler neden davanın görüldüğü yerden yüzlerce kilometre uzakta tutuldu ve tutulmaya devam ediliyor?
İstanbul’a çökmek için tutuklanan belediye başkanları var. Hangi vicdan bunu kaldırır? Onların çoluğu çocuğu yok mu? Kişi hakları bu kadar mı rahatça ihlal edilir? İhlal edilmekle kalınmaz iktidar medyası nasıl olur da hakkında dava açılmış kimse suçluluğu kanıtlanıncaya ve de hüküm giyinceye kadar suçsuz sayılması gerekirken hangi akla hizmet bu medya tarafından suçlu ilan edilip kişilik haklarıyla oynanır? Yoksa ülkemizde hukuk devleti olma hali hepten mi ortadan kaldırıldı?
Gelelim Tunç Soyer davasına; bu iktidarın hiç mi az buçuk hukuk bilen taraftarı yok? Yoksa bildikleri halde insanlara düşman hukuku uygulanması bilinçli olarak mı seçilmiş durumda? Dedim ya az buçuk hukuk bilen kişi nasıl olur da önceki İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’i içerde tutmaya devam eder? Yeri geldiğinde ülkenin hukuk devleti olduğundan dem vurup duran Adalet Bakanı Yılmaz hangi anlayışla konuşur gerçekten de anlamakta zorlanmamak olası değil.
Yok, arkadaş yok! Bilal Erdoğan, iktidarın neresinde görev almış ki de çıkar canının istediği gibi konuşmakla kalmaz. Üstelik bir de babasının arkasında artık kimi kast ediyorsa durmayanlara bir sürü hakaret içeren söz söyleme hakkını kendinde bulur? Bizler ve bizim gibi sol ve sosyalist görüşlü kimseler zaten kast edilemez çünkü arkasında durmak şöyle dursun babasının iktidar edişine bizler cepheden karşıyız. O zaman AKP içindeki kimseler mi hain?
Bu nasıl bir dildir? Güce dayanarak istediğini söyleyeceğini sananlar nasıl bir gaflet içindeler acaba? Kimse kimseye laf olsun diye hain vs. diyemeyeceğine göre bu iş nasıl oluyor da en basit seslenişte bile insanlar bir başkalarını çiğneyip geçme hakkını kendilerinde buluyor.
Hani biz bugüne kadar AKP’nin 23 yıllık serüvenine muhalefet ettiğimiz için bu yazıda aynı şeyleri bir kez daha yineleyecek değiliz ama sormak isteriz. BU ÜLKEDE ONCA İYİ ŞEYLER YAPILDI DA MI ÜLKE BUGÜN AÇ VE PERİŞAN İNSANLARLA DOLUP TAŞIYOR? Bu iktidar ve iktidarın en kudretli adamı Recep Tayyip Erdoğan iyi diyeceğimiz ne yaptı da ülke bu noktaya geldi? Kaldı ki kast edilenler Recep Tayyip Erdoğan’ın arkasında durmuş olsalardı ne olacaktı? Değişen bir şeye mi tanıklık edecektik?
Bilal Erdoğan sanırım suçlu arayışı içinde de eğer işlerin bu denli kötü noktaya varmasını çok merak ediyorsa TÜRGEV’ine bakması gerekmez mi? Bilal Erdoğan TÜRGEV’ine baksa daha pek çok kurum ve kuruluşların da ülkede yarattığı çıkışsızlığı görecek görmesine de kirpi yavrusunu “yumuşacığım” diye severmiş. Bilmem anlatabildik mi?
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
13 Aralık 2025
KOMÜNİZM DÜŞMANLIĞI
Bu ülkede ABD’nin yörüngesinde yönetimde yer alanlar görev yaptıkları için her fırsatta komünizm karşıtı düşünceler ileri sürerek Türkiye’yi ne hale getirdiklerini bilmeyenimiz yoktur. Din diyenler komünizme saldırdı. Ülkede adil bir yönetimin altını oyan ve adalet namına bir şey bırakmayan sağcı politikacılar aynı yolu izledi. Köy Enstitülerini kapatanların komünizm karşıtlığı hiç mi hiç dillerinden düşmedi. Çalanlar, çırpanlar, ülkeyi kör kuruşa muhtaç edenler aynı şekilde devrandılar. Ülkeyi yabancılara peşkeş çekip kendileri de pay alan işbirlikçi güçlerin ağzında sakızdı komünizm düşmanlığı. Salt bu yüzden Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan idam edildi. Katledilen devrimcilerin haddi hesabı yok.
Kasaba tüccarları, sermaye kesimleri komünizm karşıtlığını bu ülkede şaha kaldırdılar. Önüne gelene bu ülkenin mahkemeleri o zamanın 141-142 yasa maddesinden cezalar kestiler. Komünizm suçlaması nedeniyle öğretmenler ve kamu çalışanları ya sürüldüler ya da görevlerinden edildiler. İşçiler komünizm karşıtlığı üzerinden susturulup haklarını aramasınlar diye sermaye güçlerinin yapmadıkları kalmadı. Her fırsatta yabancılara peşkeş çekilen ülkenin fabrikaları, limanları, bankaları daha pek çok şeyini dile getirenlerin bu ülkede iflahı söküldü. Mazlum dünya halklarının baş düşmanı ABD ve Batı emperyalistlerinin silahlı savaş örgütü NATO’ya Türkiye sokuldu ve emperyalistlerin dümen suyunda Türkiye’ye uç beyi görevi verildi. SSCB’ye karşı YEŞİL KUŞAK oluşturanların ağzından çıkan her söz komünizm karşıtlığıydı. Ahlâk değerleri sıfırlanmış olan sermaye iktidarları en iyi savunma saldırıdır anlayışıyla komünistler ana, bacı bilmezler onlarda namus kavramı da yoktur denilerek komünistler suçlanıp halkın gözünden düşürülmek istendi. Dünya mazlum haklarını sömüre sömüre canını çıkaran emperyalistler komünizme karşı örgütler kurdurarak dünya çapında yaygınlaştırdılar. Bizdeki Sümüklü Fethullah Gülen’e Komünizmle Mücadele Derneği Kurdurulup ülkemizde yaygın olarak komünizmle mücadele yürütülmedi aynı zamanda da bu anlayışla cinayetler de işlendi.
Uzatmayalım dipten doruğa ülke halkını yalanla besleyenlerin bu anlayışları bir ölçüde boş olduğu ortaya çıkarıldıysa da hâlâ bu görüşü yaygın bir şekilde düşünenler ve kafalarından bir türlü söküp atmayanlar var. Onlar istiyorlar ki komünizm karşıtlığı yaparak oy devşirip ülkenin başına bela olmaya devam edelim.
Bu yüzdendir ki kafa hiç değişmemiş gördüğümüz kadarı ile. Enver Arsever sağ ve sağcılarla ilgili söyledikleri ve solcuları anlattığı için halkın bir kısmını diğerine karşı kin ve nefrete sevk etmek istediği savıyla tutuklanıp içeri atıldı. Bu suçlamaları yapanlar ise elbette AKP trolleriydi ve aynı düşüncelerin ekmeğini yiyenler bir kez daha ortaya çıkıverdiler. Zaten kim olursa olsun içeri atılan bir noktada olduğumuz için şaşırmadık ama yine de bu tutumu şiddetle protesto ettiğimizi TSİP olarak söylemek isterim.
Biliyorsunuz Ekrem İmamoğlu tutuklandı uzun zamandır içerde. Babasının da mal varlığına el konuldu. Bunun üzerine baba Hasan İmamoğlu; "Komünizm gelmesin diye mücadele ettiğim için çok pişmanım. Çünkü komünizme gerek yok. İstedikleri zaman komünizm ilan ediliyor. Malınıza mülkünüze el konuluyor" sözünü etti.
Şimdi bu sözler sizin garibinize gitmiyor mu? Bir komünist olarak benim doğrusu çok garibime gitti. Bu yüzden de ister istemez yazımın giriş kısmını bilerek uzun tuttum. Hasan İmamoğlu “Komünizme gelmesin diye mücadele ettiğim için çok pişmanım. …” demiş ama bu gerçekten bir bilinçlenme olarak ortaya çıkmıyor. AKP ve saray iktidarını komünistlere benzettiği için sadece bir tepkisi su yüzüne çıkıyor. “…Çünkü komünizme gerek yok. İstedikleri zaman komünizm ilan ediliyor. Malınıza mülkünüze el konuluyor" diyerek komünistlere aynı zamanda da çamur atılmış oluyor. Bizim bu iktidara benzer bir yanımız olsa neyse de taban tabana zıt olanların yanyana konulması da doğrusu hiç yakışık alır şey değil. Demek ki neymiş komünizm düşmanlığı insanların birçoğunun genlerine işlemiş.
Haydi, şu sözleri de biz söyleyerek yazımızı bitirelim. 23. yılından 24. Yılına giren AKP ve saray iktidarı bunca örneğin Fetöcülen mal varlıklarına el konuldu acaba bu mallar şu an kimin tasarrufunda, devletin mi yoksa birilerinin mi? Onca dershane, okul, fabrika, televizyonlar medya, işyeri, banka, üniversite kim ya da kimlerin? Biz komünistler elbette kamulaştırma yapacağız ancak kamulaştırılan ne varsa halkın malı olacak halkın. Yoksa birilerinin zenginliğine zenginlik katsın diye değil. Bilmem anlatabildik mi farkımız?
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
9 Aralık 2025
BİLAL’DE HAZIR
Erdoğan için zaman zaman aile hanedanı kurdu eleştirisi sık sık yapılır, konu sessizce iktidar tarafından geçiştirilirdi. Çünkü tam da öyleydi. Aile ve aile çevresi öyle ya da böyle bu söyleneni doğrulardı. Bildiğiniz gibi Berat Albayrak ülkenin en önemli bakanlıklarından Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın başına getirilmiş kişiydi. Uzun süre de bu görevde kaldı. Sonrasında ise gitti. Gitme nedeni üzerinde duracak değiliz ama onun meşhur bir değerlendirmesi vardı. Dolar arttıkça başkalarını suçlar ve “daha çok beklersiniz” gibilerinden safsatalar ileri sürerdi. Söylediği rakamları kat kat aşınca ortalardan kayboldu ama hiç de onun dediği gibi olmadı. Dolar karşısında Türk Lirası kar gibi eridi.
Şimdilerde ise oğul Bilal gündemde. Bildiğiniz gibi oğul Bilal Erdoğan’ın TÜGVA’sı var. TÜGVA hem devlet tarafından beslenip semirtiliyor, hem de devletin olanakları ile milyarlar kazanan Bilal’in de dediği gibi Anadolu kaplanlarınca ha babam buraya paralar aktarılıyor. Çeşitli AKP’li belediyelerin sundukları olanaklarınsa haddi hesabı yok.
Oğul Bilal’in devlet katında resmi bir görevi yok, yok olmasına da sanki devlet görevlisi imiş gibi kimi dış gezilere katılarak boy gösterdiği gibi kimi içerdeki toplantılara da katılarak devlet görevlilerine ayar çekiyor. AKP’li yöneticilerle birlikte valilerin, kaymakamların ve hatta yüksek rütbeli askerlerin katıldığı toplantılarda da boy gösterip resmiyeti olanlara gerektiğinde ayarda çekebiliyor.
Durum bu olunca ister istemez insanlarda babasından sonra yoksa devletin dümenine Bilal mı getirilmek isteniyor gibisinden hem eleştiri hem de düşünceler ileri sürülüyor. Bu ve buna benzer birçok toplantı ve bu toplantılarda boy gösterme artınca ister istemez insanların da aile hanedanı eleştirileri de gündeme geliyor.
En son toplantısında Bilal Erdoğan Türkiye’nin büyük iş dünyasına da el attı ve onlar için kimi eleştirilerde bulundu. Neymiş efendim devlet 500 bin konut yaparken deprem felaketlerinde onlar niçin 100 bin konut yapmıyorlarmış?
Bu sözleri işitenler iş dünyasına eleştiri yönelttiği için Bilal’i kutlamak gerektiğini bile düşünenler oldu en az kendi çevrelerinde. Ancak kazın ayağının hiç de öyle olmadığını içimizde bilmeyenimiz mi var acaba 1999 depreminden sonra konut için vergiler mi konmadı, paralar mı toplanmadı? Şimdi sorsanız AKP ve saray iktidarı yetkililerine anımsamazlar bile. Öyle sanıyoruz ki Bilal’de anımsamayanlar içinde yer alıyor olsa gerek ki aklına ne gelirse konuşuyor.
Biz sosyalistler soyguncu düzenin soyguncularından herhangi birini tutacak ya da onlardan birine olanları yontacak değiliz. Ne var ki devlet adına deprem paralarını iç edenlerle de bir hesabımız kesinlikle vardır. O paralar nereye gitti diye artık ya hiç konuşulmuyor ya da daha az konuşuluyor konuşulmasına da biz şu an Maliye Bakanı koltuğunda oturan kişinin bu paraların nereye gittiğini söylediğini unutmadık. Oto yol yapımına gitmişmiş meğer. Bilal Erdoğan’ın söylediklerine bakılırsa yine de ne varsa Anadolu kaplanları denilen iş adamlarında varmış. Acaba kim imiş bu Anadolu kaplanları?
Anadolu kaplanları devletin soyulup soğana çevrilmesinde en yetenekli olan kimseler. Çalıştırdıkları işçilere asgari ücretten maaş vermek onların işi. İşyerlerinde mümkünse sendika kurdurmamak kurulursa da mafyatik cinsten sarı sendikalar kurdurmak da onların işi, çalıp, çırpma, ihale alma, vergi muafiyeti vb. alavereli dolapların çevrilmesi de yine onların en iyi bildikleri iş. Bu yüzden bizler ne beşli çeteleri unuturuz ne de onun dışında adı geçenleri…
Sözün sonuna gelince Bilal Erdoğan bu konuda konuşup değerlendirme yapacak en son kişi olmasına karşın duyduklarımıza bakın bir. Adam kimin adına konuşuyor? Elbette herhangi bir yurttaş gibi konuşsa anlarız da devlette hiçbir resmi görevi olmayan kişinin varmış da öyle konuşuyormuş gibi sallama konuşmalar yapması olacak şey değil. Hanedan eleştirisi yapılıyorsa ki yapılıyor daha nasıl olabilir ki? Zaten devletin yönetilmesi de tıpkı bir aile şirketi gibi değil mi?
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
7 Aralık 2025
SENDROM ÜZERİNDEN GERÇEKLERİ YADSIMA
“Stokholm Sendromu” daha uzun süre konuşulacağa benziyor. Benziyor çünkü böylece gerçeklerin üstünü örtme gayreti isteniyor ki pek çok çevre için yeterince anlaşılmasın. Bu nedenle de konuyu sertleştirenler var ki günü geldiğinde nasıl olsa gerçeklerle yüzleşmekten kurtulamayacaklar.
Konuyu partisinin Genel Kurulu’nda Özgür Özel dile getirdi. Bunun üzerine konuyu bambaşka yere çekmeye hazırmış gibi davranan DEM Parti’nin tepkileri gecikmedi. DEM Parti’nin hemen arkasından da Erdoğan fırsatı kaçırmadı ve eski defterleri karıştırarak Kürtlerin ağzına bir parmak bal çalmış oldu. Tamam, Erdoğan Dersim’i de katarak bazı şeylerden söz etti etmesine de bu yolla Kürtlerin gönlünü okşarken daha dün yaşanan birinci çözüm sürecinde yaşananların hiçbirini de aklının köşesinden bile geçirmedi ne hikmetse. Son çözüm sürecinde güvenlik güçlerinden ve Kürtlerden kaç kişi yaşamını yitirdi acaba biliyor muyuz? Ancak Özel’in attığı taş yerini bulmuş olmalı ki Erdoğan bu konu ile ilgili konuşmak zorunda kaldı ve CHP’yi geçmişi ile suçladı.
Özgür Özel bu sözleri ile DEM Parti’yi kast etmediğini söylese de hem DEM Parti’den hem de Erdoğan’dan gelen tepki gerçekleri de gözlerimizin önüne sermiş oldu.
“Stokhom Sendromu” deyimi açıkça kurbanın celladına, kölenin efendisine duyduğu hastalıklı hayranlığı ifade etmek için kullanılmıştır bu belli belli besbelli. Özel’in dile getirdiği bir dikkat çekme anlayışıdır ki bu da toplumsal olay ve olgularda önemli sayacağımız bir noktaya işaret eder.
Biz buradan yürüyerek konuyu açıklığa kavuşturduğumuzda çok önemli bir gerçeğin de altını çizmiş oluyoruz. Zorbalık karşısında zorbalığa boyun eğmeyi seçme, güç karşısında susmayı ve umarsızlığı ortaya koyma halidir ki bu aslında teslimiyet bayrağını çekmeyi ifade ettiği kadar aynı zamanda da zorbalardan medet umma halidir de. Bu tutum aynı zamanda da teslim olanın teslimiyetine bir kılıf uydurma girişimidir ki bu durumda olanların bilinçaltı aynı zamanda da attığı adıma bir neden arama yoludur.
Ancak bu çaba ne yazık ki durumu kurtarmadığı gibi içten içe de kendisine bile itiraf edemediği bir çatışkıyı yaşatır bu yolu seçene.
Bu anlayış Batı’nın Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde misliyle uyguladığı bir politika olmakla kalmaz, yerli halkın da teslimiyetine öyle bir ortam hazırlar ki işte o zaman teslimiyet de tereyağından kıl çeker gibi gerçekleşmiş olur.
Yukardaki benzetmeyi bire bir ele alarak Kürt siyasal mücadelesi için de söylersek haksızlık etmiş oluruz ancak kimse de bu anlayıştan asla denilerek muaf tutulamaz.
DEM Parti sözcüleri AKP ve MHP ile yürüttükleri bu süreci yürütme makamında onlar olduğu için devam ettiriyoruz deseler de durum cuk diye yerine oturan bir durum değildir. Hele de sınıfsal içerikten tamamen soyutlanarak bu adımlar atılıyorsa gerekçe ne olursa olsun yamukluk gizlenemez, gizlenemiyor da…
Kürt hareketi “Biz AKP saray iktidarı ile uzlaşmıyoruz devlet ile konuyu müzakere ediyoruz” şeklinde dile getirseler de bu sol ve sosyalist çevreleri inandıracak bir yaklaşım değildir.
Bizim ülkemizde devletle iktidar farklı şeylermiş gibi kabul ettirilmeye öteden beri hep çalışılır durur. Bu anlayış liberal bir bakış olup bir çarpıtmadan ibarettir. Çünkü bugün böyle bir ayrım değil var mı yok mu tartışmasının getirisinin olmadığını açıkça ifade eden gerçekliklerle doludur.
Çünkü AKP ve saray iktidarı Cumhuriyet’in bütün kurumlarını ortadan kaldırdığı gibi kendi anlayışını inşa etmek konusunda da bayağı yol kat etmiştir. Biz buna şöyle diyebiliriz. Türkiye karşıdevrimin tasallutu altında olup sonuçlarını da tek tek yaşamaktayız. Bu gerçekler ışığında değerlendirme yaparsak nasıl bir yol izlememiz gerektiği konusunda da yanılgıya düşmeyiz.
İktidar bugün İslamcı ve faşist bir rejimin öngününe gelip dayanmış ama istediğini de tam olarak elde edememiştir. Bu yüzden iktidar “Terörsüz Türkiye” savı ile iktidarının ömrünü uzatmak istediği için yanına Kürt hareketini de almak gibi bir oyunun içindedir. Bunu başarabilirse eksik kalan sistemin geri kalan yanları da tamamlanmış olacaktır ki bugün tanıklık ettiğimiz durum budur.
Çözüm sürecini demokratikleşmeden bağımsız düşünebilir miyiz? Bizce düşünülemez. Ortada iktidarın demokratikleşme ile ilgili attığı adım ortada yokken, dahası en baskıcı yöntemler uygulanıp yaşama geçirilirken, hukuk tanımazlık ve Anayasa hiçe sayılırken biz neyi nasıl konuşacağız ve onca gözaltılar, tutuklamalar gözümüzün içine bakıla bakıla yaşama geçirilirken hangi süreçten söz ediyoruz ve bu sürecin savunucuları bu işin neresinde kendilerini bulabilmektedirler?
Dahası iktidar bir iktidar değişikliğinde kendisinden hesap sorulacağını düşünerek bunca antidemokratik adımları atabiliyor ve iktidarı bırakmak istemiyorsa ne nasıl sonuç verecek bilemiyor muyuz?
Sonuç olarak ülke kapkaranlık bir ortama itilirken Diyarbakır’da nasıl bir sonuç bekleniyor acaba? O zaman özetle yazımızı sonuçlandıralım. İslamcı-faşist bir iktidar ile Kürt sorununun demokratik bir çözüme ulaştırılması olası mıdır? Öyleyse bu iktidardan kurtulunmadıkça hiçbir konunun çözümü söz konusu olamaz. Bunun biz sosyalistler altını özellikle çiziyoruz.
Mevcut iktidardan kurtulup demokratik bir ortam söz konusu olmadığı sürece MHP faşist anlayışına da AKP zorbalığı ve gericiliğine de sebepler uydurmanın getirisi yoktur. Bu tür yaklaşımlar mevcut iktidarın halk düşmanı yanını aklama gayretleridir ki bu kabul edilemez. İş mevcut iktidarı değiştirmek olarak önümüzde değilse bizlere nelere katlanmamız önerilmektedir? Yükselen muhalefetin yanında yer alınması gerekirken anlı şanlı dinci, gerici ve faşist bir iktidarla el sıkışıp yürüneceğini düşünmek gerçekten de en hafifi ile söylemek gerekirse saflıktır.
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
5 Aralık 2025
SOYGUN HER YERDE
İktidar her ne kadar halkın yaşadığı yoksulluğu dikkate almıyorsa da yaşanan ağır yoksulluk ve yoksul halkımızın çocuklarına reva görülen yaşam yüzünden çocuklarımız bile yaşamaktan umudu kesmiş durumdalar. İşte bu yüzden Berk İvacık isimli Mesleki Eğitim Merkezi öğrencisi (MESEM) 15 yaşındaki çocuğumuz ailesine, “yaşama isteğim kalmadı. Allah’a emanet olun” sözleri yazan bir not bırakıp evden av tüfeğini alarak çıkmış ve bir bağ evinin yakınlarında arazide vurulmuş olarak 26 Kasım’da bulunmuş. Bu olayı bir rastlantı sayabilir miyiz yoksa altında başka bir şey mi var? Nedir bu yaşta çocuğumuzu yaşamdan bezdiren durum?
Kasım ayı içinde en az 13 çocuğumuz yaşamını yitirdi. Bu çocuklardan dördü 14 yaşın altında. Dokuzu da 15-17 yaşlarından çocuklar. Bu konuda İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İŞİG) biliyorsunuz açıklamalar yapıyor. 2025 yılı içinde 85 çocuğumuz iş cinayetlerinde yaşamlarını yitirmiş. Yaralanmaları, şiddete uğrayanları saymıyoruz bile.
Her geçen yıl bir öncekinden daha fazla kayıplar yaşıyoruz. Bütün bu gerçekler karşısında Milli Eğitim Bakanlığı’nın kılını kıpırdattığı yok. Bakanlık “Türkiye Yüzyılı Mesleki ve Teknik Eğitim Zirvesi” düzenliyor. Bakan Yusuf Tekin’e sorarsanız bu zirve “eğitim sistemi ile üretim hayatı arasındaki ilişkiyi güçlendirecek kalıcı bir iş birliği zemini” hazırlamak için düzenleniyor. Üstüne üstlük MESEM’le ilgili onca eleştirilere kulağını kapatmış olan Bakan Yusuf Tekin konuyu ülkenin çıkarları, çocukların ve gençlerin yüksek menfaatleri doğrultusunda ele aldıklarını söylüyor.
AKP ve saray iktidarının eğitim anlayışı üzerinde duracak değiliz. Çünkü eğitimi zaten batırmış durumdalar. Diyelim ki eğitimi düşünmüş olsalar okula aç giden çocuklarımıza bir öğün yemeği çok görmez su gereksinimlerinin de karşılanmasını bütçe yetersizliği yalanı ile savuşturmaya kalkmazlardı. Öyle ya iğneden ipliğe vergi zamlarının alasını koyan bu iktidara sormak en temel hakkımız. Beyler, “Siz bu vergileri kime ve nereye harcıyorsunuz?” 11 ay gibi 2025 yılında 85 çocuk işçimiz o zaman yaşamını niye yitirdi? Demek ki neymiş? Söylenenler yalanmış. Siz ne ülkeyi ne de ülkenin bütün ağırlığını omuzlarında taşıyan halkımızı düşünmediğiniz gibi düşünmek de sizin işiniz değilmiş.
Bu sömürü düzeni yeter ki patronlara kazanç sağlasın. Bu iktidar da patronların iktidarı olduğu için tıpkı patronlar gibi onlar da ne çocuklarımızın iş sağlığı ve iş güvencesini düşünecek değiller elbette. Yeter ki bu egemenlerin cepleri para ile dolsun. Üstelik patronların iktidardan isteklerinin de ardı arkası bir türlü kesilmiyor. İktidardan özendirici yasalar çıkarılmasını istiyorlar ki daha çok çocuk işçi çekebilsinler. MESEM bunlar için bulunmaz nimet. Şimdiden konuşulanlar askerlik muafiyeti ve vergi istisnası vb. şeyler.
Sermaye yeter ki daha çok para kazansın. Çocukların yaşamasıymış, ölmesiymiş dertleri bile değil. Bildiğiniz gibi bu durumu protesto eden öğrenci ve öğretmenlerin de kelepçelenip gözaltına alınmasına nedensiniz siz. Yoksa 15 yaşında Berk İvacık niye canına kıydı? Ya da iç organlarına hava basılan Sanat Okulu öğrencimiz Muhammed’e ne oldu derdiniz mi?
Baksanız ya MESEM’e karşı çıktıkları için öğrencilerle birlikte ters kelepçe takılarak öğretmenlerin gözaltına alınmasına diyeceğiniz bir sözünüz var mı? Tutuklanan öğrencilere ne buyurursunuz? Burası yoksa sizin babanızın çiftliği mi? Demek siz öğrencilerin yüksek menfaatleri için düşünüyor ve yapıyorsunuz ne yapıyorsanız inanılacak bir yanı var mı? Siz değil misiniz okullarımıza cemaatleri, tarikatları, dernek ve vakıfları musallat edip yarınımızı karartmak için birçok girişimlerin mimarı? Salt bu durumu protesto ettikleri için gençlerin tutuklanmış olması kimin hayrı ve kayrılması içindir acaba? Buyurun açıklayın eğer diyecek bir sözünüz varsa…
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
1 Aralık 2025
İKTİDARIN ALENGİRLİ OYUNLARI
Oldum olası egemenler ülkemizde yönetim konusunda sık sık acze düştükleri için ya siyasi gericiliğe başvururlar ya da faşizm gelir ülkenin başına lök gibi oturur. Çünkü ne zaman yönetme konusunda zorluğa düşülmüştür egemenler hiç çekinmeksizin bilinen bu yöntemi yaşama geçirirler.
Bu arada bu da olur mu diyebileceğiniz kimi sorunlar da yaşanır ve herkesin ağzı açık kalır. Bir düşünün; yeni çıkan teğmenler salt Atatürkçü oldukları ve Atatürk’e bağlılıklarını açıkladıkları için kapının önüne konuldular ve ordudan tasfiye edildiler. Ancak gerekçe bambaşka. Neymiş efendim teğmenler Yaşar Güler’in söylediğine göre törenin bitmesiyle birlikte alana giren aileleri dışarı çıkarmaya kalkmışlar. İhraç gerekçesi de buymuş ne yazık ki. Eski Genel Kurmay Başkanı Yaşar Güler’i dinle de gör ve anla, yalan nasıl söylenirmiş. Hep yalan dolan dinlemekten bize gına geldi ama aradan geçen 1,5 yıl gibi önceki tarihi Yaşar Güler gibi biri bize yutturacağını sanıyor olsa gerek. Gerçekte ise Teğmenlerin bu Atatürkçü yemin yüzünden ihraç edildiklerini bilmeyen yok ama Güler, sanırım yalanı yuttururum düşüncesinde olmalı.
Şimdi geldik şu Papa işine. AKP’nin yalan makinesi gazete ve televizyonları bir masala başvurmuşlar. Bu masala göre Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u aldıktan sonra bir fetva yayınlamış. İşte bu fetvayı Papa’ya okuyan Erdoğan fetvanın özetini şöyle dile getirmiş: Kendisine biat eden herkesin ibadetinde özgür olduklarını söylüyormuş bu fetva. Gerçi Fatih’in annesi Hristiyan olduğu için belki hoşgörü göstermiştir orasını bilmiyoruz ama bunda bir sorun olmasına var da Erdoğan sanırım İslamiyet’in hoşgörü dini olduğunu anlatma hesabından kaynaklanan bir yöntemdir o kadar. Çünkü Osmanlılıkta en küçük bir neden bile savaş nedenidir kaldı ki nerede bugün anlatılmak istenen hoşgörü?
Hangi konuyu ele alsak bir Arapsaçı. Bildiğiniz gibi Öcalan’la görüşmek için bir heyet gidecek, AKP ve Saray iktidarı hep ayak sürüyerek işin içinde ama aynı zamanda da dışındaymış görünümü veriyor. Erdoğan bu konuda dişe dokunur bir söz etmiş değil. Sonra gidildi. Aman efendim konu kamuoyunca duyumasın diye ne göbek çatlatıldı ne göbek. Hüseyin Yayman gitti AKP adına biliyorsunuz. Kendisine soruluyor gitmediğini söylüyor. Hatta o gün hastane işi olduğunu söyleyecek kadar da ağzı sıkı. Gizlilik kuralına bir uymuş pir uymuş. Görüşüldüğüne dair bir fotoğraf kamuoyuna yansıyınca hayda konunun eniği cücüğü tartışılıyor. Yani özetlersek iktidarda bir acziyet var. Hangi konuyu ele alsa yönetme krizi yaşıyor. Bize öyle geliyor ki AKP ve saray iktidarı salt bu krizler yüzünden tahtayı killeyecek gibi. Çünkü yönetemez duruma düşmek gidişin önemli ayaklarından birisi.
Biliyorsunuz Erdoğan’ın bir ABD gezisi oldu. Bu konuda kamuoyunda çok tartışıldı. Hani tartışılmayacak gibi de değildi. Ancak CHP’li Namık Tan ilginç bir açıklama yaptı. Açıklamasında Erdoğan’ın CHP’nin dediğine geldiğini söylemesi. Bu ne ki diye düşünürken bizim aklımıza da şöyle bir şey geldi. Yönetme zorluğu çeken sadece AKP ve saray iktidarı değil. Bu iktidar değişse ve yerine iktidar adayı CHP gelse o da yönetme krizi içinde ne yazık ki. Erdoğan’ın ABD gezisi ve Turmp’la görüşmesi CHP’nin dediğine gelmekse biz de böyle yazarız arkadaş…
TSK ne durumlara düşürülmüştür ki bugün Atatürk’le kurulacak herhangi bir bağ suçmuş gibi gösterilmektedir? Gerçi bu konunun AKP ile ilgili yanına baktığımız zaman şaşırmıyoruz elbette. Çünkü bu konu bazıları için var olma sebebidir. Güler top dolaştırsa da birilerini düşülen çukurdan çıkarmaya çalışsa da sonuç değişmeyecektir çünkü her şey halkın gözü önünde olup bitmiştir.
Papa’nın ziyareti de kimi tartışmaları gündeme taşıdı. Bu konuda kimileri tepkileri şoven anlayışlara bağlasa da işin içinde bir iş olmadığı söylenemez. Zaten inişli çıkışlı tutumlar sergileyen iktidar Ekümenliği kabul mü etti yoksa ya da ayin yapmak da ne oluyordu? İznik bu bağlamda niye seçilmişti? Bu tür eleştiriler iktidarı şaşkınlığa itmiş, iktidar geriye dönerek birçok konuların üstünü örtmek için çabalara başvurmuştu vurmasına da işin içinde de bir hinlik olduğunu söylemeden geçemeyiz.
Eh napalım emperyalist dünya çok yönlü bir hazırlık içinde. Biliyorsunuz Rusya’ya karşı yürütülen bir kuşatma ve savaş isteği körükleniyor. Öyle ya madem böyle kiliseleri de hazırlamak lazım değil mi? Peki ne çıktı ortaya? Papa’nın Kiev-Fener-Roma hattı için iktidarın onayını resmileştirmiş olması. Yukarıda belirttiğimiz Erdoğan’ın Fatih’in “Hoşgörü” mesajı ile araya girmesi bu onayın resmileştirilmesi adımıdır ki oturup düşünmek gerek.
Ne diyelim aradan 1700 yıl geçmiş Konsülün 1700. yıldönümü fasaryalarıyla İznik’te kilise tarihinin ve arkeolojik kazılarının da ilgisine tanıklık ettik. Bildiğiniz gibi bizim ırmaklarımızın, göllerimizin çevresinde sanayi kurmak gibi bir hastalığımız var. Böylece hem göllerimizin, ırmaklarımızın içine ederiz hem de Tarım alanlarımızı yok edip doğanın iflahını keseriz. Sonrası mı İznik bundan böyle inanç turizmine kapısını açan bir kent olur, göl ise kurur gider.
İmralı denile denile nihayet gidilip görüşüldü. Bu görüşmeleri gizli tutar, resim yayınlamaz, hiçbir görüntüye yer vermez hatta bu yönde heveslere bile meydan vermemek için ağır bir yasak koyarsınız olur biter. AKP ve saray iktidarı her konuya getirdiği yasağı bu konuya mı getiremeyecek? Yani bir de bakmışsınız ki İslam kardeşliği noktasına gelivermişiz. Sonra da Anayasa değişikliği ile de bu işin adını koydunuz mu oldu da bitti maşallah demek kalır ki sanırız akıllardan geçirilenler de bu olmalıdır. Böylece Cumhuriyet’in ruhuna da Fatiha okunmuş olur ki yapabilme düşüncesini kafasından geçiren iktidara sesleniyoruz: Yapabilecekseniz buyurun yapın gücünüz yetiyorsa...
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
29 KASIM 2025
CHP 39. GENEL KURULU
CHP, Genel Kurulunda salon doluydu, dışarda ise az sayıda bir kalabalık vardı. Herhangi bir şey sormak için ortada ne bir görevli vardı ne de var olanlar kim nereden giriş yapacaklar habersizdi. CHP Genel Kurulu’nda yine gelenek bozulmadı. Genel Kurul İmamoğlu ile başladı sanırım yine İmamoğlu ile bitecek gibi gözüküyor.
Türkiye Sosyalist İşçi Partisi Genel Başkanı olarak 39. Genel Kurul’a davetliydim. Girişte polisler vardı ve içeriye alırken aramalar yapılıyordu. Bizim gibi siyasi partilerin hangi kapıdan içeri alınacağını ise bir tek bilen kimse yoktu. Polislerin nezaketi ve yol göstericiliği de olması ortada dikilip kalmak mümkündü. Polisler hangi kapıya gittiysem ilgilendiler. Kendileri bilmiyorlarsa eğer bir görevli bulup getirdiler. Konuyu anlattığımızda ise görevlinin bir şey bildiği yoktu ama bize dinleyici olarak gelenlerin kapısını göstermesi oldukça ilginçti.
Üç girişte bu şekilde 1 saatten fazla zaman harcadım ve nereden gireceğimizi bilen daha doğrusu bir tek görevlinin olmaması gerçekten çok ilginçti. Siyasi parti yetkililerini ve konukları alan yerde bir masa olurdu onlar isim yazarlar bir görevli de sizinle birlikte girişe kadar sizi getirirdi ama demek ki durum değişmiş ne böyle bir kayıt masasını gördüm ne de herhangi bir görevliye rastladım.
Boyunlarında görevli yazanlara rastladığımda anladım ki onlar da görevli değillermiş ama orayı burayı rahat dolaşsınlar diye kendilerine görevli kartı dağıtmışlar. Kendilerine sorduğum 5 görevli böyle dedi çünkü bana. Bu görevlileri ve delegeleri ve ilçe başkanlarını içeri alan kapıdaki görevlinin dışında gerçek anlamda görevli birine rastlamadım. Görevli varsa da onlar içeri girmiş Genel Kurulu en rahat yerden izlemek için görevli olduklarını bile belli etmiyorlardı. Delegelerin ve ilçe başkanlarının girdiği en alttaki görevlileri saymazsak. Görevli yoktu demek ki.
Açılışı seyircilerin bulunduğu yerden izledim. İmamoğlu ile ilgili mesajı da dinledikten sonra Genel Başkan Özgür Özel’i bir süre dinledikten sonra da çıktım.
Evet, konuşmalara bakılırsa CHP iktidara yürüyordu seçim olduğunda da ülkenin sorunlarını çözme iddiasındaydı. Ancak bende böyle bir izlenim yaratmadı. Kim nerede görevliydi, gelen misafirler nereden alınıyordu ne bilen vardı ne de ilgilenen. İktidar yürüyüşü başlatılmıştı. Salonda coşku diyebilirim ki yok gibiydi.
Divana başarı mesajımızı iletecek herhangi bir görevliyi bile bulamamak gerçekten de hiç mi hiç hoş değildi. Dinleyicilerin bulunduğu yerden ayrıldım. Bana gönderilen davetiyeyi ve partim adına yazılan mesajı yırtıp çöpe attım sonra da Genel Kurul’u terk ettim.
Kısa da olsa böyle bir Genel Kurul’a tanıklık ettim.
Başarı diliyorum fakat bu anlayıştan başarı çıkmayacağını üzülerek belirtmeliyim. Toplumu rahatlatacak ve AKP ve saray iktidarını gönderecek moral değeri yüksek sonuna kadar mücadele eden bir CHP’nin bu genel Kurul önünü açar mı bilmiyorum.
İlginçtir geçmiş Genel Kurullara benzemeyişi de oldukça dikkat çekiciydi…
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
27 KASIM 2025
SİZİ HALK BİRAZ TANISIN
Haksızlıkları ortadan kaldıracağız diyerek iktidar oldunuz, haksızlığın daniskasını yapan sizsiniz. Evet, üniversiteleri üniversite olmaktan çıkarıp bütün idari kademelere liyakatsiz, beceriksiz, bilimden anlamayan, hukuka ters düşen astığı astık, kestiği kestik, hak arayanı düşman görüp onlara karşı her yapılanı hak gören bir iktidarla karşı karşıyayız. Üniversitelere atadığınız kişileri bakın bir. Orayı soyup soğana çevirdikleri yitmiyormuş gibi çoğu bir milyonun üzerinde aylık alabiliyor. Bazıları oturdukları villaların kirasını devlete ödetmekten bile çekinmeksizin har vurup harman savuruyorlar. Sizin Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Naci İnci’niz neyin nesi de kaç yerden maaş alması için Yönetim Kurulu üyeliklerine atadınız? Sonra Karabük Üniversitesi Rektörü sonra Çankırı. Uzatmayalım bütün üniversite kadrolarınız şaibeli. Ya peki doçent ya da prof. olmak için tez bürolarında hazırlanan tezlerle kaç liyakatsiz öğretim üyesi görev yapıyor üniversitelerimizde söyleyebilir misiniz? Bunların kaçı tezlerini bir kurulun önünde açıklayacak yüreklilikte İmamoğlu’nun diplomasını iptal ettirmek üzere girişilen isteği kabul etmeyen kişi nerede? Görev verilen kişileri bir açıklasanız kimliği ne, neyi ne kadar anlar durumdalar?
Sonra orduya vesayet rejimine son vermek için el attığınızda neleri ne diye değiştirdiniz? Harp Okulu çıkışlı subayların yerini bir üniversite ile yer değiştirerek dipten doruğa orduda değişiklikler yaptınız. Öyle kızgındınız ki orduya Askeri Hastaneleri bile kapatıp sağlık Bakanlığı emrine verdiniz. Harp Okulları ne meşakkatli yerdir biliyor musunuz? Öylesi bir disiplin ancak orduyu ordu kılar. Onların terfilerinde bir işlerlik vardı peki sizin iktidarınız ne yaptı? Terfi işlemlerini bile iktidarın himayesine verdi. Ülkenin savunma gücünü ne hale getirdi iktidarınız hiç tartıştınız mı?
Bu memlekette polisi zaten tartışmıyoruz. İktidarın emrinde bir teşkilat yaratmak için hakkınızı yememek lazım çok emek verdiniz çok. Bu teşkilata alınması gerekenlerin çoğunun ismini, cismini AKP il ilçe örgütlerinden ve örgütlerinizin önerisiyle gerçekleştirdiniz. Ya peki ülkenin sizin dışınızda kalan yurttaşlarının eşit yurttaşlık hakları yok muydu da bu alanda da sınavlar size yeterli gelmedi de bu yolu izlediniz. Ben çıkmış neyi anlatıyorum yahu? Siz ki devlet memuru olarak atanacakların 80-90 hatta daha fazla puan almasını bile hiçe sayıp daha az düşük puan alanların sözlü puanına hak etmedikleri puanlar vererek yandaşlarınızı aldınız. Bu da mı yetmedi soruları sızdırdınız soruları. Kimi usulsüzlükler ortaya çıktığında ise üzerine gideceğiniz yerde küçük hatalar oldu savıyla üstünü örttünüz.
Sizin iktidarınız döneminde sayısız kimseyi salt sizin örgüt yapınız içinden geldiği ya da örgütlerinizden önerildiği için yargı mensubu olmalarına göz yumdunuz. Yargıda kadrolaşarak öyle bir yargı sopası yarattınız ki bu sopa ile şimdi herkesi hizaya getirme gayreti içindesiniz. Bu ülkeye yazık ettiniz bile diyemiyorum çünkü yazık etmek için yaptınız bütün bunları.
Atanamayan öğretmenleri ya bakanlık kapısında süründürdüğünüz ya da sözleşmeli öğretmen kadrosundan işe alıp insanları aç bıraktınız aç. Bu öğretmenlerin önemli bir kısmı da bugün özel okullar cenneti haline getirdiğiniz özel okullarda görev alıyor. Bunlara ne kadar ücret ödendiğini biliyor musunuz? Kimisi asgari ücretten bile az maaş alıyor. Özel okullarda bir veli çocuğunu okutabilmesi için ücret neredeyse vardı milyona dayandı ama okul sahipleri lütfedip asgari ücret ödüyorlar niyeyse?
Ormanlarımız cayır cayır yandı. Eksiklik nedir saptanabildi mi? Canlarını yitiren yurttaşlara ne oldu? Sorumlulardan bir teki bile yerlerinden niye ayrılmadılar. Sonra Bolu’da yanan otel? Bu otel’e ruhsatlandırma veren Kültür ve Turizm Bakanlığı. Bu otelde 78 insanımız yaşamını yitirdi. 36’sı çocuk. Kimden ne hesap soruldu? Bakan mı istifa etti? Gelelim Yenidoğan Çetesi’nin ölümüne sebep oldukları çocuklarımızın faillerine. Ya da bilgiler alındığı halde harekete geçmeyen İl Sağlık Müdürlüğü ve Bakanlığa olan bir şey var mı? Birisi paşa paşa hastanelerinin başına gitti. Diğeri da Sağlık Bakanı oldu.
Madenler patladı. Madenleri su bastı Soma ortada, Ermenek ortada Amasra ortada. Kimin tırnağının ucuna dokunuldu var mı tedbirlerin alınmasını sağlamakla yükümlü bir bakanınız ya da ne bileyim Genel Müdürünüz hesap veren? İliç’te canlarını yitiren 9 canın hesabı kimin üstüne kaldı. Pusuda bekleyenler bir an önce oranın açılması için hangi yüzle konuşup dururlar.
Yerin üstü yerin altından daha zengin olduğu halde gözünü altına diken, bunun için ormanları kesip kel dağ haline getiren, suları kirletip doğal yaşama zarar veren ülkemize adeta kıyan kim. Zeytinlerimizi kesip atan, köylülerin feryadını yok sayan kim?
Yollar köprüler havaalanları yaptırırsınız yapanlara parayı ülke insanının cebinden aldıklarınızla ödersiniz. Şehir hastaneleri ayrı bir garabet. Trafik cezaları iyi niyetle arttırılsa neyse de doğrudan soygun için arttırıldığı için karşı çıkıyoruz elbet. Enflasyon üç haneli rakamlara çıkacakmış da hele şükür Merkez Bankası Başkanınız bunu önlediklerini iki haneli sayılarda seyrettiğini daha da aşağı çekeceklerini söylüyor. Kiralardan ve yurttaşların yeme içmelerinden söz edelim fiyat artışları niye o kadar yüksek. Maşallah onu da düzeltecekmişsiniz…
Biz onu bunu bilmeyiz fakat size bir sözümüz olacak böyle giderse eğer korkarız ortada bir vatan toprağımız kalacak mı ondan bile kuşkuluyum Ülkesini seven, bu yüzden de taşına toprağına, kurduna, kuşuna benzeye birisi olarak yazdım bunları. Devam edin kim tutar sizi demiyorum çünkü biz sosyalistler kapitalizmin yıkıcılığının önüne kesinlikle set çekip emperyalistlerinde yaptıklarını burunlarından fitil fitil getireceğiz.
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
25 KASIM 2025
BUYURUN İNANIN
Kürt sorunu ile ilgili komisyon zorlukları da olsa adaya kadar çıkabildi. Ancak bizi en çok düşündüren şey şudur. Ülkemizde demokrasinin kırıntısına bile katlanamayan bir iktidar olacak sonra da bu iktidar sorun çözmekten söz edecek bizler de bu konuya inanacağız öyle mi? İşe en kolayından başlasak yani “Eşit yurttaşlık” temelinde varsayalım ki anlaşıyor olsa konunun ilerlemesi için ikinci bir istek gündeme gelebilir mi oturup düşünmek gerekiyor.
Bizce gelemez, en tepede oturan Recep Tayyip Erdoğan’ın ağzını açtığında neler söylediğine bile bakmak bizce yeterli. Çünkü dün yine “kol ve bacak” kırıyordu ki bu tutumu her fırsatta sergileyen bir kişi ülkede demokrasinin olmadığının en önemli kanıtıdır. Haydi diyelim ki “Eşit yurttaşlık” sorunu kağıt üzerinde aşıldı. Uygulanmadıktan sonra ne işe yarar ki? Bakın bugün başta Milletvekili Can Atalay olmak üzere pek çok kişi AYM’nin verdiği karara karşın içerdeler. Böyle olabiliyorsa belirleyen ne yasalar ne de Anayasamız. Güç kimin elindeyse o bacağı da kırar kolu da.
Eşit yurttaşlık demeyi iktidar neredeyse harfi harfine şöyle anlıyor. Yurttaş olma hakkını ve özgürlüklerini kullanmak isteyen, bunun için de haklarını kullanan insanlar Kürt olsun Türk olsun polisin şiddetine uğruyor ve de tutuklanabiliyor. Bu durumda olan nedir? İktidara karşıysanız her canlının ölümü tattığı gibi bir gün içeri tıkılmayı tadıyor olacağınıza göre bizler neyi konuşuyoruz? Hangi hayalin peşindeyiz? Ama kuşkulanmakta haklıyız. ABD ve İsrail Ortadoğu’da son gelişmeler ışığı altında planını çizdi ve ülkemizdeki iktidarın bu planı önüne koydu. Planı şeylerin Kütlerin önüne de konulmadığını kim iddia edebilir ki? İşte bu yüzden biz sosyalistler emperyalistlerin çözüm uyutmalarına karşı olduğumuz için laf salatalarına karnımız tok. Eleştiriyoruz çünkü her konuda olduğu gibi bu konuda da içtenlikliyiz.
Son zamanlarda yaşadığımız onca olay var. Mağdurları da belli, olayın sorumluları da. Bu gerçeğe karşın bugüne kadar bir tanesi istifa ettirildi mi? Ya da Soma, Amasya, İliç, Bolu’da yaşanan otel yangını felaketlerinde canlarını yitirenlerin sorumlularını korumak için iktidarın yapıp ettiklerine baksanız ya bir. Ülkede yasa olsa bile yasa sorumluların yakasına yapışabiliyor mu? Ama yaşamını yitirenler ister Türk, ister Kürt ya da başka bir etnik kökenden olsun Anayasamızda eşitlikten söz edildiği halde bu eşitlik bir şey ifade ediyor mu?
2024 yerel seçimlerinde Cumhur ittifakında buluşan partilerin görüşleri ne olursa olsun onlara karşı bir yaptırım söz konusu mu? Neymiş efendim CHP seçimlerde DEM partililerle ittifak yapmış bu yüzden de terör suçu işlemişler bugün kaç belediye başkanı gözaltında bu yüzden? Ya sizin seçimi alamadığınız asla da alamayacağın yerlere niye kayyum yolu ile el koydunuz? Hani yurttaşlık haklarından birisi seçme ve seçilme hakkıydı? Ne oldu bu hak da mı sizin için geçerli de başkaları için değil.
Haklısınız devlet halkının gönenç içinde yaşaması için gereken tedbirleri almak zorunda değil mi? Ya peki sizin yaptığınız ne? İşçisi, emekçisi, emeklisi, küçük esnafı, çiftçisi sürüm sürüm sürünürken bir avuç yandaşa kazandırılan paralar neyin nesi? Böyle mi sağlanacak ülkede eşit yurttaşlık hakkı? Çocuklara karşı bile adil olmayan onlar okula aç gidip gelirken bu sorunu çözmeyip de dillendirenlerin haddini bildirme gayretkeşliği içinde olan bir iktidara mı inanacağız?
Daha da önemlisi Kürt sorunu çözümü için konuşulduğunda koşanlar biz sosyalistlerin aklından geçen soruları hiç mi akıllarından geçirmezler? Geçirmedikleri belli de niye eleştiri oklarını hemen bizim üstümüze çevirip de köylü kurnazlığı politikasına sarılırlar acaba?
Daha sayacak o kadar çok şey var ki saymakla bitecek gibi değildir. AKP iktidarı döneminde ne yaşanmadıysa buyurun siz söyleyin. Bütün bu yaşananlara karşın biz ortada bir şey göremiyoruz. Ancak bir şey var o da bu konunun emperyalist kapitalist odakların içinde oluşlarıdır. Ki bu ve buna benzer emperyalist hesaplara ülkenin sosyalistleri karşı çıkar. Bu da böyle biline…
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
23 KASIM 2025
BARIŞ OLSUN ELBETTE DE…
Barışla ilgili bir eleştiri mi yaptınız ya faşist oluyorsunuz ya da ulusalcı. Hem bazılarının kafasındaki faşist tanımlamasını altüst eden şey nedir acaba hiç düşündünüz mü? Biz kendimizi bildik bileli MHP’nin politika alanı faşizm betimlemesi ile neredeyse bire bir örtüştüğü halde gerçekleri tersyüz ederek DEM’li ya da ne bileyim sol tandanslı yapılar birden bire Bahçeli ve partisini neden allar pullarlar da gözümüzün içine sokmaya çalışırlar bizce anlaşılacak bir yanı yoktur.
Sonra onca zaman solda durur gibi politika yapıp da Erdoğan’a karşı bu denli yumuşamanın da bir gerekçesi olmalı değil mi? Adam ümmetçiliğini saklıyor mu, saklamıyor. HTŞ güçleri Suriye’de son adımı atınca bazı şeyler de konuşulur oldu. Bir de gördük ki Erdoğan bölgede Arap/Kürt/Türk ortaklığında bir devlet kurulmasından söz ediyor. Konuyu deşeledik altında ümmetçi bir devlet anlayışı çıktı.
Gerçi bu konu bile kafalarından geçiyor olsa da Erdoğan ve partisinin açık açık dile getirdiği bir konu değil. Bu konu bizzat ABD ve İsrail tarafından pişirilen emperyal bir politikanın sonucu. Zaten bu konuda ABD Büyükelçisi Tom Barrack bu görüşü açıkça dile getirdi zaten. Eee Tom Barrack’ın orijinal görüşü dile getirilince Erdoğan’da AKP’nin Genel Başkanı olarak tam da bu noktaya inişini yapıverdi.
Erdoğan genişlemeden yana. Fırsat bu fırsat bölge topraklarının bir kısmı Türkiye’ye katılırsa burjuvazinin gördüğü emperyal düşlere de uygunluğu kabul gördü ve açıklamalar da birbirini izledi. İşin tuhaf yanına bakın emperyalist güçlerce pişirilen bu yeni politika Kandil’in de kulağına üflenmiş olacak ki Kandil hiç zaman yitirmeksizin ulusalcılığın dağıtıcı olduğunu ümmetçiliğin ise birleştirdiğini açıklamaları zor olmadı. Oysa Kandil’deki sözcülerin sosyalizmi savunanlar içinde önde geldiklerini biliyoruz. Bu gerçeğe karşın sosyalist görüşlerle taban tabana zıt bir görüşü nasıl oldu da kıvırmadan açıkça söylediler doğrusu bilemiyoruz…
Ayrıca sosyalizm konusunda biz komünistler Abdullah Öcalan’dan vaaz dinlemeyecek kadar da bilgi ve birikim sahibiyiz çok şükür. Ama Laclo ve Muffe görüşleriyle sosyalizme taban tabana zıt şeyler söylemekle kalmıyor üstüne de Marks’ı bir kenara iten sözler edip duruyor niyeyse.
Bir zamanlar çok dinledik. Rojava’da komünler kurulmuş da bu komünlerin yaygınlaştırılması gerekiyormuş. Bu savlardan eski TKP Merkez yöneticilerinden Veysi Sarısözen bile sazı eline alıp da bizlere yazdığı bir yazı ile konser vermeye kalktıydı. O yazıda Veysi Sarısözen’e göre tıpkı Rojava’da olduğu gibi Türki Cumhuriyetlerini de içine alan komünlerin kurulmasının tam da zamanıydı ama bu yazının ve propaganda üslubunun da sonu gelmedi gelemezdi de. Çünkü Rojava’da gerçek anlamda birkaç o da komün bile sayılmaz bir şey yapılmış değildi ama böyle denilmesi birilerinin işine geliyor olsa gerekti. Hiç sosyalizmin benimsendiği yerde ekonomik yapı nasıl olurdu da değişmezdi? Sonra sosyalist seçeneğin gündeme geldiği yerde Amerika ile kol kola verip tankların üstünde kime gözdağı vermeye çalışılırdı ki?
Evet, Kürt sorunu vardır ve de iki halkın kardeşçe bir arada yaşamasının da sağlanması kesinlikle AKP ve MHP’nin işi değildir. Çünkü ülkemizde demokrasinin kırıntısını bile bırakmamış olanların Kürt sorununu çözmek diye bir dertleri yoktur. Bu bugün bu haliyle MHP ve AKP tarafından konuşuluyorsa kendi orijinal düşünceleri değildir. Bölgede ABD ve İsrail planı getirilip cumhur ittifakının önüne konmuş olup bu planın uygulanması isteğinden ibarettir o kadar.
Öte yandan MHP’den ayrılmış bazı öbeklerin partilerinin de ele alınır bir politikaları yoktur. Faşizan bir dille kükremeleri ise aynı tas aynı hamam olmalarının alametedir ki bunlara da el sallayıp geçmek en iyisidir.
Seçim sonuçlarını tanımayan canının istediğini içeri alan, AYM kararlarını bile uygulamayan, yerel yönetimleri hiç noktasına indiren, oraya buraya tehdit savurup Cumhuriyet’in kazanımlarını ortadan kaldıran, dış emperyalist güçlerle bağlarını sağlam tutan bir iktidarı ve onun küçük ortağına varın siz inanın ama bizim inanmamız olası değildir. Daha da önemlisi biz Türkiye Sosyalist İşçi Partisi olarak bize ne derler diye politika yapmayız. Unutmayalım ki halkları halklara kırdıran rejimin adı kapitalist/emperyalist sistemdir. Konuyu bu yanıyla ele almayıp yadsıyanların yanlışına bizi hiçbir güç ortak edemez…
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
21 KASIM 2025
ŞİMDİ DE İMRALI YOLCULUĞU
Kimilerine göre Bahçeli aslanlar gibi kükrüyor, kimilerine göre de olmayacak bir işin peşine düşmüş bir kurt gibi sağına soluna anlaşılmaz sesler çıkarıp duruyor.
1 Ekim 2024 günü başlayan el sıkma ve gülümsemenin arkasından birden bire Bahçeli’nin ağzından hiç duymayacağımız sözler duymaya başladık. Aman efendim “Önder Apo gelip mecliste DEM sıralarında konuşmalı” sözünün mimarı o. Şimdi durup dururken bunlar niye oldu dersiniz? Nasıl oldu da bugüne kadar akla hayale gelmez hakaretlerin mucidi birdenbire yumuşak iniş yapıp tatlı tatlı sözler niye mırıldanmaya başladı ki diye düşünmediğimizi söylersek kesinlikle doğru söylemiş olmayız.
Bildiğiniz gibi Suriye’de emperyalistlerin yeni oyunları bir üst perdeye taşındı. Dar bir koridora sıkışmış olan HTŞ güçleri Sam’a kadar hiçbir engelle karşılaşmadan Şam’a girip iktidarı devraldılar. Bu yeni durumun arkasından İsrail’in eli daha da bir güçlendi ve Golan tepelerinin bir kıyısında bekleyen İsrail güçleri bu bölgeyi tamamen kontrol eder hale geldiler. Onlar için artık Şam yaya yürüyüşüyle bile girilip çıkılacak yer haline gelmişti ve de Suriye’deki parçalılık elbette yeni adımların atılmasını da gerektirecekti ki nitekim öyle oldu. Bu saatten sonra ABD’nin desteğinde oluşan Kürt bölgesi nasıl ayakta duracaktı bunun da hesabı yapılmalıydı elbette. Dolayısıyla bu planı ABD ve diğer emperyalist ülkeler hazırlayıp AKP ve saray iktidarının önüne koyuverdiler. Böylece de Bu işi AKP ve saray iktidarı Bahçeli’nin önüne koyuverip kendileri kenara çekildi. Eğer bu işten zarar görülecekse bu kendileri değil Bahçeli olmalıydı. Zaten öyle de davrandı iktidar.
İşte burada asıl üzerinde durulması gereken şeydir ki bu da ABD’nin bu iktidardan ne istediğidir. Bahçeli dahil AKP’liler de bu gerçeklik üzerinden davranmışlardır gerçek budur.
Şu an İmralı’ya gidip gitmemekte düğümlendi her şey. Bugün bu konuda da bir karar çıkacak ve göbek ata ata gideceklerin olduğunu da bu bağlamda bilmiyor değiliz. Bu yüzden komisyonda yer alanlar bu işe bir kılıf bulmak zorundalar hepsi bu. Bahçeli’nin son söylediklerine gelince, “Alırım üç arkadaşımı ben giderim İmralı’ya d” demesi poker jesti gibi bir şey ama altında yatan gerçekse emperyalist ağababaların dümen suyunda yürümekten ibaret o kadar. Bu konu sanıldığı kadar kolay olmadığı için işin içinde CHP’ye karşı onca operasyon yapılıyor da olsa CHP’nin de gidenler içinde yer alması isteniyor çünkü iktidar çevreleri bu konuda atılan adımlar sonrası bir şeyler kaybedilecekse eğer anca beraber kanca beraber politikası izliyor.
Bundan sonrası için konuşulacakların başında “umut hakkı” geliyor. Bunun için Bahçeli’nin eksantrik çıkışları yetmez. Soldan da Öcalan’a yardımcı olmaları gerekenler olmalı ve zaten Öcalan bu konuda Erkan Baş’a bir davet çıkardı bile. Ama bu iş sanıldığı kadar da kolay olmayacak, Çünkü her iki taraftan da şu sorular sorulmaya başlanacak. Madem işler bu kadar kolaydı öyleyse 50 yıldır yaşanan acılar niçin yaşandı?
Bugüne kadar ABD istediğini terörist ilan ederken istediğini de terörist listesinden çıkarabildiğine ve sayısız ülkeyi bu konuda hizaya getirdiğine göre hiç mi söylenecek sözümüz olmayacak? Ahmed Colani dün teröristse bugün nasıl oldu da listeden çıkarılıp Beyaz Saray’da ağırlanıp kendisine yeni akıllar verildi? Biz komünistlere şimdi kalkıp ABD gibi dünya halklarının baş düşmanı mı akıl verecek?
Ama son olarak olanları bir kenara bırakalım desek de bu sanıldığı kadar kolay değildir de bir de kullanılan dile bakmakta yarar var. Bunca hakaret daha küllenmemişken her şeyin güllük gülistanlık olacağını da düşünmek bayağı saflık olacaktır bizce…
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
19 KASIM 2025
AKP VE MHP İTTİFAKI DAĞILIR MI?
Fethullahçılar için çok şey yazıldı çok şey söylendi. 2016 yılında kalkıştıkları darbe sonrası başarısız olunca bunların bir kısmı uysallaşıp Erdoğan’ın yanında yer alırken bir kısmı kaçtı, bir kısmının da elinde ne var ne yoksa el değiştirip iktidarın olanakları haline dönüştü. Tam da o günlere denk gelen zamanda Bahçeli ray değiştirdi ve daha sonra “cumhur ittifakı” olarak anılan bir ortaklık oluşturuldu ve MHP ile AKP aynı çizgide yürümeye başladıkları için MHP’de devlet içinde büyük olanaklar elde etti. Bahçeli o saatten sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi muhalefeti yaylım ateşine tutmaktan an bile geri durmadı. Böylece iki partinin ortaklığı ve diğer ıvır zıvır yapılar yeni bir düzeni elbirliğiyle inşa ettiler.
MHP için çok da şaşılacak bir şey yoktu aslında. Üç milletvekili varken de MHP aynı politikanın yolcusuydu 40-50 milletvekiline sahip olunca da. Sözün özü MHP kendisini çıkar ortaklığına odaklamış bir parti olarak her zaman istediğini almış bir partidir. AKP’ye gelince giderek çaptan düşmeye başlar başlamaz bir desteğe gereksinimi vardı onu da MHP ile ortaklıkta buldu. Dahası MHP Tanrı Dağı kadar Türk, Hıra Dağı kadar Müslüman değil miydi? Evet, sözünü ettiğimiz bu konu MHP ve AKP’yi yanyana getirdi ama asıl yanyana gelişin altında yatan şey çıkar ortaklığıydı. Zaman zaman MHP’nin yol çizgisiyle kesişmeyen bir durum yaşanmış bile olsa anlaşmazlıklar bir türlü su yüzüne çıkmadı ve taraflar iktidar koltuğunda birbirlerinin koltuk değneği görevini layığı ile yerine getirdiler.
Ekim 2024 tarihinde Bahçeli’nin ilginç bir tutum takındığına tanık olundu. Gidip DEM Parti sıralarına gülücükler attı arkasından da el sıkıştı. Öcalan’ı bile “kurucu önder” olarak ilan ettiği gibi “gelsin Mecliste konuşsun” diyerek Bahçeli şaşkınlığı daha da büyüttü. Sonrasında PKK silah bırakma merasimi düzenledi ve kendisini feshetti. İktidar için Kürt sorunu var mıydı sorulursa bugüne kadar böyle bir şey yoktu ama birdenbire durum bu aşamaya gelince özellikle iktidar kanadı evelemeye gevelemeye soyundu ve işi ağırdan almaya başladı. Komisyon kurulmuş, toplantılar yapılmaya başlanmış İmralı trafiği açılmıştı fakat bu yetmezdi. Bizzat komisyonun oluşturacağı bir ekip Abdullah Öcalan’ı ziyaret etmeli ve işi ileri adımların atılmasına götürmeliydi ama bu iş kimin başına ne iş açacağı belli olmayan bir iş olduğu için iktidar resmen savsaklamaya girişti. İş bu noktada tıkanır gibi oldu. DEM Parti ise hem bu konuya yönelik hem de CHP’ye yönelik politikaları eleştirmeye balayınca tıkanmada su yüzüne resmen çıkmış oldu.
İşler böyle uzayıp giderken Bahçeli daha yüksekten konuşur oldu ve “Gerekirse yanıma üç arkadaşımı alır İmralı’ya ben giderim” demekten de çekinmedi. Bu da herkesi şaşırtmıştı ama görüldüğü gibi oynanan oyun da resmen bir poker oyununa benziyordu. Bahçeli bu çıkışıyla bir yerlere mesaj veriyordu vermesine de kendisi İmralı’ya gider miydi o tartışılır elbette. Nasıl ki Öcalan meclise gelsin konuşsun demesi konuşması sonucunu doğurmadıysa bu çıkış da öyle bir çıkıştı ama yine de bir yerlere verilen mesaj olduğu açıktı.
Eh bu çıkışları yorumlayanlar hemen “cumhur ittifakı” içinde bir çatlak aramaya koyulsalar da sanıldığı gibi böyle bir çatlak bir türlü yaşanmadığı gibi yapılan yorumların çoğunu da boşa çıkarıyordu. Yalnız unutulan bir şey kimi zaman sık sık da gözardı edildiği için kimsenin beklediği olmuyordu olamazdı da. Çünkü bu iktidar aslında bir çıkar ortaklığından ibaretti iki tarafta çıkarlarından olmak istemezdi.
Tahterevallinin bir ucunda AKP var diğer ucunda da MHP bulunuyor. Bir taraftan yana ağır basması demek aynı zamanda da iktidarın sürdürülemeyeceği anlamına geldiği için. Çıkar ortaklığında uzlaşılsa bile yine de her konuda bire bir uzlaştıkları söylenemez. Bir kez şunun altını çizelim. MHP’de AKP’de otoriter bir rejimden yana bunu tartışmıyoruz. Bu yüzden de her ikisinin de özgürlüklerin genişletilmesini isteyeceklerini akıldan bile geçirilmesi eşyanın doğasına aykırı. Peki, o zaman fark ne? Erdoğan daha çok bir aile hegemonyası olarak iktidarın sürdürülmesinde yarar umarken Bahçeli özgürlükler tamam genişlemesin, otoriter bir rejime de eyvallah ama devlet devlet gibi yönetilsin aile iktidarı olarak değil düşüncesinde olduğu için Bahçeli ile yol yürümek Erdoğan için riskleri olan bir şey. Bu yüzden de Erdoğan durumunun bozulacağı savıyla adımlarını ona göre atmak niyetinde ve bir şekilde MHP’den de kurtulmak istiyor.
Bunları tek tek ele aldığımızda bu ittifaka ömür biçmenin alemi yok. Eğer muhalefet bugünkü çıkmazından bir an kendisini kurtarmaz ve AKP’nin yaptırımlarıyla gedikler vermeye başlar ve kitlesel bir desteği alamazsa işler sanıldığından da kötü gidebilir. Dikkat edilirse Bahçeli’nin kimi konuşmaları hiç de CHP’ye yaklaşım içinde olduğunu göstermiyor. Dün akşam CHP’ye yönelik söyledikleri bizim düşüncemizi bayağı güçlendirmiş durumda. Bahçeli bir ortaya konuşuyorsa beş CHP’ye cepheden ateş eder halde. CHP için söylediklerine bakılırsa hele de belediyelere yönelik operasyonlar için Bahçeli bizim bildiğimiz Bahçeli o kadar. Elde ettiği olanakları yitirmemek için kırk takla atmaktan an olsun çekinmez.
Bu gerçekler ışığında söyleyeceğimiz son söz ise bu tür değerlendirmelerden uzak durarak kitleleri iktidara karşı örgütlü bir hele getirilerek hesabı tersine döndürmemiz gerektiğini de aklımızdan hiç çıkarmamalıyız hiç…
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
17 KASIM 2025
KOMÜNİSTLER NASIL DEVRİM YAPACAK?
Özellikle gerçek bir sosyalist partiden söz ediyorsak bu konunun altını iki maddelik bir politik tutumla dile getirebiliriz.
1. Gerçek bir sosyalist parti bütün burjuva ideolojilerinden bağımsız davranır öğretisi ise komünizmdir.
2. Yine gerçek sosyalist bir parti burjuva partilerinden tam anlamıyla bağımsız örgütlenir.
Konuyu açalım. Nasıl sistem partilerinin ideolojisi kapitalist ideolojiyse gerçek sosyalist partilerin de ideolojisi sosyalist ideolojidir. Deyim yerindeyse sosyalist bir parti amasız, fakatsız yığınlara propaganda yaparken hiçbir şekilde burjuva öğretisi olarak niteleyebileceğimiz görüşleri yığınlara şırınga etmeye kalkmaz, kalkamaz. Çünkü bu davranış muğlak bir zeminde bir partinin kendisini hangi nedene bağlarsa bağlasın kafa karıştırıcı olduğu kadar o partinin bir ayağının kapitalist öğretiyle zincirli olduğunu da gözardı edemeyiz.
Örgütsel bağımsızlığa gelince; gerçek sosyalistler asla bir sistem partisi içinde sosyalistliklerini sürdüremeyecekleri gibi parti de herhangi bir sistem partisi ile örgütsel anlamda birlikte de olamaz. Çünkü sosyalistler örgütsel varlıklarını bağımsız olarak sürdürmediklerinde ne yığınları doğru bir mücadele içinde hedefe yöneltebilirler ne de sınıf ve kitle partisi olabilmeleri olasıdır. Bir ayağı sistem partileri ile zincirli, bir ayakları da sanki sosyalist parti imiş gibi davrananlar kitle içinde asla güven yaratamadıkları için kitleler bir türlü böyle bir partiye güven duymazlar. Yığınlar salt bu kafa karıştırıcı tutumlar yüzünden özellikle de sosyal demokrat partilerle örgütsel bağımsızlığını korumayan bir parti için sayısız kimse sosyalist bir parti saflarında olmaktansa daha konformist bir sistem partisi içinde olmayı yeğledikleri gibi kendileri için de böyle bir partiyi koruyucu bir şemsiye olarak görmeleri daha kestirmeci bir yoldur.
Bu konuda kafa karıştırıcı konuyu ele alırsak şunları su yüzüne çıkartabiliriz.
Bilindiği gibi bizim gibi ülkelerde kapitalist sistem doğası gereği çok daha baskıcı ve sömürücüdür. Dahası dış tekelci güçlerle de işbirlikçi bir tekelci burjuvaziden söz ettiğimiz için çifte kavrulmuş olarak daha da sömürücü, sömürü çarkını sürdürebilmek için de daha otoriter, dinci, gerici ve faşist yöntemlere başvurmak durumundadır. Bu yüzdendir ki faşizme karşı demokrasiyi savunmak sık sık gündeme gelir. Faşizme karşı mücadelenin tarafları salt sosyalistlerden ibaret olmadığı için sosyalist olmayan fakat demokrasiden yana güçlerle de birlikte davranmanın olanağı vardır. Ve hatta bu kesimlerin içinde geniş bir yurtsever anlayış taşıyan yığınların da olduğu su götürmez bir gerçekliktir. İşte o zaman bu kesimlerle birlikte bir cephe ile mücadele edilebilir. Ancak hiçbir zaman bu kesimlerdeki muğlaklığı da gözardı etmemek gerekir ki bunu da hiç akıldan çıkarmamak gerekir.
Böyle durumlarda bütüncül olarak bazı kesimleri de düşman ilan eder ve karşımıza alırsak dar bir klik olarak kalmamız ve giderek sekterizme düşerek faşizme ve her türlü gericiliğe karşı mücadeleyi yitirebiliriz. Bu konuda uç bir tutumla bir tarafta tüm sistem partileri var diğer tarafta da biz varız dersek sadece kendimizle Başbaşa kalırız ki mücadeleyi başarıya ulaştıramayabiliriz.
Hiç unutmayalım İspanya iç savaşında Franko faşizmine karşı savaşan sadece komünistler yoktu. Cumhuriyetçiler, küçük burjuva örgütlülükleri ve hatta anarşistler de vardı. Ancak bu birlikteliğin hiçbir zaman çok kolay olacağını da söylüyor değiliz. İspanya iç savaşında savaşımın yitirilmesine sebeplerden birisi de hiç kuşku yok ki anarşistler olmuştur.
Bugün ülkemizde kafa karmaşası sanıldığından daha fazladır. Bu konuya kısaca da olsa yukarıda özet olarak değinilmiştir. İçinde bulunduğumuz durumun hesabını doğru dürüst yapmaksızın sekter bir tutum takınarak davranırsak işte o zaman ideolojik ve örgütsel bağımsızlığın ne anlama geldiği konusunu da yeterince içselleştirmemiş oluruz ki bu komünist tarafta dar bir grup olarak kalmamızın dışında bize kazandıracağı bir şey de yoktur.
Konu devrim olunca bu da bol bol ahkâm keserek gerçekleştirilecek bir şey değildir. Hele bazıları gibi iki aşamalı devrim anlayışı ile hedefe varılacağı düşüncesiyle yola çıkılırsa ki bazıları tam olarak böyle söylüyor, bazıları söylemese de savunduğu özet olarak budur. Bu yüzden iki aşamalı devrim düşüncesini geride bırakarak kendimize ayağı yer basan bir strateji belirlemeliyiz ki yürüttüğümüz mücadelede başarılı olalım. Yoksa devrim yapmaktan söz ederek ne devrim olur ne de yığınların desteğini almadan sonuç alabiliriz. Sonuçta sınıftan deklase olmuş dar bir grup olarak kalınsa bile komünist olmanın gereği de yerine getirilmemiş olarak perde sömürücülerin ve gericilerin çıkarına kapanır o kadar…
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
15 KASIM 2025
İBB İDDİANAMESİ
Herkes konuşuyor, herkes düşünce belirtiyor. Sözüm emek verip okuyanlara değil okumadan düşünce ileri sürenleredir. Oysa açık açık konuşsak ne yitiririz ki? Hem bunca sayfadan ibaret bir iddianamenin içeriği hakkında nasıl olur da bu kadar rahat konuşuruz. Bu iddianameyi yapay zekanın önüne koysanız o bile pek çok konu arasında bağlantı kurmayı inanın ki beceremez.
Haydi, diyelim ki bu sağcı ve gerici sözüm ona gazetecilerin önüne günü gününe bilgiler servis edildiği için onlar yazıp çiziyorlar. Daha da önemlisi onlar için hukukmuş, kanıtmış bir önemi yok ki. Yok, çünkü bunlar için çamur at izi kalsın hesabı yeter de artar bile. İşte bu yüzden o kesimi işin dışında tutarak ilerlemeliyiz konu ile ilgili olarak.
Doğal olarak sözüm konu ile doğrudan ilintili avukatlara ve bu konuda kamuoyunu bilgilendirecek olan siyasetçileredir. Diyorum ki bir ekip oluşturulsun. İddianame bölümlere ayırılsın, konu ile ilgili olanlar derslerini öyle bir çalışsınlar ki hem kamuoyuna verdikleri bilgi oturaklı olsun hem de savunma makamı okkalı bir savunma yaparak kurulan tüm tuzakları boşa çıkarsın.
Ancak konuya bu açıdan bakılmıyor ve elde kala kala bir Halk TV kalmış orada da programa çıkanlar hemen hepimizin bildiklerini dillendirerek sözde görevlerini yerine getirmiş mi oluyorlar. Elbette onca sayfa çokluğuna karşın gecesini gündüzüne katıp dersini çalışanlara bir sözüm yoktur olamaz da. Ama herkesin bildiği şeyleri yineleyen pek çok kişi aynı şeyleri söyleyip durdukları için bizi deyim yerindeyse canımızdan bezdiriyorlar. Konuya bu şekilde yaklaşım sürer giderse eğer ortaya şu çıkar. AKP ve saray iktidarının bugün giriştiği bu operasyonun ne siyasiliği anlaşılır ne de hukuki yönden suç isnat edilenlerin hukuki olarak suçsuzlukları kanıtlanabilir.
Ancak dosyadan yansıdığı kadarıyla bu iddianameyi hazırlayanların hiç ama hiç hukuki yanını gözetmedikleri de gün gibi su yüzüne çıkmaktadır. Hani kendimizi öznellikten uzak tutup nesnel olarak konuya bakan birisi yerine koysak bu iddianame için ancak ve ancak birilerine had bildirme ve ferman okuma bildirgesinden ibaret olduğunu düşünmekten kendimizi alamayız. Öyle düşünmüyorum elbette de diyelim ki iddia edildiği gibi kimi yolsuzluklar olduğu söz konusu bile olsa bu yaklaşımla kimsenin ama kimsenin suç işlendiği kanaatine varmasını sağlayamazsınız. Çünkü iddianame hazırlanırken ne hukukun nesnelliği gözetilmiş ne de vicdan muhasebesi yapılmış. Sanki birisinin işi bitirilecek denmiş bir yerlerden dolayısı ile de iddianame bu kusurla hazırlanmış.
Bu gün konuştuğumuz konuların başında su sözlerin suçlamaya kanıtmış gibi sunulması nasıl bir şeydir acaba? “Hatırladığım kadarıyla”, “Bilmiyorum”, “-mış, miş, -muş”, “Duydum”, “Olabilir”, “Düşünüyorum”, “Düşünmekteyim”, “Muhtemelen”, “Duymuştum”, “Hissettim.” Hani derler ki “al sana bir kaya neren dayarsan daya” hiç böyle muğlak yapıtaşlarıyla örülmüş bir bina ayakta sağlam kalabilir mi? Belli ki birileri durumdan vazife çıkarmış olmalı ki böyle bir hukuk dışılığa imza atmış.
İstenen cezalara bakıyorsunuz astronomik. Kanıtlara bakıyorsunuz temelsiz. Ancak ortada öyle bir suç çetesi var ki öyle böyle değil. Hem gelecekte siyasi amaçlarının önünü açmak istiyorlar hem de bu yönde açıkça ortada olan bir örgüt peydahlamışlar. Buna gülüp geçmeyen olur mu bilmem ama bu girişim resmen bir bumerang. Bumerang da sonuçta gelip atanı vuruyor. Öyle bir vurgundan söz ediliyor ki İBB’nin bütçesini bile katlamış durumda.
Bu dosyanın dışarı yansıyan bölümleri herkes tarafından konuşulup yazılıp çiziliyor. İktidar yanlıları daha gözaltı öncesinden başlayarak bugün dosyada yazılanları söylemişler bile. Yani bir bakıma operasyonun hazırlayıcısı gibi davranıp kamuoyu oluşturma girişiminde bulunmuşlar. Yine iktidarın çıkardığı yasalara çarpan yalan haber yayma suçu işlemişler. Ne yazık ki aynı tutum ve davranış kanıtsız, isnatsız bir dosya hazırlanılarak da devam ettirilmiş. Bunun için Meşeler, Ladinler, Çınarlar … en son olarak da kervana İlkeler katılmış.
Rant politikaları peşinden gidenlere karşı bugünkü CHP’li Belediye Başkanlarının çoğunun söyledikleri sözler aklımızda. Kısaca bu belediye başkanları onlar İstanbul’un taşını toprağını rant olarak görürken biz vatan toprağı olarak görüyoruz dediklerinde zaten olacaklar olmuştu. Ki rantçılar bu yüzden harekete geçtiler ve tutuklamalar da bunun üzerine gerçekleşti.
Eh arkadaş insanlar Kent uzlaşısından yakayı kurtardılar mı bu kez de başka bir suçlama ile karşı karşıya bırakılıyorlar. Neymiş efendim, bir suç örgütü kurulmuş, birçok kişi de bu suç örgütünün içinde yer almış. İnsanların onuruyla oynansa oynansa bu kadar oynanır. Dün suçlama kent uzlaşması üzerinden yapılıyordu bugün rüzgâr başka taraftan esmeye başlamış döndürülmüş suç örgütü üyesi ve yöneticisi olmaya. Bunlar da yetmemiş al sana “casusluk” davası. Ekrem İmamoğlu casus, Necati Özkan casus, TELE1’den Merdan Yanardağ’da casus…
Ne iyi yahu! Siz ne yaptığınızın ve nasıl davrandığınızın ayırdında mısınız?
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
26.07.2025
CİNAYET BÖYLE İŞLENİR
Beylikdüzü Belediye Başkanı Mehmet Murat Çalık’ın haksız yere tutuklanması bir yana üstüne üstlük bir de yaşamını tehdit eden bir hastalıkla mücadele ediyor olması ayrı bir garabet… Bu gerçeklere karşın karşılaştığı yaptırımlar aklın havsalanın alacağı şeyler değil. Bir yandan yargının her anlamda bağımsızlığını yitirmiş olması sonucu herkesin üstünde yargı sopası bir tehdide dönüşmüş durumda. Tutuklananları salt eziyet aileleri perperişan olsun diye bulunduğu şehirden başka cezaevlerine nakilleri yapılabiliyor. Oysa sözü geçen insanlar İstanbul’da yargılanıyor. Bu durumda olanlar sadece Mehmet Murat Çalık değil daha başkaları da var. Öyle bir iktidar düşünün ki bu işi yurttaşlardan öç almaya dönüştürmüş.
Mehmet Murat Çalık ta İzmir’e gönderilmiş. Üstelik kanserle mücadele ettiği için zor günler yaşıyor ve içeri alındığı günden bu yana 25 kilo kaybetmiş. Hastanede yapılan tetkikleri tehlike sınırları 4-5 çıktığı halde Adli tıpta 3-4 gösterilmiş. Söylenene bakılırsa Adli Tıp gerçeği değiştirmiş görünüyor. Bu da demektir ki kişi bir anlamda göz göre göre ölüme terk edilmiş oluyor. AKP ve saray iktidarı biliyoruz ki yargıyı işlevsiz hale getirdi. Bu işlevsizliğe şimdi tıp dünyası da eklenmiş görünüyor ki yazık çok yazık. Bizler sağlık alanında çalışan kimseler olduğumuz için geçmişte bu tür bir hasta söz konusu olduğunda kimse ne hastanelere ne de bu alanda sorumlu doktorlara etki edebilirdi. Gerçek neyse sorumlular da kimsenin konumuna bakmaz öyle rapor verirlerdi. AKP ve saray iktidarı tam tersine tıp alanına da el atmış ve herkesin kimliğine, politik görüşlerine göre karar alınsın istiyor. İnsan böylesine acı bir olayı yaşayınca hem hastanın kendisi, hem annesi, eşi, çoluğu çocuğu için büyük bir endişeye kapılıyor ve ister istemez derin bir vicdani sorgulama yaşıyorsunuz ki akıl alacak gibi değil…
Bu acıyı bir sağlıkçı olarak öyle yakından biliyoruz ki olup bitenleri ne öç alma duygusuyla hareket eden iktidar yetkililerinin durumunu ne de görevini hakkıyla yapmayan doktorları bu yüzden anlamamız ve olup bitenleri sineye çekmemiz olası. Bizler duruma bakıp yasa şunu demiş, ya da bunu demiş diye bakmıyoruz. Çünkü ülkemizde hukukun olmadığı o kadar belli ki bu adımları bile bile atanlara niye hukuktan dem vurup bu yönde eleştiriler yapalım ki? Diyelim yaptık bizim eleştirilerimiz bugüne kadar neyi değiştirdi ki Çalık’ın durumunu değiştirsin. Daha önce kaç kişi ölümcül hasatlıklara yakalanıp canından olmadı mı? Hukuk niye vardır? Devlet de dahil güçlünün yanında güçsüzün yaşam hakkını savunmuyorsa orada kim eşit yurttaşlık hakkından söz edebilir? Bu durum da hukukmuş, adalet sorunuymuş niye kem küm edip duralım? Açıkça olup bitenlerin adını koyarsak hiç değil nasıl bir yol izlenmesi gerekir o yönde karar kılar ve sorunların üstüne yürürüz ki saha iyi sonuç alacağımız kesindir.
Bildiğiniz gibi Adıyaman Belediye Başkanı sahi niye ev hapsi cezası ile bırakıldı. Sonra nasıl oldu da görevinden alındı? Şimdi ev hapsi de kaldırıldığına göre geri görevine iade edilecek mi? Edilmeyecekse bu keyfiliğe kim ne diye katlanıp sineye çekecek?
Çalık’ın yaşamını tehdit eden bir rahatsızlığı varmış iktidarın taktığı mı var? Ya da bu işle ilgili Hastaneler ve Adli Tıp niye görevini doğru dürüst yapıp toplumu bilgilendireceği yerde kırk dereden su getirerek M. Murat Çalık’ın hayatını hiçe sayar bir davranışa ortak oluyor? Bizler aynı olayları daha önce de Ergenekon davalarında yaşamadık mı? Hulusi Okkır nasıl ölüme terkedildi bilmiyor muyuz?
Biz bu iktidara bazılarının seslendiği gibi vicdan yapmaları için “yazıktır, günahtır” diye de seslenmeyeceğiz. Çünkü yaşananlar o denli açıktır ki bu gerçekler ışığında bunlardan ancak hesap sorulur. Ya da iktidardan çekip gitmeleri için demokratik bütün yollar sonuna kadar kararlı bir şekilde denenir ve bunların kötülüklerinin önüne ancak öyle geçilebilir.
Başka bir yol beklemektir ki o da bir söz var biraz değiştirerek söylemek istiyorum.
Sabreden derviş muradına ermeden bilmem ney ney dey derler…
Not bir sonraki yazımızı da Önceki İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer için yazacağız…
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
21.07.2025
ERDOĞAN KKTC’Yİ TANIMA ÇAĞRISI YAPMIŞ…
Değerli dostlar AKP ve saray iktidarı Türkiye’yi ne hale getirmişse KKTC’yi de kendisine benzetmek istedi ve bu yönde hem oradaki seçimlere karıştı, hem de kendisinin paraleli bir iktidarı iş başına getirmek için her yola başvurdu.
Sonuçta KKTC’de de tıpkı ülkemizin benzeri değişimler yaşandı. KKTC’yi özgün ve yaşanır bir yer olmaktan çıkarmak için AKP ve saray iktidarı öncelikli olarak burada tarikat, cemaat ve dini vakıf ve benzeri paralel yapılar oluşturdu. Bu yapılar her ne kadar Kıbrıs’ın yerli halkı arasında taraf bulmadıysa da Türkiye’den oraya yerleşmiş olanlar arasında taraftar buldu ve KKTC’de ilk çatışmalar olmasa da ciddi çatışmalar yaşam biçimi üzerinden yaşama geçirilmiş oldu.
Sonra bu bölge 1974 Kıbrıs harekâtından da önce turistik bir yer olduğu için ipini koparan oralarda oteller satın alıp kumarhaneler kurmaya başladılar. Bu tatlı ortamdan pay almak isteyen uyuşturucu baronları da buraya damlamakta gecikmediler. İşin içinde kokuşma ve çürüme olunca da arkasından her türlü ahlaksızlığın da yaşam bulacağını unutmamak gerekir. Bir de üstüne üstlük burasını beyaz kadın ticaretinin hayli revaçta olduğu bir yer haline getirilmekte de gecikilmedi.
Her ne kadar Kıbrıs’ın yerlileri bu duruma karşı çıktılarsa da Türkiye’nin ve Türkiye’ye paralel orada oluşturulan iktidarların baskılarını aşamadıkları gibi giderek KKTC’de yaşam daha da bir çekilmez hal aldı. İşin tuhaf tarafına bakın ki Kıbrıs’ta geçmişte yaşananlar unutuldu ve Türkiye’deki sağ ve dinci iktidarların attıkları adımların bir benzeri de Kıbrıs’ta atıldı.
KKTC’de toprak satımı vb. yağmalamalar kısa sürede arşı âlâya çıktı. Toprak alanların başında da ne gariptir ki İsrailliler başı çeker oldular. Hatta öyle ki bugün KKTC’de bir liman bile İsrailli bir şirkete aittir. Yani özetle söylemek gerekirse 12 Eylül 1980’den bu yana sağ iktidarlar eliyle KKTC resmen çürütülüp bugünkü hale getirildi. Konu ile ilgili sağ iktidarlar yine de milliyetçilik yapmayı kimselere bırakmadılar ama KKTC’yi de diyebilirim ki belini doğrultamaz hale getirdiler.
Gerçi sağ iktidarların ülkeymiş, ülke topraklarıymış, çıkarlarımızmış tarihin hiçbir döneminde derdi bile olmadı fakat eleştiririz başka ancak sağ iktidarların kimi attıkları adımlara Rauf Denktaş karşı çıktığı için onun bile Türkiye’ye gelişi bugünkü iktidar tarafından yasaklandı.
Hiçbir zaman unutmayalım AKP’ye yakınlığı ile bilinen sözde diplomat özünde bir soyguncu tarafından bile KKTC toprakları kirletildi. Adı geçen kişi KKTC’de şirket kurup Londra’da kurdukları şirket aracılığı ile para transferinden tutun da meşru olmayan pek çok şeye imza attılar. Ayrıca iktidar çevresinde oluşan kimi mafya bozuntuları da oyunlarını bu güzelim adada sergileyerek olmadık işlere imza attılar. Son Halil Falyalı olayı bile başlı başını bir çetrefelliye işaret etmektedir ki gelecekte bu konuların tümü araştırılıp su yüzüne çıkarılmalı ve kimin parmağı varsa onlardan yapıp ettiklerinin hesabı mutlaka sorulmalıdır.
Bu konuda KKTC’li bir kadın milletvekilinin konuşmaları hâlâ kulaklarımızda çınlamakta olup bu Kadın Milletvekili karanlık güçlerce tehdit bile edilmiştir.
Kıbrıs Harekâtının yıldönümü nedeniyle Erdoğan KKTC’deydi. Orada yaptığı konuşmada öylesine söylenmiş küçücük bir alt yapısı olmayan bir konuşma yaptı ve KKTC’nin dünyaca tanınması gerektiğini söyledi. Peki, KKTC’nin tanınmasının maddi temeli var mı? Yoksa niye yok kafa yordunuz mu?
Her şeyden önce yukarıda üzerinde durduğumuz konular dikkate alındığında kim takar da KKTC’yi tanımak için adım atar. Ya da şöyle diyelim acaba KKTC’yi tanımaya hazır bir tane bile Müslüman ülke gösterebilir misiniz? Haydi, bunları geçtik gece, gündüz Türki Cumhuriyetler diye yırtındığımız devletlerin içinde tanıma konusunda adım atacak hiç kimse var mı? Ne yazık ki o da yok? Azerbaycan için ağızlarını açanlar bir kağnı söz ediyorlar, onların böyle bir niyeti var mı? Ne gezer Azerbaycanlılar bizden daha çok İsrail’e yakınlar niyeyse?
Fiyasko AKP ve saray iktidarının işbaşında olduğu ülkemizin istemlerini kim ya da kimler niye dikkate alsınlar ki? İsteğe kendileri bile inanmayan bu sesleniş kimi ve niye etkileyecek ki? Yoksa biz Amerika mıyız da ekonomik gücümüzle ne bileyim askeri ve de siyasi etkimizle kimleri etkileyebiliriz ki kim bu çağrıya niye kulak assın değil mi?
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
18.07.2025
KENDİLERİNİ KANDIRANLAR
HALKI DA KANDIRIYOR
Ülkemizde saray rejimi ne demokrasi bıraktı ne de hukuk. Doğal olarak hukuk olmayan bir ülkede yargı da iyi yargıçların ya da savcıların var olduğunu sık sık dile getirip durmanın da bize göre gerçekten tadı kaçtı. İktidar çevrelerinde milletvekilleri ya da sıradan iktidarı tutan kimseler öylesine ihanet içindeler ki bu ülkenin kuruluş değerleri ve kurucuları ile ilgili sarf ettikleri sözlerden haklarında ne fezleke hazırlanabiliyor ne de bu türlerin hakkında savcıların bir dava açtığına tanıklık ettik, ediyoruz.
Salt maddi temeli olmayan bu yaklaşım yüzünden bile az buçuk da olsa insanlar yargının işlediği yolunda zaaf yaratıcı bir yalan insanlarımızı denize düşen yılana sarılır hesabından onca olumsuzluklara karşın adalet beklemekten kendilerini alamıyorlar. Oysa suçsuz yere yüzlerce insan bir gecede tutuklanıp, karakollarda, emniyet müdürlüklerinde, Savcı önünde, mahkeme kapısında resmen işkence yaşıyorlar. Tutuklanıp içeri gönderildikten sonra bile bu eza cefanın bitmediğini görüyorsunuz. Tutuklanan kimseler aile ve yakınlarının yakınında kalmaları gerekirken bahaneye bile gerek duyulmaksızın her biri bir dağa yollanıp kendilerinden ve yakınlarından adeta öç alınıyor.
Bütün bunlar yaşanırken kalkılıp yine de yargımızda görevini hakkıyla yapan savcıların ve de yargıçların olmasını yazmak ve televizyon ekranlarında yineleyip durmak kimin işine yarıyor acaba? Hoş öylelerinin bulunmasına bir sözümüz yok da kim bazı konuları üstüne vazife sayıyor da harekete geçip “Durun bakalım biz Cumhuriyet’in Savcısıyız” diyebiliyor? Ya da yargıçlardan dişe dokunur bugüne kadar bir karşı koyuş mu gördük ki de bizler kendi kendimize gelin güvey oluyoruz? Ya da sözümüzü biraz daha yumuşatarak bu ve buna benzer sözler söylemek hangi umudu ateşliyor ki böyle konuşulup yazılıyor?
Değerli arkadaşlar bizler bugüne kadar Sıkıyönetim Mahkemelerinde ve Devlet Güvenlik Mahkemelerinde yargılanmış insanlarız. Orada bile böyle bir hukuk garabetine rastlamadık ama şu an hiçbir hukuk kuralını takmayan, kafasına nasıl eserse öyle yargılamada bulunup karar verenlerin işi cinayete vardıracak denli düşmanca bir davranış içinde davranıyor olmalarını bile yeterince anlayamıyorsak bizim ettiğimiz bir kağnı lafın ne hükmü olabilir ki?
Beylikdüzü Belediye Başkanı Murat Çalık’a uygulananları kimin aklı alıyor acaba? Bugüne kadar daha pek çok örnek var da yargı içinden birileri bir şeyleri göze aldı da bir tavır mı koydu da sizler saf saf bize orada burada kalmış vicdanlı yargıçlardan ya da savcılardan söz ediyorsunuz? Herkes bana değmeyen yılan bin yaşasın hesabındayken kamuoyunda yaratılan bu çirkinliği sizlerin iyi niyet sözleri ya da yazılarınız mı düzeltecek de bir türlü huyunuzdan vazgeçmiyorsunuz? İki de bir aynı sözleri temcit pilavı gibi getirip getirip önümüze koyuyorsunuz? Hem bu örnek salt Çalık’la da sınırlı değil böyle binlercesi var.
Değerli arkadaşlar; CHP’li Belediye Başkanlarına, belediyede çalışan bürokratlara ve çalışanlarına yargının gösterdiği düşmanca tutumunun hiç kabul edilir yanı var mı? İşin içinde iktidar baskısı olmasa bu denli hukuk dışına çıkılıp nasıl kararlar verilir? İnsanlar kanıtsız, suçlamalarla bir takım iftiracıların sözlerine bakılarak toplanır da aylarca içeride nasıl tutulur? Ha bir de yargı eliyle itirafçı olmaya zorlanan kimseler var ki bu yaklaşımı biz hiçbir yere koyamazken kimi yargı görevlileri nasıl olurda bu yönde zorlamalarda bulunabilirler? Bu durumda ister politikacı, ister sendikacı, gazeteci, öğrenci ya da yurttaşlar nasıl olacak da kendilerini savunabilecekler? Savunabilecekler diyorum çünkü ortada kimliksiz bir itirafçının mesnetsiz suçlamaları ile suçlu gösterilen kişi kanıt değerlendirmesinden bile uzak kimseler karşısında kendilerini savunsalar ne olacak savunmasalar ne? Bir ülkede yargı nasıl olurda bu duruma düşürülür ve o ülkede bizler hukuktan söz edebiliriz?
Yine ünlü politikacı ya da ne bileyim tanınmış kimselerin dışarıya yansıyan seslerini işitiyoruz. Onlardan her gün haber alıp bir şekilde tepki koyuyor mitinglere katılıp protesto ediyoruz ama ya sesleri duyulmayanların hakları ne olacak? Bugüne kadar unutulup giden öyle çok insanımız var ki onların hakkı hukukunu da devlet ya da hukuk sahiplenip savunması gerekmiyor mu? Güvenmek istiyoruz diye çoğu kızakta yargıç ve savcılarla ilgili sözler söylense ne olacak söylenmese ne? Şu anda sözünü ettiğimiz hukuksuzluklar hiçbir engele takılmadan uygulanabiliyorsa boş konuşup boş şeyler yazıyorsunuz benim kızgınlığım da işte buradan geliyor size.
Bizler ölümlere sebep olmuş kaç insan biliyoruz. Kaç insan biliyoruz haklarını ararlarken kendilerini yargı önünde bulmuşlar Çorlu Tren kazası mı dersiniz? Soma Davası mı, Amasra kömür ocağında yaşanan 42 ölümlü iş cinayeti mi, deprem bölgelerinde yakınlarını yitirenlerin davaları mı yahu daha dün oldu Bolu’daki Otel yangınında kim hesap veriyor? İşin içinde Kültür ve turizm Bakanı olduğu halde kimse oralara dokunamıyor bile ama bir itfaiye erinin tutuklanmasına karar verilebiliyor. Anne ve babalar ve de yangında yaşamını yitiren yurttaşlarımızın yakınları mahkeme önünde niye çırpınıp duruyorlar dersiniz? Çünkü işin içinde yandaşlar var. Yandaşların kılına dokunulması var. O yüzden de yargı iktidarın ablukası altında…
Eskiden ilk derece mahkemelerinde hakkı çiğnenen biri, silsile yolu ile hak arayabiliyordu. Şimdi durum ne hale getirildi biliyor musunuz? İktidar kademe kademe her yeri ele geçirdi. AYM’den belki bir umut yurttaş karar lehimize çıkar diye düşünüyordu onu bile bu iktidar AYM’nin kararlarını hiçe sayarak sakatladı. Olmadı AYM’nin atamalar yolu ile ele geçirilmesini sağladı.
Bakın bir de CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in konuşmalarından öğreniyoruz ki bir savcının masasında “Beyaz Toros” maketi varmış. Şimdi size soruyorum sizler bu beyaz Toros’u bir araba tutkunluğu olarak mı görüyorsunuz yoksa bir zamanlar beyaz Toroslarla kaçırılıp bir daha da evlerine dönemeyenler mi aklınıza geliyor?
Bilmiyorum ama arkadaşlar tam da tavrınız Alman faşizmi için konuşan papazın sözlerine benziyor sözleriniz. Kendiniz de bir de bakmışsınız ki sıra size gelmiş ama kimse çevrenizde yok…
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
17.07.2025
AKP HANEDANLIĞI ÇÖKECEKTİR
İnsan rüyasında görse hayra yormaz. 1 Ekim’de Bahçeli Dem Parti sıralarına doğru paytak paytak yürüdü. Oradakilere gülücükler attı. Tokalaştı Arkasından da devamı geldi. 27 Şubat 2025 tarihinde Öcalan örgütüne fesih çağrısı yaparak süreç ilerletildi. 11 Temmuz günü silahların bırakılacağı umudunu yükselten bir törenle 15’i kadın, 15’i erkek PKK’lı içe dokunan bir havada gelip silahlarını yakıp geldikleri gibi gerisin geri aynı yoldan gittiler.
Şimdi herkes olası gelişmeleri beklerken en çok da süreç içinde DEM Parti’de cumhur ittifakı ile arasında ne gibi değişiklikler yaşanacağıydı. Çünkü bu olup bitenlerin arkasından gündeme gelen Anayasa’nın değiştirilmesi söz konusuydu. CHP’ye ve muhalif herkese iktidarın zulm olarak ifade edebileceğimiz yaptırımları söz konusuydu. Özetle iktidarın Cumhuriyet’i bırakıp dinci gerici ümmetçi devlet düzenini kurması da söz konusuydu ki bu çıkılan yol nereye kadar devam eder doğrusu yani özetlersek DEM parti böyle bir durumda nasıl bir pozisyon alırdı, alabilirdi düşüncesi merak ediliyordu.
Erdoğan Kızılcahamam’da partisinin düzenlediği toplantıda bayağı ilginç sözler etmişti. O’na göre AKP, MHP, DEM Parti artık yol arkadaşıydı. Bu düşünceye ek olarak bir de Türkiye’de Türk, Kürt, Arap birlikteliği ile bir devlet anlayışından söz ediliyordu ki içine ümmet sosunun da boca edilmesi unutulmamış, karşı çıkılacağı düşünüldüğü için de anında karşı yanıtının söylendiği görüldü. “NE YANİ NİYE ÜMMET ANLAYIŞINDAN GOCUNUYOSUNUZ denilerek…
Süreç bu üç yapı tarafından pişirilip meclise getirilecek, komisyonlar kurulup iş kotarılacak. Eh bunları yaparken de üç tarafın ağzına bir parmak bal çalınmadan yapılamazdı o da yapıldı. Söze Malazgirt’ten girildi, Abbasilerin parlak uygarlık döneminin de bu üç halk tarafından inşa edildiğini söyleyerek Çanakkale, Kurtuluş Savaşı. Gerçi kullanılan sözcüklerin tarihi bir değerinin olup olmadığı tartışılırdı ama varsın olsun az biraz ajitasyonun kimseye zararı olmazdı. Bildiğiniz gibi Selahattin Eyyubi Kürt’tü ve Haçlı seferlerinde rolü büyüktü. Verilen mesajın coğrafi alanının genişliği kadar hayal hanesi de bir hayli genişti. Hayal bu ya kim tutabilir ki Şam’dan başlayan, Halep’i içine alan, Erbil ve Süleymaniye’den Kerkük, Musul ve Diyarbakır’a kadar, Hatay koy yanına Ankara’yı oradan uzan İstanbul’a bu üç hatırı sayılır uygarlığın ortak şehriydi.
Kafa Osmanlı kafası olduğu kadar sınırların genişletilmesi anlayışını da içerdiği için bir anlamda emperyal bir duruşu “Yeni Osmanlıcı” safsatasıyla gündeme taşımaktı ki böyle bir durumda Türkiye’nin sınırlarının genişlemesi sözlerini hem de bu sözün maddileşmesini o bildiğimiz güçler asla izin vermezlerdi ama varsın macera olsun iktidar yolunda her şey mübah anlayışına sarılınıyordu ki bu Türkiye için bir tehlike demekti aslında. Cumhuriyet’i de aynı ortaklar tarafından kurduk sözü çıkarılmıştı ama Kudüs İttifakı, Abbasilerin şaşalı kibir dönemi bile atlanmamıştı.
Dikkat buyurun, 1923 Cumhuriyet konusu gündeme gelince Kürtlerden de dincilerden de öyle itirazlar yükseliyor ki bu da Erdoğan’ın kafasındaki dinci devlet anlayışı ve ümmetçi kapıyı aralamasına maddi zemin teşkil ediyor gibi görünüyor.
Sözün özün Erdoğan elindeki en zayıf kartlarla blöf çeke çeke ilerleyeceğini bir süreliğine de olsa iktidarının ömrünü uzatacağını düşünüyor. Bu yüzden mevcut ittifaklar ona yetmiyor, yeni yakaladığı fırsatı elinden tutmanın hesabını yapıyor. Dolayısı ile CHP karşısında işe yaramaz hale gelen cumhur ittifakına taze kan arıyor olmalı. Olmalı da DEM Parti bu zokayı yutar mı işte orası meçhul.
Eh tabi bu yeni durum devlet içinde bir grup tarafından iktidarın önüne yutulacak hap gibi hazırlanıp konuldu ki işin içinde ABD’den İsrail’e kadar pek çok aktör var. Muhalefet partileri de keçi dağda kılı sırtında politik bir görünüm çiziyor ki kim muhalefet partilerini bir araya getirecek özellikle Kürt sorununda bir ortak yaklaşım yok. Bunlar MHP’den boşalan yerleri doldurma hevesindeler ki bu da silahların bırakılması konusunda yaklaşımları eski MHP’nin yerini almış oldukları için bir anlam ifade etmiyorlar. Erdoğan bunun farkında elbette. Bu görünüşe güveniyor fakat yine de CHP gerçeğini aşmasının izlediği faşizan politikalar ve CHP’li belediyelere çekilen operasyonlar nedeniyle olanaksız gibi…
Doğal olarak DEM Parti içinden kimi açıklamalar cumhur ittifakına karşı kimi adımların gevşetileceği yolunda bir görünüm sergilese de bu konu ile ilgili Pervin Buldan’ın “Bu ittifak süreç ittifakıdır” demesi gerekse de Tülay Hatimoğulları’nın “Üçlü ittifak yoktur” sözlerini unutmamak gerekir.
Yukarıda belirttiğimiz görüşlerin ışığında genel bir özetleme yaparsak Kürtler ne kendilerini temsil eden partilerinin tutumlarıyla ne de partilerine karşın bütünlüklü olarak cumhur ittifakının çıkarlarına uygun hareket etmeyeceklerdir. Çünkü dibine kadar ekonomik bir yoksulluğun içinde kıvrandıkları gibi demokratik istemlerinden de vazgeçmek gibi bir eğilim Kürt seçmenlerinde yoktur. Ancak bu konu duyarlı bir konu olduğu için gösterilmesi gereken tutumlarda duygusal kopuşu körükleyecek olan konularda bir kopuşa neden olacak dil kullanmaktan da özenle kaçınılmalıdır. Yoksa Erdoğan’ın planı kazançlı çıkabilir.
CHP’yi koşullar birinci parti konumuna yükseltmiş durumdadır. Dolayısı ile iktidara en yakın partidir. Şu da bir gerçektir ki demokratik konularda Kürt sorununda CHP, AKP’den çok ileri bir görüşlere sahiptir. CHP’ye karşı iktidarın uyguladığı politikalar göreceksiniz CHP’de önemli bir hasar yaşanmaz ise eğer AKP’nin giriştiği her türlü oyun durumu değiştirmeyecektir. Sosyalist solun da giderek güçlenmesiyle Kürt emekçilerine verilen mesajlar yerini bulmakta gecikmeyecek her koşulda AKP hanedanlığı çökecektir.
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
16.07.2025
KİMSEYE TERCİH SİZİN DEMEYİZ!
Sosyalizm mücadelesinin yükseldiği dönemlerde Sosyalist Sistem mücadele edenlerin diyebiliriz ki Kutup Yıldızıydı. Doğal olarak bu durum dünyanın her yerinde devrimcilerin ya zaferiyle sonuçlanıyordu ya da sel gibi büyüyen sosyalizme sempati ile bakılırken emperyalist/kapitalist sisteme karşı büyük bir kinle bakılması sonucunu doğuran politik sıçramalar yaşanıyordu. Kamboçya’dan Laos’a oradan Afrika ve Güney Amerika ülkelerine kadar yaygın devrimci mücadeleler boy atıp gelişmekteydi.
Emperyalist dünyanın gelişen sosyalizm mücadelesinin durdurulmasında büyük zorluğunun olduğunu biliyoruz. Çünkü sol ve sosyalist yapılar diyebiliriz ki emperyalist/kapitalist sisteme karşı aşılıydılar. Emperyalist müdahaleye karşı destansı bir direniş sergileyebiliyorlar. Emperyalist kamp daha ileri gittiğinde de devrimcilerin yanında Sovyet desteği söz konusuydu.
Ancak devrimci gelişmeleri Çin, destekleyeceği yerde Sovyetlere karşı kendisini rakip olarak konumlandırdığı için ya dünyanın dört bir yanında devrimci örgütlülükleri bölüp parçalama yoluna gitti ya da bunu başaramadığı yerlerde kendi ideolojik ve örgütsel çizgisine uygun örgütlenmeler oluşturdu. Bu çok önemli bir yarılmaydı. Çünkü Çin yanlısı örgütler işi gücü bırakmışlar karşı devrimci güçlerin yanında kendilerini konumlandırmışlardı. Bütün bu zorluklara karşın yine de sosyalistlerin başarılarının önünün kesilmesi mümkün olamadı.
İşte bu yüzden CİA’nın denetiminde yepyeni bir çalışma gündeme sokuldu. Sosyalistlerin sınıf nitelikli propagandalarına karşı ‘İnsan Hakları’ üzerinden bir çalışma ortalığı kasıp kavurmaya başladı. Bu da tek başına yeterli gelmedi yine Amerika’da ‘kimlik’ politikası bir kama gibi sınıf mücadelesini başat olarak gören devrimcilerin mücadelesini zaafa uğratmak için çaplı bir çalışma yapıldı.
Artık çalışma daha da büyütülmesi gereken bir çalışmaydı büyütüldü de. Bu konuda P. Huntington’ın“Medeniyetler Çatışması” tezi ve bir diğer sözde düşünür Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” makalesi irdelenmiştir. Huntington, modern çağ savaşlarının ekonomik ve dinsel temelli değil, medeniyet farklılığı sebebiyle gerçekleşeceği hipotezini savunmakta ve çıkarımı, milletlerin medeniyet farklılıkları ve birbirinden uzak düşünce yapılarının bir mücadeleye dönüşeceği şeklindedir. Ki bu tespitlerle beraber sınıf mücadelesi kavramının üzerine de kalın bir çizgi çekilmiş oluyordu. Sonuçta ülkemizin sol hareketleri konuyu YENİ DÜNYA DÜZENİ (YDD) adı altında aylarca tartışmak zorunda kaldık.
Bu tezler kısa sürede anlaşılmıştı anlaşılmasına da sosyalistler arasındaki yarık artık kapatılamayacak kadar geniş ve derindi. Sovyetler Birliği’nde geriye dönüşün de etkisiyle yılların komünistleri bile gidip Berlin Duvarında kopardıkları beton parçalarını hatıra diye sakladıklarını ve de en kahırlı olanı da liberalleştiklerini görünce fazladan konuşmaya gerek bile kalmamıştır.
İşte böylece sol ve kendilerini yine de sosyalist olarak tanımlayanların önemlice bir kısmı için kimlik siyaseti canla başla sarıldıkları ve bu doğrultuda mücadele ettikleri görüş haline gelmişti ki bu yeni rüzgâr salt bizim ülkemizde değil, dünyanın her yerinde yıkıcı bir etkiyle birlikte örgütlenip güç de kazanmış oldu.
Oysa bu döneme kadar devrimciler ülke gerçeklerinden kalkarak Türk ve Kürt Halklarının kardeşliği kuramı ile birlikte iki halkın birlikte sınıfsal mücadelesini savunurlarken kısa sürede Kürt kimliği popülist bir hale getirilip Kürt sorunu çözülmeden hiçbir şey yapılamayacağı yönünde bir anlayış birçok sol ve sosyalist grupların amentüsü haline geldi. Sonuçta kapitalist dünyanın son yüklenmesi ile birlikte PKK ideolojik çizgi değiştirip bayrağından orak çekici silerken etnik ve inanç boyutunda bir mücadeleyi ‘Demokratik Cumhuriyet’ bağlamında ideolojik bir çizgiye çekti. Bu çizgi nedeniyle HDP ve DEM Parti programı bile bu anlayışla şekillendi.
Yapılan iş artık tam anlamıyla bütün çıplaklığı ile önümüzdeydi. Ömürleri sosyalizm mücadelesinde geçmiş ve bu uğurda çok büyük bedeller ödemiş kimselerde bile Türk kimliğine karşı düşmanca bir tutum nasıl olmuşsa sosyalistlerin kafasında yerini çoktan almıştı. Bu anlayışın yanlışlığı bir yana etnik ve inanç boyutunda örgütlenme anlayışı katı bir şekilde savunulmaya başlamanın da ötesinde belleklerde kendine yer bulmuştu ki yukarıda kaynağına da işaret ettik. Gelinen aşamada da Erdoğan’ın bu noktadan yürüyerek TÜRK, KÜRT, ARAP ortaklığında kafasındaki düşüncenin de ölü halden diri hale geçen bir etkisiyle bir fırsat yakalandıysa kaçırılmamalıdır. Kurtuluş Savaşı, Kurulan Cumhuriyet, Cumhuriyet’in kazanımları ve kurucuları faşistlikle suçlanarak boşuna silinmek istenmemiştir. ABD’nin Suriye Özel temsilcisi Barrack’ın da dile getirdiği gibi Türkiye, Osmanlı millet sistemine dönerse yeme de yanında yat bir kazanım olurdu ABD için. Türkiye Cumhuriyeti böylece tarih olur. Vicdanı hür ve eşit yurttaşlık hakkı da bir köşeye bırakılarak “ümmet” toplumu ile dini devlet anlayışına sistem bir güzel oturtulabilirdi. Ancak kazın ayağı öyle değil işte.
Biz sosyalistler, kimsenin hayaline meze olmayacağımız gibi bazıları gibi de buyurun beyler, beyefendiler ve hanımlar tercih sizin demeyiz.
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
14.07.2025
TSİP MYK BİLDİRİSİ
SON OLAYLARA NE DİYORUZ
NASIL YAKLAŞIYORUZ?
Biliyoruz ki sorunun kendisi karmaşıksa çözümü de o denli karmaşık olacaktır. Soruna tam bir kışkırtıcı gibi yaklaşıp bize “siz silahların susmasını, anaların ağlamamasını istemiyor musunuz” diyenlere söyleyeceklerimiz olacak.
· Erdoğan çıktı sorunun kimler arasında çözüleceğini söylediği gibi demokrasi, hak ve özgürlükler, nasıl bir hukuk devleti kavramlarını ağzına bile almadı. Onun yerine Türk, Kürt ve Araplar betimlemesiyle konuyu yel gibi geçiştiriverdi. Oysa bu ülke topraklarında bazı konular etnik köken üzerinden çözülecekse onca değişik etnik kökenden gelen kardeşlerimiz var. Onların isminin bile geçmemiş olması öncelikle söylemek isteriz ki bir çıkışsızlık örneği. Hem sonra kurgusal tarih tezinde bile doğru dürüst bir anlamı olmayan “Malazgirt ruhu” ne demek? Yoksa bizim bildiğimiz tarih bize mi öğretilmek isteniyor. Bu ruh örneğin niye Kurtuluş Savaşı değil de Malazgirt acaba?
· Peki, Cumhur ittifakında maddileşmiş olan şey Araplar gerçeği nasıl oldu da PKK ile girilen bir anlaşmanın içine sokuldu dersiniz? Burada kast edilen gerçeği de biz yine Erdoğan’ın söylediklerinden öğreniyoruz. Erdoğan, bizleri kast ederek “niye ümmetçilik sizleri rahatsız ediyor” diye soruyor ya bir gerçeğe oturmadığı halde ülkenin dincileşmesi ve tarikat, cemaat dini vakıf ve derneklerle kuşatılmasını istemiyoruz çünkü. “Kudüs İttifakı” ne demek bizler için hangi tarihi temele oturuyor. Aynı konunun içine sıkıştırılmak istenen “Yeni Osmanlılık” safsatasının bu konuda ayakları nereye basıyor? Özetlersek 23 Yıllık AKP ve saray iktidarı Türk, Kürt, Arap kardeşliği anlayışı ile emperyal çıkış yapacağını umuyor olmalı ki taaa bilmem nereye kadar etkili olunacağı dile getirilmiş olmuyor mu bu anlayışla? Bizler silahlar bırakılacak düşüncesi taşırken sanırız bu kafa Türkiye’yi salt uluslararası sermaye güçlerinin ve içerdeki işbirlikçilerinin çıkarına bir sonuç elde edilmesinin propagandasını Türkiye Sosyalist İşçi Partisi olarak biz niye kabul edelim? Burada milyonlarca işçinin, emekçinin ve geniş halk yığınlarının çıkarı nedir. Sömürücü bir buyurganlığı biz komünistler hangi akla yatkın bulup da üstelik hiç de varılan anlaşmaların içeriğinden haberimiz olmadığı süreci destekliyoruz niye diyelim? Daha şimdiden CHP’yi bile ateş altına alıp Türkiye halkının yüzde 60’nı dıştalayan bir görüşün savunucuları olarak sizlerin gelip niye yanınızda duralım? Bizim görüşlerimizle hiç örtüşen görüşünüz olmadığı halde yanınızda durarak komünistliğimize ters ne adına ters düşelim? Üstelik birçok acı gerçeği tarih bize öğrettiği halde neden komünist düşüncelerimizden ödün verelim.
· Geçmişte PKK’ye en ağır hakaretler savurur dil düzeltmesi bile yapmaz, daha da ileri giderek önünüze geleni PKK’ye yandaşlık ediyor diye suçlayan sizler değil miydiniz? Hâlâ da CHP’li belediye başkanlarını hem de böylesi bir suçlama ile operasyon çekip tutuklamadınız mı? Yoksa ülkenin bir yanı yaz diğer yanı kış da bizim haberimiz mi yok? Böylesi bir adım atılırken iş sadece birilerinin silah bırakması mı? Yoksa bunların başının ezileceği fikriyle mi gelip teslim olan 30 PKK’li gerillanın silahlarını yaktıklarını sanıyorsunuz? Emperyalist dünyaya karşı bir tavrınız olacak mı? Örneğin saldırı ve savaş örgütü NATO sizin amaçladığınız alanın dışında bir şey mi? Sizler dünyanın gözünün içine baka baka bölgede İsrail için bir set işlevi gören Suriye’yi Beşar Esad’ı devirip yerine katil HTŞ lideri Ahmet El Şara’yı Suriye’nin Cumhurbaşkanı olarak tanımadınız mı? Üstelik bunu gerçekleştirirken tek başınıza da değildiniz. Sizin yanınızda başına 10 milyon dolar ödül koyan Amerika ve İsrail de yok muydu? Uluslararası sermayenin isteğini yerine getirdiniz o kadar. Biz uluslararası sermayenin bölgemizi daha da karıştırmak için güvenlik içinde bölgemize yerleşmesi gerçeğini nasıl gözlerden uzak tutarız? Varılan mutabakatın içinde İsrail’in olmadığını mı bize yutturacaksınız, bu sizlerden emperyalizmin belki de istediği en önemli taleptir şimdilik bunları bilmiyorsak da nasıl olsa bütün gerçekleri yarın öğrenmeyeceğimiz mi sanılıyor? Özetlersek dişleri kanlanmış emperyalist güçler başta olmak üzere bölgede korkunç bir kazan kaynatılıyor ki bizler de yağma politikası adına bir gün bu bataklığa saplanırsak ki saplanacağız bunu gördüğümüzü, bildiğimizi söylemekten bizi kim alıkoyabilir?
· AKP, yanına holdingleri, tarikatları, cemaatleri, dini vakıf ve dernekleri almış yol yürüyor. Kafasında sadece ve sadece talan var. Projenizin içerik olarak sağlam bir proje olmadığı bir gerçek ama dayanmak istediğiniz çizginiz de nihayetinde “Yeri Osmanlıcı” bir anlayışa oturtuluyor. O zaman karşınızda kimleri bulacağınızı düşünmüyor olabilirsiniz ama siz kendinize yeni bir isim bile bulmuşsunuz ‘Genişletilmiş Cumhur İttifakı’ diye. Böylece hem ülke içinde hem de ülke dışında bir talan yapılacağı düşüncesinde olduğunuz kanaati bütün çıplaklığı ile gelip bizim kafamıza oturduğu halde söyleneni niye teraziye koyup tartmayalım? Barış dediğiniz şey; dediğiniz dedik çaldığınız düdükten öte bir şey değil, Cumhuriyetle hesaplaşmaksa ki son zamanlarda maşallahınız var bu konuda bir sürü kışkırtıcı trolleriniz de var. Ne de rahat yazıp çiziyorlar değil mi?
· Şimdi sizler önünüze kafa olarak Cumhuriyetle hesaplaşmayı koymuşsunuz ya bu anlayıştan bir sonuç çıkmaz. Kafanızda demokrasinin D’si yoksa hak ve özgürlüklere öcü gibi bakıyorsanız, Hukuk sizin için bir şey ifade etmiyorsa, adalet yoksa eşitlik es geçilmişse sömürüyle hesaplaşmak göze alınamıyorsa kimse kimseyi kandırmasın bu ülkenin sorunları çözülemez. Evet, bu yüzden biz Türkiye Sosyalist İşçi Partisi olarak, emperyalizme ve kapitalizme karşı kararlı bir mücadeleden yanayız. Gerisi hele de bu koşullar da bu ülkenin başına çorap örer.
· İçi boş sözlerin biz sosyalistlerin katında hiçbir değeri yoktur. Bugün geldiğimiz noktada ne Cumhuriyet ne Cumhuriyetin kazanımları, ne de bağımsızlığın kapitalizm yıkılmadan korunmasının olanağı kalmamıştır. Bu nedenle mücadele içinde farklı istemlerle dura kalka yürünülemez. Özetle kapitalizm yıkılacak.
· Dün Genel Başkanımızın günlük yazısında değinildiği gibi Türk, Kürt, Arap Kardeşliği üzerinden söz edenlerin amaçlarıyla bizim amaçlarımız asla örtüşmemektedir. Sermaye düzeninde kardeşlikten söz edilemez. Toplumu cemaat, tarikat, vakıf ve dini derneklere mahkum ederek de kardeşlik sağlanamaz çünkü bu yöntem de dinci gericiliktir. Her söze başlanıldığında etnik köken ve inanç üzerinden kim ne konuşursa konuşsun geniş halk yığınlarının kardeşliği sağlanamaz. Sömürüye, zulme ve her türlü baskıya karşı birlikte davranmanın yolu sosyalizm amaçlı bir mücadeleden geçer. Gerisi sadece ve sadece pansuman tedbirlerdir ki bir işe yaramayacağı defalarca kanıtlanmıştır.
· Sonuç olarak Her zorluğun üstesinden gelmeyi önüne koyanların kararlılığı ile bu devran dönebilir, Ayağa kalkılabilir. Çözüm sahte umutların peşine takılmakta değil sosyalizmdedir.
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
13.07.2025
4, 3, 2, 1, DERKEN GELDİK SIFIRA
4 gün kaldı… 3 gün… 2 gün… Bir gün... sıfır… Yandaş basın Erdoğan’ın konuşacağı çok çok önemli diye duyurduğu konuşmayı nihayet dinlemiş olduk.
Neymiş efendim, “Malazgirt ruhu Kudüs ittifakı”ymış. Malazgirt haydi diyelim ki tarihi “Malazgirt ruhu” dediğiniz şey tarihi bir döneme işaret ediyor da sizin Kudüs ittifakı dediğiniz şey neyin ittifakı ve bizim ülkemiz açısından ne anlam ifade ediyor? Hâlâ her fırsatta Mursi’yi anmadan yapamadığınız bir gericiliğin dışında var mı bir maddi gerçekliği? Eğer dediğiniz gibi olduğuna inanmış olsaydınız “İsrail’in Başkenti Kudüs’e hoş geldiniz” dendiğin de bir şekilde de olsa demiyorum diplomatik dille olsun hiç değil, iki çift söz edemez miydiniz? Edemediniz, ama şimdi kalkıp bir de “Kudüs ittifakı”ndan dem vuruyorsunuz. Madem söylediniz açık açık bu ittifakın içinde kimlerin olabileceğini de söyleseydiniz ya niye söylemeye diliniz varmadı?
Bir de konuşmanızın köşe taşlarını oluşturan sözleriniz var ki bunun ne anlama geldiğini bilmiyor olmanızı düşünemeyiz. Ne gibi bir iç dünyanız varsa onu biz bilemeyiz elbette o sözleriniz de alt bilincin dışa vuruşu gibi maşallah.
Neymiş, “Türkiye Türk, Kürt, Arap kardeşliği ile büyüyecek” diyorsunuz ya bu öyle kolayca ağızdan çıkacak bir söz değildir. Çünkü siz bu sözleri söylerken elbette devrimcilerin ağzıyla söyleyecek değilsiniz ama yazımızın burasına küçük bir not koyarak yazımıza devam edelim. Biz sosyalistler şöyle söyleriz. KİM Kİ İŞÇİLERİ, EMEKÇİLERİ ETNİK KÖKENLERİNE VE İNANÇLARINA GÖRE BÖLER PARÇALAR KARŞI DEVRİMCİDİR.” V. İ. Lenin”
Bu açıklama çok daha talihsiz açıklamadır bizce. Çünkü Türkiye’de Türk, Kürt, Arap dışında sayılamayacak kadar çok farklı etnik kökenden gelen yurttaşlarımız var. Konu bu şekilde ele alındığında bu yaklaşımın yarın nelere gebe olacağını siz bile tasavvur edemezsin. Bu yaklaşım bilinmesini isterim ki emperyalizmin de işine yarayacak öyle bir parçalanmaya yol açar ki Yugoslavya’da NATO askerlerinin seyirciliğinde Srebrenitsa katliamını bile solda sıfır bırakacak sonuçlara neden olur.
Çünkü bu şu anlama gelir, Türkiye’nin yapıştırıcı çimentosu Türk, Kürt, Arplardan oluşur gerisi de bizim içimizde kaynar gider. İşte bu yüzden kafanızda bir Anayasa varsa ki var, yanınıza da Dem Parti’yi alacağınız düşünüyor da öyle konuşuyorsanız bu Türkiye için çok tehlikeli bir yaklaşım olur. Yukarıda söylediğim gibi gün gelir bu ülkenin evlatları Srebrenitsa katliamını bile mumla arar hale gelir.
Yazımızın devamını da şöyle tamamlayalım. Bu ülkede Abaza, Çerkez, Laz, Arnavut, Ermeni, Rum Gürcü yaşayan (yazmadıklarım varsa onlardan özür dilerim) onlar nasıl olur da sizin mevkiinizde bulunan bir insanın hesabına bile giremez.
Madem Anayasa’yı bir şekilde değiştirmek istiyorsunuz neden demokratik değişimlerin hiçbiri gündeminizi bile meşgul etmezken üç etnik kökeni baş cümleniz olarak sayıp karşımıza çok yeni bir görüşle ortaya çıkıyormuş görünümü vermeye özen gösterirsiniz?
Türk demeseniz olmaz zaten, Kürt ve Arap sözcüğünü eleştirmiyorum çünkü maddi hiçbir gerçekliği bir kişi de olsa, on hatta 50 bin, 100 bin, milyonlarca da olsa kim yadsırsa gerçeklere sırtını dönmüş olur ki biz sosyalistler hangi inançtan ve etnik kökenden gelirlerse gelsinler ne ayrım yaparız ne de her konuda eşit yurttaşlık hakkından yararlanır düşüncesi dışında yararlanmaz düşüncesini aklımızın köşesinden bile geçirmeyiz.
İşte burada Sayın Erdoğan söylediklerinizin altında yıkıcı, bölücü bir anlayış yattığını da dile getirmek isteriz ki bizim açımızdan bu durum ileride kaygı yaratacak sonuçları olan bir durumdur ki Türkiye’yi nereye götüreceği belli olmayan bir felaket kayığıdır ki buna da bizler fırsat verecek değiliz.
Gerçekler bu olunca şöyle bir Anayasa hazırlamayacağınızın var mı tapu senedi. Olmadığı son zamanlarda bir kesime olabildiğince demokrat ve cici gözüyle bakan CHP’yi de terörist yerine koyup operasyonlar çekmek hem de çoğu sudan sebeplerle kimin içine siner?
CHP’yi bu denli şeytanlaştıran anlayış yüzünden toplumun en az rakamla söylüyorum neredeyse (Daha fazlası da) sizin attığınız her adımdan kuşku duyuyorsa yok mudur bir sebebi. Siz karşınız da yüzde 60 bir bölük varken meclis aritmetiğine bakarak olmaz diye düşünüyorum ya haydi oldu diyelim. Anayasa’ya eşit yurttaşlık hakkını koymayı bile aklınızdan geçirmeden, devletin kurallarını kökten değiştirerek temeli dini devlet anlayışına dayanan, Laikliği ve Cumhuriyeti hiçe sayan bir Anayasa hazırladığınızdasınız. Bu Anayasa ile kaç yıl gidebileceğinizi düşünüyorsunuz gerçekten de bir yurttaş olarak bilmek isterim.
Ne demişler “Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir” Sizin politikalarınızın sonuçlarının hangi kapıya çıkacağını bir yurttaş olarak biliyorum. Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nin Genel Başkanı olarak da alasını biliyorum. Daha da ötesi “Anayasa bizi bağlamaz saygı da duymam” uymam da diyen siz değil miydiniz acaba?
CHP Manavgat Belediyesi’ne çekilen operasyonu alıp bir de siz inceleseniz kesin olarak oh alasını yapmışla demeyeceğinizi en azından diyemeyeceğinizi çok çok iyi biliyorum. Çünkü Özgür Özel’in konuşması şu, şu “Kanıtlar elimizde, kurulan komplo şu şu diye eklemiş.” Peki, nasıl oluyor da bir devlet ciddiyetinden çok uzak üstelik de ışık hızıyla Özgür Özel Hakkında inceleme yapıldığı söyleyebilir bir Cumhuriyet’in Savcısı. Böyle hukuk olursa böyle de sonuçları olmaz mı? Bir Cumhuriyet Savcısı en azında şu konuşmayı getirin hele bir demeden suç işlendiği kanaatine varırsa ki öyle soruşturma açması gerekirken ışık hızını da sollayıp soruşturma başlatabilir? Bu durumda hangi yurttaş hukukun koruyucu paratoner olduğunu düşünür.
Sonuç olarak gün gün başlık atan yandaş basınınız bilmem konuşmalarınızdan memnun kaldılar mı? Kalmasalar bile nerede onlarda sizi kızdıracak bir söz söylemek, nerede onlar.
Vallahi içim rahat etmedi, şu şahlanma sözünden de o kadar söz ettiniz ki bu ülkenin insanları olarak bu sözün arkasından ne geleceğini çok iyi bilir hale geldi.
Gerisi de iyilik, sağlık!
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
10.07.2025
NEREYE KADAR?
Ülke AKP ve saray iktidarı döneminde resmen yaşanmaz hale geldi. Bir iktidar düşünün ki salt iktidarını devam ettirmek için hukuki olmayan her yola başvuruyor. Bir iktidar düşünün ki sözüm ona bir iş insanını devreye sokmuş onun itirafçılığı ile önüne gelen CHP’li belediyelere operasyon çekiyor. O Aziz İhsan Aktaş ki itirafçı olmuş kime selam verdiyse onun hakkında düzmece ifadeler vererek insanların başını yakıyor. Bu insana dokunulmadığına göre ya iktidarın has adamıdır ya da arlanmaz utanmazını biridir ki böyle birinin sözlerine de zaten itimat edilemez. Böyle bir kişinin söylediklerini dikkate alan savcı ve yargıçlara ne buyrulur? Böyle bir adamın söyledikleriyle hiç adalet yerini bulur mu?
Haydi, geldiğimiz noktada iş çığırından çıktı diyelim eğer öyleyse bu adamın iş yaptığı AKP’li belediyelerden, devletin birçok kurum ve kuruluşlarından ihale almış bu kişinin durumu itibari ile neden AKP’nin belediyelerine dokunulmaz, kimi kurumların durumundan bile söz edilemez.
Dünyanın neresinde görülmüş eli yüzü kapkara bir itirafçının sözünün kanıt yerine geçtiği? Bugün güne uyanıyoruz bir de ne görelim CHP’li Şile Belediyesi’ne de operasyon çekilmiş ve Belediye Başkanı gözaltında. Daha biz ne oluyor yahu bile demeden zincirin halkalarına yenileri eklenmiş. Bütün bunlar bir sahtekâr “iş insanının” dedikleri ile yapılabiliyorsa kapının önünde benzer özellikte AKP’nin elinde o kadar çok itirafçılığa yatkın insanlar var ki sayısına bereket. Bunları harekete geçirirsin her şey bir günde olur biter. Madem bu yöntemle seçim kazanmayı hesaplıyorsunuz böyle bir yola başvurun da olsun bitsin. Ancak seçim yapılacaksa eğer bundan böyle yeniden kazanacağınıza emin olsanız var ya sizler neler yapmazsınız neler…
Manavgat Belediyesi’ne çekilen operasyonu birçokları gibi bende inandırıcı bulmuştum. Ancak operasyon anını izledikten sonra tam tersi bir kanaate sahip oldum. Bir kişi yurtdışından Manavgat Belediye’sini ziyaret ediyor. Adam çıkar çıkmaz içeri polisler dalıyor. Sonraki görüntüler gerçekten de çok ilginç. Bu ilginçliği görünce bütün yargılarım değişti. Durum bu olunca da nesnelmiş gibi görünen kanıtların da bir değeri kalmıyor ki bütün bu bozulmalar Fetöcü yargı ile başladı AKP ve saray yargısıyla devam ediyor.
Durum bu olunca da bütün bu olup bitenlerin hakkında bir yargı sahibi olmamak için resmen ahmağın ahmağı olmak gerekir ki öyle de bir şey olmadığını sizler çok daha iyi bilirsiniz.
Şimdi size bir kez daha soruyoruz; İstanbul’da çektiğiniz operasyonunu niye çektiniz? İmamoğlu niye 19 Mart’tan beri içerde. Diğer İstanbul’un belediye başkanlarını niye tutuklu yargılanıyorlar? Durumu acil olan bir belediye başkanını bile serbest bırakmadığınıza göre Ergenekon Davasından tutuklanmış olan ve içerde ölümüne sebep olduğunuz Okkır’ın hesabını nasıl vereceksiniz? Suçu Fetöcülere atıp onlar yaptı diyebilirsiniz de o tarihleri de bizler çok iyi biliyoruz. O örgütün kasası olarak nitelenen Okkır’ın cenazesini bile belediye kaldırdı.
Ya peki, Önceki İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tun Soyer niye tutuklandı? Bu kin ve nefreti anlamaya çalışıyoruz ne olabileceğini biliyoruz da aslında. Bu yüzdendir ki adalet teraziniz bozulmuş. Ki o bozuk terazi ile kime nasıl adalet dağıtacaksınız ki içerde olması gerekenler dışarda, dışarda olması gerekenler içerde. Bu olup bitenleri İzmir halkı unutacak mı sanıyorsunuz? Siz var ya İzmir’de dün nal topluyordunuz gelecekte de yine nal toplayacaksınız.
İzmir halkı asla Tunç Soyer’e yapılanları unutmayacak. Tutuklamaya yangına körükle gider gibi giden Cemil Tugay’ı da unutmayacak elbette. Basından öğreniyoruz ki Tugay Soyer’i ziyarete gidecekmiş ama Soyer kabul etmemiş. İyi gitsin de orada Soyer’in yüzüne nasıl bakacak acaba? Buna bizim oralarda ar damarı çatlamışlık denir, denir de bazılarında damar yok demek ki. bütün bunlar olabiliyor…
Üstelik dün bir de İ. Melih Gökçek Efendi’nin oğlu AKP Milletvekili Osman Gökçek meclise CHP’nin üstünde amblemi olan baklava kutusu getirmiş. Yüzsüzlük böyle bir iştir zaten o kişi ki çıkıp malvarlığını açıklasın bir de görelim bunca malı nereden bulmuş. Siz var ya siz bu ülkenin bir tek çakış taşına kurban olun. Osman Gökçek sen önce İncek’teki akıl almaz devasa köşkün hesabını ver de öyle konuş konuşacaksan. Bu mal mülk babandan kalsa desek babanı tanırız. Belediye Başkanı olmadan önce nasıl bir durumdaydı, parası pulu var mıydı, nasıl bir yaşam sürüyordu biliriz.
HER GÜN
Turgut Koçak
TSİP Genel Başkanı
09.07.2025
SON TUTUKLAMA KARARLARI ÜZERİNE
İzmir’e sıra geldiğinde herkes şaşırmıştı. Oysa bunda şaşırılacak bir şey yoktu. İzmir üçüncü büyük şehrimizdi, AKP ve saray iktidarının hiçbir zaman İzmir’de seçimleri almasının olanağı yoktu. Ne denli geniş tutuklama gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin İzmir’de dinci, gerici ve faşist çevrelerin seçim kazanma şansları hiç olmayacaktı.
Durup dururken İzmir’e de operasyon çekilmiş, başta bir önceki Büyükşehir Belediye Başkanı başta olmak üzere pek çok görevli gözaltına alınıp tutuklanmıştı. Bu tutuklamaya neden olan şeylerden birisi elbette Cemil Tugay’ın yaptırdığı bir iç denetim sonrası bu tutanağın savcılığa gönderilmesi idi ama gerçekte burada da Tunç Soyer’in tutuklanmasını gerektirecek bir durum söz konusu değildi. Ancak pusuda bekleyen AKP ve saray iktidarı böyle bir fırsatı kaçırmak istemezdi düşündüğümüz gibi oldu ve Tunç Soyer şimdi içerde. Dışarıya yansıyan belge ve bilgilere gelince içi boş şeyler olduğu için iktidar yargı sopasını kullanarak bir taşla pek çok kuş vurmak istediği için İzmir de potaya sokulmuş oldu.
Şimdi Tunç Soyer içerde. Başı dik ve dimdik ayakta bir tutum gösterdi. Çünkü Tunç Soyer’e ne kadar çamur atılırsa atılsın çamur tutmaz. Çünkü gün gelir Cumhuriyet’le laiklikle, hak ve özgürlüklerle hesaplaşmaya çalışanlar bu tezgahı kuranlar tonganın altında kalmaktan asla kendilerini kurtaramazlar.
Adıyaman ilimizin sorunları çok. Öyle ya bu ilimiz büyük bir deprem yaşamış ve acılarını sarmaya çalışırken yanlarında olması gereken Belediye Başkanı Tutdere halkın yanında bir süre olamayacak. Çünkü ev hapsi sürdüğü sürece de görevinin başına gidip gelemeyeceği için belediye hizmetleri aksadığı gibi depremin yaralarının sarılmasına da yardımcı olunamayacak.
Durum bu olunca da AKP ve saray iktidarı, kalkıp CHP’li belediyelerin halka hizmet veremediğinden dem vurup görev yaptırmadığı sanki bilinmiyormuş gibi halkın yeniden kendisine yönelmesini sağlayacak aklınca da artık bu geriye dönüş hiçbir zaman olmayacak.
Ne diyordu Tutdere; “her gün imza atayım yeter ki bana ev hapsi vermeyin.” Çünkü o yukarıda belirttiğimiz gibi görevini yapamayacak olan bir belediye başkanıydı artık. Bu olağan olmayan durumu halk elbette affetmeyecek, Adıyaman’ın bir kez daha tarikat ve cemaatlere peşkeş çekilmesine halk izin vermeyecekti vermemesine de bir iktidar düşünün ki verilen hizmeti engelleyerek yeniden seçimleri kazanacağını düşünerek ülkeye kötülük yapıyordu ki bu girişimin affedilecek yanı olamazdı.
Günü geldiğinde salt bu yüzden bu kararı alanların yaptıkları kötülük yanlarına bırakılamazdı aynı zamanda da Adıyaman’da iktidarın sağ kolu işlevini yapmış olan bu cemaatler bir daha gelmemek üzerek silinmesi gerekirdi. Bizler de bu gerçeği iktidarın işlediği suçuyla birlikte bir kenara not ediyoruz. Sizler de bunu hiç ama hiç aklınızdan çıkarmayın…
Gelelim Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar’ın gözaltına alınıp tutuklanmış olmasına. Bir kez Zeydan Karalar bütün Türkiye biliyor ki yiğit adamdır, kolay kolay ona kimse boyun eğdiremeyecektir. Karalar gözaltına alındığında içe dokunan sözler etmiş kendisine karşı kurulan tuzağı bütün çıplaklığı ile açıklamıştır. Ancak sözlerini tamamlarken ne kadar da kararlı olduğunu dost düşman herkese açıkça dile getirmiştir.
Bir gerçek daha vardır ki o da Zeydan Karalar’ın Adanalılar tarafından çok sevildiğidir. İktidar yetkilileri sokağa bile çıkamazken Zeydan Karalar’ı Adanalıların bağırlarına basmaları bizce iktidarı deli eden konuların başında gelmektedir. Çünkü AKP ve saray iktidarı da biliyor ki Zeydan Karalar var olduğu sürece bir daha Adana’da seçim kazanmasının olanağı hiçbir durumda kalmamıştır.
Zeydan Karalar’ın gözaltına alınması ile birlikte sokakları dolduran Adanalıları gerçekten de kutlamak gerekir. Karalar gözaltına alındıktan sonra ifadesi bittiği halde gözaltı süresi doluncaya kadar emniyetin nezarethanesinde kalmış, iktidar bir şekilde kendisinden Abdurrahman Tutdere ile birlikte öç almıştır sanki. Şu an tutuklu olarak cezaevindedir ve morali de olabildiğince yüksektir.
Sonuç olarak; AKP ve saray iktidarı ne denli hukuk dışı uygulamalara başvurursa başvursun hiçbir zaman bu ülkenin namuslu insanlarına boyun eğdiremeyecektir. Öyle ya kendileri sokağa bile çıkamazken halkın sevgisini kazanmış sözünü ettiğim belediye başkanları 7/24 halkın içinde halkın sorunlarını dinledikleri gibi dertlerine de çare bulmak için canla başla çalışıyorlardı. İşte bu yüzden halk AKP ve saray iktidarını öyle bir cezalandıracak ki bir daha gelememek üzere gitmek zorunda kalacaklar. Bu da böyle b








Yorumlar